Zalimler koca bir ulusu nasıl teslim alabiliyor?

Yunanistan ile AB arasındaki görüşmeler anlaşmayla bitti. Daha doğrusu bir anlaşmadan çok, başını Almanya'nın yani Merkel'in çektiği Avrupa emperyalistlerinin, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'a kayıtsız şartsız teslim tutanağını imzalatması söz konusu. Oysa Yunanistan’da yapılan referandumda halkın yüzde 60’ının Troyka dayatmalarına hayır demesiyle birlikte Merkel’in şahsında emperyalistlerin bozguna uğradığı düşünülüyordu. Bütün dünya halkları sonuçları sevinçle karşılamıştı. Meselenin; nasıl olup da, hem de birkaç gün içinde, tam tersine döndüğüne bakmakta yarar var. Önce tarafların olanak ve olasılıklarına yakından bakalım.

Merkel'in silahları
Almanya elinde başından beri para kaynaklarına hükmetme, alacaklı olmanın verdiği moral üstünlük ve emperyalistlerin klasik olarak elinde bulundurduğu yönetme yönetilme ilişkilerinden doğan statüko vardı. Bu sonuncusunu biraz açmak gerekirse; emperyalist burjuvazi yıllardır kısmen ya da tamamen egemenliği altında tuttuğu halklar üzerinde alışkanlığa dayanan bir otoriteye sahiptir. Uluslararası kamuoyunun tepkisini hesap etmek gerekir; Batı'nın desteğini kaybetmemek lazım; ABD'nin veya AB'nin onayı olmadan bu işler zor; benzeri tezler hep bu kuvvetten doğar. Bu da emperyalistlere muazzam bir psikolojik savaş üstünlüğü getirir. Öyle ki; emperyalistlerin, kölelik şartlarını dayatan bütün taleplerini, şu ya da bu oranda destekleyen partiler hep olagelmiştir. Hatta bu partiler genelde klasik burjuva partileri olarak iktidarda olmuşlar; ilerici hükümetler kurulduğunda ise korkuyu örgütleyerek sert muhalefet yapmışlardır.

Çipras'ın silahları
Yunanistan'ın elinde borçlarını ödemeyi ertelemek ya da reddetmek, Euro bölgesinden çıkıp Drahmiye dönerek para hacmini istediği gibi ayarlayıp krizin ani derinleşmesini frenlemek, Avrupalı emperyalistlerin küstahlığı karşısında başka kredi kaynaklarına yönelmek gibi silahlar vardı. Bir de en önemlisi bu zor kararları hayata geçirmek için arkasında büyük bir halk desteği. Bu destek, görüşmelerde büyük tavizler vermesine karşın tam teslimiyet koşulları dayatıldığında da kendini referandumla güçlü bir şekilde ortaya koydu.

Merkel’in en büyük gücü
Peki nasıl oluyor da Merkel bu kadar zor bir durumu tersine çevirip koca bir ulusu teslim alabiliyor? “Yenilmez Alman iradesi” mi? “Siyasi dehası” mı? Merkel’in gücü nereden geliyor? Merkel’in yukarıda saymadığımız gizli bir silahı mı var? Aslında Merkel’in gücü kendisiyle ya da temsil ettiği gerici, vurguncu, savaş yanlısı emperyalist merkezlerle ilgili değil. Tamamen rakibiyle ilgili. Troykayı bu kadar güçlü yapan şey Syriza’nın, Çipras’ın uzlaşmacı çizgisi aslında.

Syriza, daha seçim propagandalarında uzlaşmacı bir çizgiyi temsil etmişti. Tutarlı, bağımsız bir ekonomik program ortaya koymamış, Euro’dan ve AB’den çıkmayı önermemiş, emperyalistlerle ilişkilere temelden karşı çıkmamış, NATO’dan çıkmayı dahi savunmamıştı. Ama yine de Yunanistan halkının klasik burjuva partileri dışında bir sol partiye yönelmesi bakımından anlamlı bir yerde duruyordu. Diğer partilere göre sokağın yönlendirmesine daha açık bir parti olması da başka bir umut kaynağıydı.

Syriza'nın uzlaşmacı çizgide kalacağı kendini referandum öncesi pazarlıklarda ortaya koydu. Çipras seçimde söylediklerinin taban tabana zıttı bir teslimiyet programını önerdi. Fakat kendilerini medeniyetin, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin temsilcisi olarak sunan Avrupa burjuvazisi, Yunanistan'a kayıtsız şartsız bir teslim olmayı dayattı. Çipras bu kadarına katlanamayarak elini güçlendirmek için referanduma gitti ve yüzde 60’lık büyük bir destekle “aslanlar gibi” Avrupalı emperyalistlerle müzakere yapmaya gitti. Ama aklının ve yüreğinin ufku halkının aklının ve yüreğinin ufkundan çok geri olduğu için Merkel’in baskılarına dayanamadı ve referandum öncesinden daha da ağır bir anlaşmayı önerdi, emperyalist efendilere. Ancak göstermelik bir iki konu da Troykanın taleplerine karşı çıktı.

