Sendikaların görev ihmali

Türkiye sendikal hareketi alışılmadık süreçlerden geçiyor. 1960’lı yıllardan kalan ve artık aşıldığı varsayılan kimi tartışmalar yeniden gün yüzüne çıkıyor.

Konumuz sendikaların “tarafsız” görünme ihtiyacı duyması ve herhangi bir siyasi partiden yana veya ona karşıt bir tutum alamaması. Sınıf çatışmalarının olduğu bir yerde, tarafsızlığın söz konusu olmayacağı bilinir. Tarafsızlık, çoğu kez güçlüden, yani, muktedir olandan yana taraf olmaktan başka bir şey değildir.

1967 yılında sendikal hareketin resmen bölünmesi ile sonuçlanan “partiler üstü politika” tartışmalarını 48 yıl sonra, bu kez bir karikatür şeklinde canlandırmaya gayret edenler var.

Birkaç sendikanın dışında, iktidar ve/veya muhalefet partilerinin bugüne kadarki tutumlarını eleştiren ve üyelerine yol gösteren kalmadı.

Uzağa gitmeye gerek yok, yakın tarihte bile böylesi bir durum görülmedi. 1980’lı yıllarda Türk-İş ANAP ve Özal’a karşı aktif tutum almış ve oy verilmemesini istemişti. Aynı şekilde 1990’lı yılların sonunda da DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti ortaklarına oy verilmemesini istemişti. Hatta AKP iktidarının ilk yıllarında da sendikalar AKP’ye ciddi eleştiriler yöneltmişti.

Bugün ise, 7 Haziran 2015 genel seçimleri için, sendikaların geleneksel olarak yaptığı “oy verme” çağrılarının yerinde yeller esiyor.

Çok hatalı davranılıyor.

Halbuki, toplumun en üretken kesimini temsil eden sendikaların kılavuzluğu işçiler için çok büyük önem taşır.

Yanlış algılanan bu tarafsızlık tutumunu yaygınlaştıran ana etkenin sendikaların değişen (veya öyle varsayılan) üye tabanlarında olduğunu söyleyenler var. Yeni dönemde seçilen yöneticilerin iktidarla iyi geçinme kaygısı taşıyan kesimlerden oluşmasından dolayı olduğunu ileri sürenler var. Üye eğitimlerinin giderek sınıfsal içerikten yoksunlaşması ve zayıflaması da buna yol açan nedenlerden biridir diyenler var. İşçiye kendisinin de değişim yaratabilecek bir özne olduğunu bilince çıkartacak eğitim ve pratiklerin olmamasını ya da giderek azalmasını neden olarak gösterenler var.

Nedenler muhtelif olabilir. Ancak, sendikaları siyasetten uzaklaştıran, dolayısıyla pasifleştiren ve güdükleştiren bu tutumlar, giderek sendikaların varlık nedenini de ortadan kaldırma tehlikesi barındırıyor.

Çünkü, sendikaların var olmasının birinci amacı üyelerinin (işçilerin) haklarını korumaktır.

Bakıldığında bütün sendikalar, birkaç kelime farkıyla, amacını “üyelerinin ekonomik, toplumsal, kültürel hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek” olarak belirtir.

Bütün sendikalar tüzüklerine buna benzer içerikte maddeleri yazmak zorundalar. Çünkü, “üyelerinden aldığı aidatla yaşayan bir örgüt” olmanın amacı ve hedefi budur.

Sendikalar, işçilere aittir. Hayat içinde buna aykırı davranın sendikalar varsa da, bunlar doğal değil, geçici bir anormallik olarak ele alınmalıdır. Er ya da geç işçiler kendilerine düşmanca davranan yönetimleri ortadan kaldıracaktır; tarihte hep de öyle olmuştur.

Ziraat odaları ne iş yapar
Sendikalar işçi örgütü değil de, köylü örgütü olsalardı, işin tabiatı gereği farklı konulara ağırlık verirlerdi.

Taban fiyatı, tohumun, gübrenin, mazotun fiyatı, verimli tarım alanlarının kullanımı, girdi fiyatları, traktörler, ürün desteği, tarımsal destek programları konusunda partiler ne diyor ne demiyor diye üyelerini, yani çiftçileri ve köylü kitlesini uyarırlardı.

Ziraat odalarının, tarım birliklerinin yaptığı tam da budur.

Hekimlerin haklarını kim savunacak
Örneğin, tabip odasının görevleri arasında hekimlerin haklarını koruma ve geliştirmenin yanısıra, halk sağlığına dair uyarılarda bulunma görevi vardır.

Bir salgın tehlikesi karşısında susan, gerekli uyarıları etkin ve zamanında yapmayan bir tabip odası, görevini ihmal etmiştir ve suç işlemiştir. Kimi salgınlarda belli et türlerinin, meyve/sebze türlerinin yenmemesine dair bir uyarı yapan hiçbir tabip odası, bugüne dek “tercihimize niçin karışıyorsun” gibi bir suçlamaya maruz kalmamıştır.

