1 Mayıs sırf “Talepleri dile getirme” günü değil, “Bilanço çıkartma” günüdür

1 Mayıs kutlamaları için olabildiğince kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Kutlamaların yeri, alan tartışması, alan tartışmasına “sıkışan” kutlamalardan dolayı işçilerin taleplerinin gündeme gelememesi ve benzeri konulara şöyle kısaca değinelim.


1 Mayıs, işçilerin gün doğumundan gün batımına kadar çalışmak istememesinden doğmuştur. 1 Mayıs'ın kökeninde daha kısa mesai saatleri, aynı sürede çok daha fazla ücret talebi yer alır.


1 Mayıs'ın özü, 'az çalışma, çok ücret'ten ibarettir desek yanılmış olmayız.


Önce 10 saatlik işgünü, sonradan 8 Saat Hareketi gibi toplumsal desteğe sahip hareketlerin -adından bile anlaşılacağı gibi- 8 saat talebi işçilerce sahiplenilmiş ve farklı zamanlarda pek çok ülke burjuvazisine kabul ettirilmiştir.


8 saatlik işgünü talebinin ortaya çıkışı ile kapitalist iktidarların bu talepleri yasal bir hak olarak kabul etmeleri arasında kimi zaman 90-100 yıla yayılan süreler geçmiştir. Yani, bu gözle bakıldığında, bir işçi ailesi için, büyük anne/baba zamanında istenen bir hak, ancak torunun torunu zamanında yasal olarak kabul ettirilebilmiştir.


Verilen bedellere, kaybedilen insan hayatlarına değinmesek bile, kuşaklar boyu mücadele eden insanların elde edebildiği hak, bir işgünü içinde birkaç saat daha az çalışmak olabilmiştir.


Sonuçta, yüz yıla yayılan bu mücadele ile belirlenen "1 Mayıs Ruhu" işçi sınıfına 8 saatlik işgünü, ücretli hafta tatili, ücretli fazla çalışma, yıllık izin, ücretli hastalık izni, ücretsiz tedavi, işten atılırken kıdem tazminatı, işsiz kalırsa işsizlik sigortası, emeklilikte ikramiye, emekli olduktan sonra emekli maaşı ve sayılabilecek çok daha fazla hak kazandırmıştır.


Bu kazanımların tümünün özü ekonomiktir. Ekonomik bu haklara ek olarak işçi sınıfının ihtiyacı demokratik talepler de ısrarla gündeme gelir. İşçilerin seçme, seçilme hakları, yurttaş olarak siyasete müdahale edebilme hakları, meydanların, sokakların, parkların zenginlere mahsus yerler olmaktan çıkartılması, istediği yerde gösteri, yürüyüş yapabilme hakları mücadelenin demokratik boyutunu oluşturur.


Dünya ve Türkiye'deki işçi mücadelesindeki durum özetle böyledir.


Türkiye'deki sendikaların çok özverili, ısrarcı bir mücadele geleneği olduğunu tespit edelim. Bu elimizdeki verilerden biri olsun.


Özgür sendikalar 1946 yılında önce serbest bırakılıp aynı yıl yasaklanmıştı. Ardından, toplu sözleşme ve grev hakkı bulunmaksızın vesayet altında yaşamaya çalışan sendikaların kurulduğu 1947 yılından beri, binlerce isimli isimsiz sendikacımız oldu. Sendikacıların ezici çoğunluğu bir gergefte oya işler gibi ısrarla, bıkmadan işçi haklarını genişletmeye çalıştılar.


Grev hakkı onlar sayesinde geldi.


Onlar sayesinde sınırsız ikramiye hakkı elde edildi.


Onlar sayesinde kıdem tazminatı alabilir olduk.


Mitingler onlar sayesinde kitleselleşti.


Onlar sayesinde 1925'te adının bile anılması yasaklanan 1 Mayıs'lar yeniden işçi sınıfının kutladığı bir güne dönüştü. Onlar sayesinde 1 Mayıs resmî tatil oldu.


Onlar sayesinde 1 Mayıs'lar alanlarda, özellikle, Taksim Meydanı'nda kutlanır oldu.


Onlar sayesinde 12 Eylül faşizminin ortadan kaldırdığı 1 Mayıs tatili, yeniden ücretli izin günü oldu. Resmî tatiller arasına girdi.


Taksim Meydanı, 2004'ten beri devam eden kararlı talepler sonrasında 2009 yılında kısmen kutlamalara açılmıştı. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında ise 1 Mayıs Meydanı olarak sınırsız biçimde emekçilere açıldı ise, bu başarı yılmayan işçilerin, sendikacıların, gençlerin, sosyalistlerin sayesindedir.


Türkiye emekçileri, bu hakları almamızı sağlayan herkese müteşekkirdir.


