Dünya Kapitalist Sistemi nedir?

Bugün dünyamız, sosyalist sistemin yıkılmasıyla küresel hâle dönüşen kapitalist sistemin egemenliği altında bulunuyor.

Fabrikaların, bankaların, çiftliklerin, işletmelerin özel mülkiyetine sahip kapitalistlerin ücretli emekçileri sömürmesine dayanan kapitalist sistem, gıda, inşaat, ilaç, enerji, elektronik-bilgisayar, iletişim-bilişim, demir-çelik, otomotiv, ulaşım, savaş sanayisi, bankacılık, medya gibi sektörleri kontrol eden dev uluslararası şirketlerin güdümüyle ayırt ediliyor.

Kapitalist sistemin toplumsal gerçekliği sermaye, emek ve devlet arasındaki ilişkilerle belirleniyor.

Toplumsal yapının sermaye birikiminin mantığına göre örgütlenmiş olması; üretim ilişkilerinin sömürüyeve emeğin metalaştırılmasına dayalı olması; kapitalistlerin yatırım, üretim ve gelir bölüşümü kararlarını kâr amacına uygun olarak belirlemesi; rekabet; piyasa ilişkilerinin anarşisi; sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi sonucu tekelleşme; üretim ilişkilerinin sömürüye ve emeğin metalaştırılmasına dayalı olmasından kaynaklanan sınıf mücadelesi; devletin sistemin koruyucusu ve kollayıcısı rolünü üstlenmesi, kapitalist sistemin en temel özellikleridir.

İleri, orta veya geri; bağımsız, yarı bağımlı veya bağımlı; sanayileşmiş, yarı sanayileşmiş veya sanayileşmemiş; alacaklı, kendine yeterli veya borçlu; hızlı veya yavaş büyüyen bütün kapitalist ülkeler bu özellikleri ayrımsız paylaşıyorlar.

Bununla birlikte, dünya kapitalist sistemi despotikbir hiyerarşiye göre konumlanmış ulus-devletlerden oluşan küresel bir yapı özelliğini taşıyor. Tek tek ülkelerin bu hiyerarşik yapı içerisindeki konumları son tahlilde ekonomik güçleriyle belirleniyor.

Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunu kapsayan geri kapitalist ülkeler çok az sayıdaki ileri kapitalist-emperyalist ülke tarafından bağımlılaştırılmış durumda bulunuyor.

Amerika Birleşik Devletleri bu hiyerarşik küresel yapının en tepesinde dünyanın baş emperyalist gücü olarak yer alıyor.

Dünyanın en büyük üretim ve finans merkezi olması; teknolojik gelişmişliği; en yakın rakiplerini bile çok geride bırakan savaş sanayisi, nükleer ve klasik askerî gücü; üniversiteleri, medyası, eğlence-kültür sanayisi ve “Amerikan tarzı yaşam”ından oluşan ideolojik-kültürel silahları; hep birlikte, ABD’ye büyük bir üstünlük sağlıyor.

ABD, Almanya ve Japonya, emperyalizmin üç kilit gücünü oluşturuyor. Dünya ekonomisine yön veren kararlar öncelikle bu üçlüyü de içeren emperyalist G-7 ülkelerinin (ABD, Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya grubunun) koordinasyonuyla alınıyor.

Uluslararası Para Fonu (İMF) ve Dünya Bankası, geri kapitalist ülkelerin ekonomilerini bir avuç zengin kapitalist ülkenin çıkarlarına göre biçimlendirmek, bağımsız gelişmelerinin önüne geçmek, siyasal bağımsızlıklarını elde etmiş olan eski sömürge ve yarı sömürge ülkelerin emperyalist ticaret ve yatırım ağının dışına çıkmalarını engellemek, onları siyasal olarak çökertmek için kullanılan temel araçlar işlevini görüyor.

Geri ülkelerin gümrük vergileri ve kotalar yoluyla yerli sanayiyi korumalarını önlemeye hizmet eden serbest ticaret anlaşması örgütü Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Almanya öncülüğündeki Avrupa Birliği (AB), ABD öncülüğündeki Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ve Japonya ağırlıklı Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu (APEC) gibi ticari blokların yoksul ekonomilere dayattıkları anlaşmalar aynı amaç için kullanılan diğer mekanizmalar arasındadır.

Emperyalist ülkelerin ve denetimlerindeki kurumların dayatmasıyla bağımlı ülkelerin ekonomilerinde meydana getirilen yıkımlar ve bozulmalar, girilen borç batağı, geleneksel tarım ülkelerinin bile kendi halkını besleyebilecek durumdan uzaklaşması, halkların açlığın pençesine terkedilmesi artık olağan bir duruma dönüştü.

 

21 Nis 2016
paylaş