Hekimler uyarılarını yapmaya, neyin zararlı olup olmadığını söylemeye mecburdur. Halkın ise, bu uyarıları dinleme mecburiyeti yoktur.

Halkın bu uyarılara uyup uymaması, bir sorun olmakla birlikte, tali bir sorundur. İkincil önemdedir. Hekimleri doğrudan ilgilendirmez.

Diğer örgütlerde doğal karşılanan tutum, sendikaların aidat ödeyen üyelerini uyarma görevi sözkonusu olduğunda, ne yazık ki “üyelerinin siyasi tercihlerine müdahale ediliyor” suçlamasıyla karşılanıyor.

İşçi sorunlarını kim anlatacak
İşçileri temsil eden bir örgütün iş kanunu, emeklilik yaşı, kıdem tazminatı, asgari ücret, işsizlik sigortası, örgütlenme özgürlüğü, barajsız bir sendikal yaşam, ikramiye sayısı, ikramiye sınırı, 1 Mayıslar, taşeron işçiliği, Ulusal İstihdam Stratejisi, erteleme adı altında grevlerin yasaklanması ve işçi‘yi doğrudan ilgilendiren onlarca konuda görüşünün olması mecburiyettir.

Farklı fikirleri duyma şansı bulamayan bir üyenin doğruları el yordamıyla bulması nasıl beklenir ki? Bilinir, “bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” demiş eskiler. “Gerçeğin ışığı, fikirler çarpışınca açığa çıkar” anlamına gelir.

Bu bağlamda, sendikalar elbette üyelerine direktifte bulunmazlar.

Sendikalar, üyesine hangi partiye oy verilmesi gerektiğini söylemeyebilir. Ancak, hangi partiye oy verilmemesi gerektiğini belirtmek sendikalar için partizanlık değil, bir yükümlülüktür.

Dün verdiği sözleri yerine getirmeyen, süslü vaatlerin ardına gizleyerek, iktidara geldiği takdirde işçi aleyhine uygulamaları hayata geçireceğini belirten bir partiye oy yok demek, sendikaların görevi icabıdır.

Marks, “görünen şeylerle hayatın özü aynı olsaydı bilim’e gerek kalmazdı” demiş.

Bu sözü, “partilerin ambalajlı sözlerinin ardına sakladıkları şeyler gerçek olsaydı, sendikalara gerek kalmazdı” diye uyarlamak mümkün.

Üyelerinin sendikanın uyarısını ciddiye alıp almaması veya buna uygun davranıp davranmaması elbette bir sorundur; ancak tali bir sorundur. İkincil önemdedir. Asıl önemli olan sendikaların görevi ihmal suçu işlememesidir.

Sendikalar, içlerinde her türden siyasi düşünceye sahip işçinin yer aldığı demokratik kitle örgütleridir. Doğal ve olması gereken de budur. Ama, sendikalar aynı zamanda birer mücadele örgütüdür.

Kime karşı mücadele ederler?

Başta kapitalizme ve kapitalizmin yan ürünü bütün haksızlıklara karşı mücadele ederler. Bu haksızlıkları üreten, yaratan ne ya da kim olursa olsun, sendikalar bunlara karşı seslerini yükseltmeye mecburdurlar.

İktidardaki partinin tehditlerinden yılarak veya gönüllü olarak iktidardaki partiyi benimseyerek kendi üyesine karşı yapılan yanlışlar dile getirilmez ise, o örgüt, varoluşunun kanıtı kendi tüzüğüne aykırı hareket ediyor anlamı çıkar.

Gelecek oylaması
Sonuç olarak, sendikaların, tüm ülkenin dört yıllık geleceğini belirleyecek seçimler öncesinde hasar tespiti yapma, bilanço çıkartma görevi vardır.

Hangi parti, hangi toplumsal kesime ne öneriyor bilgisini üyesiyle paylaşma görevi vardır.

Daha önceki uygulamaları ile şimdiki programını karşılaştırıp mevcut iktidar uygulamalarının işçiler için ne anlama geldiği konusunda üyelerini uyarma görevi vardır.

Belki üyenin kime oy vermesi gerektiğini değil, ama, kime oy vermemesi gerektiğini söyleme görevi vardır.

Bunu yapmayan sendikalar, “tarafsız” kalmış olmaz. Aksine, görevi ihmal suçu işlemiş olurlar.

Sade bir üyenin bilgisi, imkânı, kapasitesi bütün partilerin programlarını görmeye, incelemeye yetmeyebilir. Bu da üyenin kendi sınıf çıkarları dışında yanlış hareket etmesine yol açabilir.

Binlerce üyenin ortak aklını temsil eden sendika genel merkezlerinin yanlış hareket etme lüksü yoktur. Ellerindeki maddi kaynakları, insan kaynağını işçilerden oluşan üyelerinin çıkarları için kullanmalıdır. Sendikalar, sendika olmanın gereğini yapacaklar ise, bu ilkeye uygun hareket etmelidirler.

19 May 2015
paylaş