7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yaşadığımız bir yılda 1 Kasım seçimlerini, ülkenin her yanında patlayan bombaları, çatışmaları, ölen yüzlerce insanı gördük. Bu son bir yıl gazetecilere ve medya kuruluşlarına baskının da neredeyse zirveye çıktığı bir yıl oldu.
2015 yılının Kasım ayına Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması damgasını vurdu. Suriye’ye insani yardım malzemeleri taşıdığı söylenen MİT’e ait TIR’larda bulunan silahların görüntülerinin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmasının ardından “siyasi ve askeri casusluk” suçlaması ile tutuklanarak Silivri cezaevine gönderildiler. 2015 yılı içerisinde yargılanmış ve yargılanmaya devam eden toplam gazeteci sayısı ise 100’den fazlaydı ve büyük çoğunluğu 17-25 Aralık Yolsuzluk Soruşturması ile ilgili haberleri ve ‘Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ suçlamalarıyla yargılanıyordu. Bu güne geldiğimizde yargılamaların 300’ün üzerine çıktığını gördük. Türkiye cezaevlerinde ise 37 gazeteci bulunuyor.
Basın Özgürlüğü AKP ile yok oldu
Türkiye’de basın ‘Yandaş’ ve ‘Muhalif’ olmak üzere ikiye ayrılıyor. Havuz medyası olarak da anılan yandaş medya, iktidarın reklamını yapıp gücüne güç katan bir pozisyonda duruyor. Bunu yaparken tarafsız haber verme misyonunu bir kenara atıp, gazeteciliğin etik ilkelerine uymayıp, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını ayaklar altına alıyor. Gerçekleri halka anlatma çabasında olan muhalif medya ise baskı, sansür, engellenme ve yargılanma ile karşı karşıya kalıyor.
Ocak-Şubat-Mart 2016 BİA Medya Gözlem Raporu’na göre 15 site, sekiz medya organı (6 gazete, 1 TV, 1 dergi), 312 URL temelli haber, 200 Twitter hesabı, 33 Youtube, 79 Instagram linki, 3 kitap, 1 panel sansüre uğradı. Beş yayın yasağı kararı çıktı; 2 akreditasyon ayrımcılığı yaşandı, 12 de sansür olayı yaşandığı belirtildi. Yine aynı rapora göre bu dönemde 174 gazeteci, köşe yazarı veya medya çalışanının işten çıkarıldı, 9 gazetecinin sunduğu programlar sonlandırıldı; 2 uluslararası medya temsilcisine çalışma izni verilmedi.
Önceleri akreditasyon sıkıntısı yaşayan, basın toplantılarına kabul edilmeyen, haber takibi yapmalarına izin verilmeyen muhalif medyanın ortak paydası ise ‘Basın Özgürlüğü’. AKP’nin basın özgürlüğüne vurduğu darbe, birbirinden farklı ideolojik duruşları olan medya kuruluşlarını bir araya getiriyor. Ulaştıkları gerçekleri haber yapamayan, yaptığı zaman iktidarın baskısı ile karşı karşıya kalan medyanın başka alternatifi de yok. Üstelik bu muhalefet öyle genişledi ki içinde Doğan medyası da var, cemaat medyası da…
Medyanın gücü, iktidarın zoru
Medyanın kârlı bir iş alanı olmadığını bilen bilir, ancak medya sahiplerinin iktidar ile ilişkilerinde önemli bir rolü olduğu çok açık. Öyle ki Türkiye’de medya şirketi bulunan patronların farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketleri de var ve aldıkları kamu ihalelerine bakarak aradaki ilişkiyi anlamak mümkün.
Medya en iyi reklam ve empoze aracıdır, kitleleri yönlendiren en güçlü silahtır. Doğan medyası ise sektördeki en büyük paya sahip. Tayyip Erdoğan’ın “hükümet yıkmaya, hükümet kurmaya alışmış olan yazılı ve görsel medya” olarak tanımladığı Doğan medyasının, daha önce AKP’yi vezir etmek için kullandığı gücü, AKP’yi rezil etmeye yetmedi. Muhalif seslerin yükselmesine katlanamayan AKP, yandaşlarını önce Hürriyet gazete binasına, bir süre sonra da Ahmet Hakan’a saldırttı. Şimdilerde ise koyu bir AKP destekçisi olan Abdulkadir Selvi Hürriyet’te köşe yazıyor.
Diğer taraftan Cemaat medyası da uzunca bir süre AKP’nin halkla ilişkiler görevini yürüttü ancak çıkar çatışmaları başlayıp baskı/sansür/engellemeye maruz kaldıklarında hep beraber ‘Basın Özgürlüğü’nden dem vurmaya başladılar. Hatta Cemaat yapılanması ile ilgili yazdığı kitabı nedeniyle tutuklanan gazeteci Ahmet Şık Cemaat medyasına operasyon yapıldığında Twitter hesabından “Cemaat’in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. Faşizme karşı çıkmak erdemdir” yazarken, Zaman Gazetesi Washington Temsilcisi Ali H. Aslan da, “Faşiste faşist dediğin için teşekkürler Ahmet Şık. Ve lütfen hakkını helal et. Biz senin özgürlüğüne böyle sahip çıkamamıştık” diye yazmıştı.
Kürt Medyasının AKP ile imtihanı
Bu baskı sürecinde AKP ve HDP’nin dilinden düşürmediği ‘Çözüm süreci’ yerini ‘savaş’a bırakınca baskıdan/sansürden en çok nasibini alan Kürt medyası oldu. Güneydoğu’nun Suriye’den farkı kalmadığı gibi, orda nelerin yaşandığını sağlıklı bir kaynaktan öğrenemedik, öğrenemiyoruz. Artık yurttaşlar haber platformlarından ziyade sosyal medyadan haber takip eder oldu. “Yurttaş Gazeteciliği” yaygınlaştı.
AKP ne yaptıysa da, gücü gerçekleri gizlemeye yetmiyor. Minarenin kılıfı, minareye olmuyor.
Basın özgürlüğü kim için?
Buradan anlaşılan şu; iktidar istediğinde medyayı da baskı ve kontrolü altına alabiliyor. Yani medya geniş halk yığınlarını yönlendirirken, medyayı da iktidar yönlendiriyor, yönlendiremediği takdirde ise cezalandırıyor. Ancak sonsuza kadar gerçeklerin üzerini örtmek mümkün olmadığı için son tahlilde iktidar tepetaklak olurken medya durduğu yerde duruyor yani galip geliyor.
Gazetecilerin öncelikle halka karşı sorumluluğu vardır. Yaşananları olduğu gibi aktarmak, tarafsız haber yapmak bu mesleğin öncelikli etik görevlerindendir. Basın özgürlüğü öncelikle halkın gerçekleri öğrenme hakkı olduğu için savunulmalıdır. Dahası, özgür bir basın için medyanın sermaye sahiplerinin tekelinden çıkması şart. Bunun için ise mesleği icra eden ilkeli gazetecilerin bir arada durabilmesi, dayanışma içinde olması gerek.
- Nurdan Aktaş