Bugünü anlayabilmek için düne de bakmak gereklidir. Amerikan ve Avrupa emperyalizminin, Türkiye dahil ortadoğu bölgesindeki kanlı müdahalelerini, bu müdahalede kullanabildiği, harekete geçirebildiği güçlerin kafa karışıklığını, ideolojik netlik yoksa savrulmanın boyutlarını göstermesi açısından, ''ürün sosyalist dergi''den konuyla ilgili bir kaç hatırlatmayı sunuyoruz.
Ulusal hareketlerin, doğaları gereği birer kurtuluş hareketi olduğunu öne sürmek de pek doğru olmayacaktır. Sosyalizmin dünya coğrafyasından bir güç olarak yok olmasıyla birlikte, ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin, günümüzdeki ulusal mücadeleler üzerindeki en belirleyici dışsal belirleyenin etkisi altına girme tehdidiyle karşı karşıyadırlar. Bu tehdidin panzehiri ise toplumsal kurtuluş ideolojisinin güç kazanmasına, bu hareketlerdeki sosyalizmin ideolojik ağırlığının artmasına, kendi bölgelerinde özel perspektifler üretebilmelerine, bu kapitalist güçlerin karşısında yeni bir alternatif üretebilmelerine bağlıdır. ( Ürün Kitap Dizisi Sayı : 2, 15 16 Haziran 1997, “Dünden Bugüne Dünya ve Türkiye”)
Türkiye’de “Yeni Düşünce”
“ Yeni düşünce” Türkiye’de önce TKP’ye musallat oldu. 1983 yılında yapılan 5. Kongre’de kabul edilen programın ve NATO’cu faşist diktatörlüğe karşı genel direnişi örgütleme kararının daha mürekkebi kurumadan, Haydar Kutlu yönetimi Gorbaçov’un papağanlığına başladı. “Barış ve Ulusal Demokrasi Alternatif Programı” kabul edildi. TKP’nin Türkiye’deki egemen kesimler dahil herkesle “demokrasi ve barış için” işbirliğine hazır olduğu ilan edildi.
Buna göre, NATO’dan çıkmak, faşizme karşı mücadele etmek, tekelci sermayeye karşı direnmek, militarizme son vermek artık söz konusu değildi. Başta TÜSİAD olmak üzere eskiden sınıfsal karşıtımız olan bütün güçlerin partner olarak görülmesi gerekiyordu. Programdan günlük çalışma tarzına, sloganlardan kavramlarımıza kadar herşey yenilenmeli, genel zihniyetimiz kökten değişmeliydi; gün çağdaşlık günüydü.
Sermayeye uyum sağlamayı amaçlayan yenilenmeci program, kapitalizmin ve emperyalizmin sadık uşağı 12 Eylül faşizminin zulmünü iliklerine kadar yaşayan partililere ve sempatizanlara bu teslimiyet çizgisini kabul ettirebilmek için TİP ve TKP birliği ambalajıyla sunuldu. İki partinin TBKP adıyla birleşmeye karar verdikleri açıklandı ve Kasım 1987’de Haydar Kutlu ile Nihat Sargın ülkeye dönerek teslim oldular.
Haydar Kutlu, TBKP’ye en yakın partinin kapitalistlerin gözdesi ANAP olduğunu açıkladı. Sağcı çevreleri memnun etmek için, solun en haklı olduğu bir konuda bile günah çıkardı: Solcuların zamanında Boğaz köprüsüne karşı çıkarak hata ettiklerini ilan etti. Likidatörlerin burjuvaziye ve emperyalizme yaranmak için böylesine alçalması bile, devletin kılını kıpırdatmadı. Yasal olarak kurulan TBKP bir süre sonra Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Peki, “yeni düşünce” Türkiye’yi, demokrasi, bağımsızlık, eşitlik, hukuk ve barış açısından bir santim ileriye götürdü mü? Türkiye’de yaşayan herkes bu sorunun yanıtını kendi deneyimlerine dayanarak kolayca verebilir.