Şimdiki durum ne?


Koskoca ülkeyi kendi tapulu arazisi gören bir zihniyet, emekçiler için en önemli alanı, hukuka meydan okuyarak kapatıyor. Yurttaşların seyahat özgürlüğünü elinden pervasızca alıyor. Günler öncesinden “sakın devlete karşı gelmeyin” diyerek zorbalığını bize yasa gibi gösteriyor.


T.C. Anayasası madde 34 “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” der. Yani 'Devlet' bu hakkı yurttaşlarına tanımış vaziyette.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise, bu hakkı bir adım ileriye taşıdı. AİHM, “Gösteri yapma hakkı bu hakkın nerede kullanılacağını belirlemeyi de kapsar” kararı vererek, meydan belirleme hakkını iktidarların keyfine değil, bizzat işçilerin kararına bıraktı.


Bu bilgilere bakınca zorbanın, yasakçının, saldırganın kim olduğu çok net ortaya çıkmıyor mu?


Bir iktidar düşünün ki, 2 milyon insanın yaşadığı bir bölgeyi topluca barikatlarla çeviriyor. Bunu da marifet gibi yansıtıyor. Polisleri, demir barikatları, helikopterleri, gazları, bombaları işçi sınıfına karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini söylüyor.


Silahsız yurttaşların üzerine tonlarca bomba atılırsa, yurttaşlar o alana çıkamazlar. Bu kadar basit.


Çıkmanın yolu daha da, daha da, daha da kalabalıklar halinde Taksim Meydanına gitmek. Başka yolu yok.


Çıkmak isteyen işçiler var mı? Var elbette.


Sendikalar? Sendikalar da var.


Çıkabilecekler mi? Göreceğiz.


Peki, Taksim'de ısrar etmeyen, bunun yerine Zonguldak'ı, Konya'yı, orayı burayı tercih edenlere ne diyeceğiz.


Türkiye’nin her alanı 1 Mayıs Alanı'dır, diyenler var. Bir görüştür. Buyursunlar, istedikleri yerde gösterilerini yapsınlar. Fakat, 1 Mayıs, 1 Mayıs Alanı dışında bir yerde kutlandığında “1 Mayıs Ruhu” yok olur. 1 Mayıs'ın özü ortadan kalkar. Alelade bir mitingten farkı kalmaz.


“Taksim Meydanı ısrarı yüzünden 1 Mayıs'ta dile getirdiğimiz talepler güme gitti” denemez.


Çünkü, 1 Mayıs, sadece taleplerin dile getirildiği günün adı değildir. 1 Mayıs, yıl boyu dile getirilen taleplerin bilançosunun çıkartıldığı günün adıdır.


2 Mayıs'tan başlayarak 364 gün boyunca ısrarla sokaklarda, meydanlarda, Meclis'te dile getirilmesi gereken kıdem tazminatı hakkı, işsizlik sigortasının işçilerce yönetilmesi, zenginlerden daha fazla vergi alınması, kapitalizmi yok edecek yasalar çıkartılması, emeklilere bir değil, iki değil, çok daha fazla ikramiye verilmesi, işten atmaların yasaklanması gibi onlarca emekçi talebinin bilançosunun çıkartıldığı günün adına 1 Mayıs deniyor.


O nedenle, “gücümüz yok, iktidar ise işçi düşmanı; çok saldırgan; silahsız işçilere hukuksuz olarak tomayla, gazla, copla saldırıyor” denirse, anlaşılır.
“Şimdilik sayımız az, daha yığınsal, daha organize, daha kararlı gelmek üzere gidip güç biriktireceğiz” denirse, anlaşılır.


Ama, emekçi şehri simgemiz İstanbul'un mecburen, geçici olarak bırakılıp gidildiği söylenmez ise, anlaşılmaz.


Sendikaların görevi, zorbanın zorbalığını açığa çıkartmaktır. İkiyüzlü iktidarların gerçek yüzünü üyelerine anlatmaktır.


Sendikaların görevi, işçi sınıfını iktidarın vesayeti altına sokmak isteyenlere karşı bağımsızlık seslerini yükseltmektir.


Sendikaların görevi, kentlerin en merkezi alanlarının işçilere açılmasını istemektir.


Sendikaların görevi, güç biriktirmek, bir sonraki yıl daha yığınsal, ortaklaşa, tek sesle “kahrolsun vesayetçiler, kahrolsun işbirlikçiler, Taksim işçilerindir, alamayacaksınız” demek için hazırlanmaktır.


Bir zorbanın hezeyanları işçi sınıfını yıldırmaya yetemez. Zorbaların sonu gelecek, işçi sınıfı kazanacak.


1 Mayıs emeğiyle geçinen herkese kutlu olsun.

01 May 2015
paylaş