Unuttum, adları neydi? *

90’lı yılların ortasında İstiklal Caddesi’nde dizili olan ilerici kültür sanat mekânlarında sıkça kulağınıza değen bir ezgi vardı:

“Gömdüğümüz kitaplar çiçeklenmiş

Örgütlemişler baharı

Karakolların önü lacivert yeşil sarı

Örgütlemişler baharı

Unuttum adlarını neydi

Özenç miydi hıdır mıydı yoksa lale mi

Unuttum adlarını neydi

İlyas mıydı soner miydi yoksa nergis mi

Karanfil mi nuray mıydı yoksa eren mi canım...”

“Örgütlemişler Baharı” isimli şarkı Grup Umuda Ezgi’nin albümünde yer alıyordu.

Kitaplarını, 12 Eylül karanlığına teslim etmemek için toprağa gömenlerin, halkı için toprağa düşenlerin direnç hikâyesinin anlatıldığı şarkı gözaltında kayıpların, işkencelerin kol gezdiği günlerin marşlarından birine dönmüştü adeta.

Şarkıya ses veren ise o yıllarda adı yeni yeni duyulan genç bir isimdi: Yavuz Bingöl. Yavuz Bingöl aynı doğrultudaki ezgileriyle emekçi kitlelerin sevgisini kazandı.

Nereden nereye
Gel zaman git zaman, Yavuz Bingöl, Berkin’in annesini meydanlarda yuhalatacak kadar zalimleşen Erdoğan’ı haklı ve mazur gören bir noktaya geldi.

Aslında Yavuz Bingöl yeni adresini çok önceden belli etmişti. Onun adını uzunca bir süredir maço ağa dizilerinin fragmanlarında veya magazin sayfalarında bol bol görüyorduk zaten. Bu kadar ileri gitmesi ise onu sevmeyenler için bile fazla geldi.

Bingöl, bu tavrıyla, onu bugüne getiren sanatçı kimliğini yıkarken, gerici ve zorba bir iktidarın ‘var olmayan’ sanatçı imgesini inşa ediyor.

Yolsuzluk toplumu çürütüyor
İçinden geçtiğimiz süreç benzeri durumlara bir süre daha şaşırmamayı öğrenmemizi gerektiriyor. AKP rejimi toplumu bir bütün olarak yozlaştırıyor. Sadece eğitim, bürokrasi, medya değil; genel olarak toplumsal değerler yozlaşıyor.

Yavuz Bingöl’ün Erdoğan ve Davutoğlu tarafından Türkiye’nin büyük sanatçısı ilan edildiği günlerde Cemaat ve AKP kapışmasının gölgesinde kalan büyük yolsuzluk operasyonunun birinci yılı geride kalıyor. Operasyonun ‘kardeşler’ arasındaki bir iktidar kavgası olduğu tartışmasız olsa da yapılan soruşturmada ortaya çıkan büyük yolsuzluktan kimsenin şüphesi yok.

Dünya tarihine geçecek kolektif bir hırsızlık bütün belgeleriyle ve failleriyle ortadayken aradan geçen bir yılın sonunda bırakın bir yargılamayı ‘yolsuzluk’ kelimesini kullanmak bile neredeyse yasak.

Sarayda soytarı olmak
Yoksulluğun, güvencesizliğin arttığı, diğer yandan yolsuzlukların bu kadar alenileştiği ve kabullenildiği bir dönem olsa olsa toplumsal bir çürüme dönemidir. Toplumun kendini zehirleyen ve kangrene dönmüş bu yaradan kurtulamadığı her gün çürüme bütüne yayılıyor. Asıl tehlike de burada.

Yozlaşmanın ve çürümenin hüküm sürdüğü günümüzde yolu mücadeleden geçmeyen, hâlen kişisel istikbalini garantilemeyi düşünen her kim varsa; ister Yavuz Bingöl gibi bir sanatçı, ister bir bilim insanı olsun toptan kirlenecek. Günün 14 saatini cehennem karanlığında bir madende geçiren maden emekçisinin ölümünde suç ortağı olacak.

Dün, bugün veya yarın yeni bir halk baharını örgütlemeye koyulanların adları ve mücadeleleri unutulmayacak, onlar sadece şarkılarda, şiirlerde değil sokaklarda, barikatlarda da olacak. Tıpkı Mehmet, Ethem, Ali İsmail, Medeni, Abdocan, Ahmet, Hasan ve Berkin gibi.

Peki, halkımız bu karanlığı paçavraya çevirip sarayları, saltanatları dar ettiğinde yavuzların adını kim hatırlayacak?

*Yazarımızın bu yazısı Yenidünya Halk Gazetesi Sayı 31-32'de yayınlanmıştır.

05 Oca 2015
paylaş