Tehlikeye karşı başarıyla savaşabilmek için onun ana
sebeplerini araştırmak gerekir
Kara Kuvvet Yeşil Sancak No.4
Yobazlar yeşil sancaklarını dalgalandıra dalgalandıra hücuma kalktı. Yardımcıları ve kışkırtıcıları: Hükümet… Şarlatan Saidi Nursi’nin elini öpen Menderes de koruyucuları… Maksat: Halkı ortaçağ karanlığına gömmek… Maksat: Halkın düşünmesini, düşünüp de içinde bulunduğu korkunç hayat şartlarından kurtulmak için dövüşmesini önlemek… Tehlike büyüktür: Türk milleti kafası hurafeler zinciriyle örümceklenmiş bir köle millet haline getiriliyor.
Gazete ve dergilerden bazıları irticaya karşı savaşmaya başladı. Bu savaşlarını ne kadar övsek azdır. Yalnız bir diyeceğimiz var: Bir tehlikenin ana sebepleri iyice anlaşılmadan ona karşı başarıyla savaşmak imkânsızdır.
Bataklığın kıyısındaki bir köyde sıtmalılara elbette kinin vermeliyiz, ama bataklığı kurutmadan sıtmanın köküne kibrit suyu ekilemeyeceğini de bilmeliyiz.
Gazete ve dergilerimizin yobazlara karşı giriştikleri savaş, sıtmalı köyde kininle yapılan savaşa benziyor. Bataklığı görmüyorlar ve onu kurutmaya çalışmıyorlar. Belki görüyorlar da, kurutmak istiyorlar da, korku belâsı görmemezlikten geliyor, bataklığı kurutmak için kıyısına bile inemiyorlar.
Bizce, kara kuvveti şahlandıran ana sebepler birbirini doğurur ve tümü bir tek sebepte toplanır: Milli bağımsızlığımızı yitirmemizde.
Açlık, sefalet, bakımsızlık, işsizlik, cehalet halkı kara kuvvvete kolayca yem yapar. Bu dünyada bir kere bile karnını doyasıya doyuramayan bir insan, öte dünyadaki cennet taamlarının [yemeklerinin] dalgasına düşer. Yağla bal akıtan cennet çeşmelerini anlatan yobazı can kulağıyla dinler. Hastalığına ilaç, doktor, hastane bulamayan insan, üfürükçüden medet umar. Okulu olmayan bir köyün çocukları köy imamının kurbanlık kuzularıdır. Ömrü boyunca ağaya boyun eğen ve jandarmadan dayak yiyen, devlet kapısında horlanan, askerde silsilesine sövülen bir insan, hıncını çıkarmak için birini arar: Kendinden zayıf, kendinden daha zavallı birini. Karısını bulur. Yobaz vaaz eder, döv karını, karısını dövmeyen deyyustur der. Fakir köylünün ağaya, jandarmaya yönelebilecek öfkesini karısına yöneltir. Sözü uzatmayalım. Açlığın, sefaletin, işsizliğin, cehaletin, kara kuvvetin belli başlı yardımcıları olduğunu ispata lüzum yok. Peki ama, neden dolayı bu açlık, bu sefalet, bu işsizlik, bu pahalılık şu son on yılda böylesine arttı da, böylesine bir bataklık oldu da, kara kuvvetin böylesine şahlanmasına imkân verdi? Çünkü millî bağımsızlığımızı yitirdik. Çünkü Sovyetler bize saldıracak yalanını, kızıl tehlike var palavrasını perde edip memlekette astığı astık kestiği kestik hüküm sürmek isteyenler bizi Amerika’ya sattı. Çünkü, çiftliklerinin gelirini artırmaktan, Amerikan ve İsviçre bankalarındaki hesaplarını çoğaltmaktan başka bir şey düşünmeyenler, memleketi bir Amerikan askeri üssü yaptı. Çünkü aklın-havsalanın almıyacağı kadar ağır askeri masraflarımız var: Çünkü iç ve dış politikamız Amerikalıların buyruğu altındadır.
Osmanlı imparatorluğu son devirlerinde bir yarı sömürgeydi. Kuvvayı Milliye, bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurdu. Bugünkü kodaman politikacılarsa; iktidardaki, muhalifi; Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğundan daha koyu bir yarı sömürge haline getirdi. Sömürge ve yarı sömürgelerdeyse, iç ve dış sömürücüler bir yana, halk sefalet içinde yaşar ve halkı baskı altında tutmak için papaz, rahip yahut hoca efendi kılığındaki yobazlar halkın üstüne salınır.
Milli bağımsızlığımıza tekrar kavuştuğumuz gün kara kuvvete de öldürücü darbeyi indirmiş olacağız.
27.6.1959
- Nazım Hikmet