TBKP’den sonra “yeni düşünce” art arda başka yapılara da sıçradı. Örnekleri herkes tarafından biliniyor. Şimdi sıra Kürt ulusal hareketine gelmiş görünüyor. Öcalan, yeni dünya düzenine uyum sağlamakta geciktiklerini, demokrasinin erdemlerini yeni anlamaya başladıklarını, ama bu yolda yürümeye kararlı olduklarını açıkladı. Sovyet sisteminin çözülüşünün başta Doğu Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde demokratikleşmeye yol açtığını, birey özgürlüğüne değer veren Amerika’nın sapasağlam ayakta olduğunu, ama bireyi geliştirmeyen totaliter sosyalizmin yıkıldığını bildiklerini söyledi. Demokrasinin yirminci yüzyılda faşizmin total amansız diktatörlüğü ile zıt yöndeki reel sosyalizmin totaliter rejimlerine karşı direnerek yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan ettiğini, toplumun yüceltilmesi gereken ifadesi olarak devlete saygılı ve bağlı olduğunu, sorunların çözüm dilinin isyan veya devrim olamayacağını, barış içinde anayasal evrim yolunun geçerli olduğunu, yirminci yüzyılın sonunun bunu böyle emrettiğini, üniter devlete inandığını, siyasi kimlik değil, demokratik ve kültürel kimlik istediğini, Misak ı Millî’nin gereklerinin çağdaş ölçüler içerisinde geliştirilmesine yani büyütülmesine çalıştığını, Türkiye’nin iç barışından aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne kavuşmasını arzuladığını, Ortadoğu’da liderlik döneminin Orta Asya’dan Balkanlar ve Kafkasya’ya kadar etkili olma anlamına geleceğini, Türkiye’nin genel ekonomik yapısının bölge olanakları kadar, oradan Ortadoğu’ya taşırılmasıyla gerçekten bir hamle sürecine gireceğini, yasal sürecin işlemesiyle devletle bütünleşmek için kendisinin ve taraftarlarının herşeyi yapacağını belirtti. Son olarak, silahları bırakma kararı aldıklarını ve bunun samimiyetini kanıtlamak için bir grubun silahlarıyla birlikte devlete teslim olacağını ilan etti.
Süreç devam ediyor. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. ( Ürün Sosyalist Dergi Sayı: 3, Eylül Ekim 1999, “Merkezin İntiharı”)
Irak ulusal kurtuluş savaşı, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya, Avrasya’ya ve bütün dünyaya mutlak egemen olma saldırısının yolunu kesiyor. Iraklı yurtseverler, bu anlamda sadece Iraklıların değil, bütün bölge ve dünya halklarının savaşını veriyor. Bu nedenle, bölge ve dünya halklarının Iraklı yurtseverlerle enternasyonalist dayanışması sadece hakkın ve adaletin gereği olmakla kalmıyor, Amerikan sömürgeciliğinin kölesi olmak istemeyen herkesin en temel menfaatlerinin emrettiği bir davranış oluyor. Bu gerçeğin farkına varmayan davranışlar ters tepecek ve “yüksek politika” yaptıklarını sananları vuracaktır. Komşunun evinin yanmasından medet ummak ve hatta kundakçıyla işbirliği yapmak, kendi evinin de yanmasını göze almak demektir. Kürt ulusal hareketinin Irak’taki işgalin birinci yıldönümünde yayınladığı bildiri, gerçekten hazin bir örnektir. Amerikan emperyalizminin bölgeye yerleşmesini “tarihsel bir fırsat” olarak görmek, sömürgecilikten ulusal kurtuluş, demokrasi ve özgürlük ummak, büyük bir yanılgıdır. İşbirlikçi Barzani ve Talabani’nin peşinden gitmek, uçuruma gitmektir. Emperyalizmin Türk, Arap, Fars işbirlikçileri kendi halklarına ne derecede zarar veriyorsa, Kürtler arasında emperyalizmin işbirlikçiliğine soyunanlar da kendi halklarına aynı ölçüde zarar vereceklerdir. Daha önce İlhan Selçuk’a Açık Mektup’ta vurguladığımız gibi, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz” parolası hakka ve adalete uygun olduğu gibi, en gerçekçi politikadır aynı zamanda.
Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda, kimliği, dili, kültürü, ulusal özlemleri inatla tanınmayan bir halkın, “denize düşen yılana sarılır” misali, sömürgecilerin pençesini kurtuluş ümidi sayabileceğini görüyoruz. Zaten enternasyonalizmin, kardeşliğin, eşitliğin, hakkın ve adaletin gereği olarak tanınması gereken bu ulusal hakları ve özlemleri savunmak, öyleyse, en gerçekçi politikanın da gereğidir. Sadece Irak’ta değil, Türkiye’de ve bütün bölge ülkelerinde Kürt kardeşlerimizin meşru haklarını savunmak ve derhâl vermek, Amerikan sömürgeciliğine karşı mücadeleye büyük güç katacaktır.( Ürün Sosyalist Dergi Sayı: 16, Mayıs Haziran 2004, “İşgalin Birinci Yıldönümünde”)
- Ürün Sosyalist Dergi