Uzlaşmacılık nerede biter, ihanet nerede başlar?
Sonuç yıkıcı oldu. Çipras’ın AB’den, en azından Euro bölgesinden çıkmayı dahi öngöremeyen çapsız, ufuksuz çizgisi ortaya çıkınca Merkel bu defa kendisine yönelmiş silahı tersine çevirerek Yunanistan’ı Euro bölgesinden atmakla tehdit etti. Çipras, elindeki silahını düşmanına kaptıran dövüşçü gibi korkuya kapılarak hızla teslim oldu. Ve sınıf mücadeleleri tarihinde uzlaşmacılık denilen çizginin aslında ihanetten başka bir yola çıkmadığını bir kez daha ortaya koyarak paha biçilmez bir ders verdi. “Aman Euro’dan çıkmayalım, AB’den ayrılmayalım” korkusu ya da tezi ihanete giden yolun taşlarını döşedi.

“Burada anlatılan senin hikâyendir”
Ortada halkın yüzde 60'ının karşı çıktığı bir durum var. Üstelik meclisteki milletvekillerinin çoğunluğu da halkın karşı çıktığı bu duruma, kemer sıkma politikalarına son vermeyi vaat edenlerden seçilmiş. Halk yeri geldiğinde kitlesel eylemlerle, yeri geldiğinde de sandıkta bu politikalara son verecek güçleri istediğini, desteklediğini göstermiş. Ama halkın rüzgârını arkasına alanlar izledikleri uzlaşmacı politikaların, kendilerine emperyalistlere beğendirmenin telaşıyla ihanet noktasına kadar sürüklenmiş. Halkın nefret ettiği kişiyle halkın reddettiği politikaları sürdürmek için teslim anlaşması imzalamış. Evet, bu bize uzak bir öykü değil. Anlatılan bizim hikâyemiz.

Uzlaşmacı çizginin dayanakları
Uzlaşmacılık, ucu ihanete kadar giden yolda kendini var edebilmek için sağlam dayanaklara ihtiyaç duyar. Sonuçta halkın açık taleplerinin yarattığı bir hareketten beslendikleri hâlde bu talepleri bilinmez bir vadeye ertelemek taktiğiyle davranacaklardır. Öyleyse öne sürülecek bahanenin, bu hareketleri destekleyen kitlenin önemli bir bölümünü etkilemesi gerekir. Halk hareketini içinde bulunduğu devrimci atılım duygusundan çıkarmak için ise korkuları, kaygıları örgütlemekten daha etkili bir yol yoktur. Yani uzlaşmacı hareketler, kendilerini var eden devrimci enerjiye değil, atılım içindeki halk kitlelerinin kaygılarına, korkularına sımsıkı sarılırlar. Cesareti, azmi değil; kaygıları, kararsızlıkları örgütlerler. Bu Yunanistan'da "aman Avrupa'nın dışına düşmeyelim" olur Türkiye'de "aman çözüm bozulmasın" olur. Ya da tersinden "ülkenin bölünmesini önlemek lazım" denir. Bir başka açıdan "ülkenin hükümetsiz kalmaması için, ekonomik istikrarsızlığa kapılmamak için üzerimize düşen fedakârlığı yaparız" da olabilir. Yani sizi AKP'yi devirmek için görevlendiren halk kesimlerinin rengine göre kaygılar geliştirmek mümkündür. Sonuçta halkın istemediği kişiyle, Erdoğan-AKP ile; halkın istemediği durumun yani gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminin sürmesi doğrultusunda pazarlık yapabilirsiniz. Onlar da Merkel gibi yaparak; AKP'siz bir hükümet kurulma tehdidine karşılık, hükümet kuruluşuna katılmam ülkeyi seçime götürürüm diyerek; elinizdeki silahı alır ve size karşı kullanır. Artık hızla teslim olmak dışında bir şey göremez olursunuz.

Sonuç olarak, uzlaşmacı çizginin kendini var etmek için geliştirdiği dayanaklar, bir anda; despotun, diktatörün, çarın, kralın, padişahın zulmünün, iktidarının sürmesinin dayanaklarına dönüşür.

Şimdi yazının başlığındaki soruyu Türkiye için değiştirip sormak gerekir herhâlde. Sahi, Tayyip Erdoğa'ın gücü nereden geliyor? Nasıl oluyor da halkın yüzde 60'ı ona karşıyken iktidarını sürdürüyor? Partisinin içi bile ona karşı fokur fokur kaynıyorken otoritesini nasıl sürdürebiliyor?

15 Tem 2015
paylaş