Türkiye'de Milli Eğitim İdeolojisi ve Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi / Despotik Eğitim

Despotik eğitim, halkın kendi kendini yönetmesi yerine, bir sınıfın mutlak hakimiyetini sürdürme amacını güden eğitimdir. Despotik eğitimin temel hedefi halkın devlet yöneticilerine koşulsuz biçimde itaat etmesini sağlamaktır. Despotik eğitim, yönetme hakkı tekelini bir seçkinler kesimine teslim edip bütün halkı bu haktan yoksun bırakmanın doğal ve meşru olduğu görüşünü aşılama amacına göre tasarımlanmış eğitimdir. Despotik eğitimin savunduğu düzen, efendiler ve uyruklar düzenidir. Despotik eğitim,’’iktidarda bulunanlara itaat edin’’ sloganını bayrak edinir. Uyruklara uyrukluğun ne kadar iyi birşey olduğu görüşünü aşılarken, hakim sınıfın üyelerine, kendi bilgece hakimiyetlerinin ”devletin güvenliği” açısından vazgeçilmez olduğu görüşünü benimsetir.

Despotik eğitim, evrenselliğin yerelcilikle; ortak çıkarların kısmi çıkarlarla; dayanışmanın baskıyla; paylaşmanın sömürüyle; akılcı mutabakatın kararların dayatılmasıyla; düşünce, vicdan ve anlatım özgürlüğünün sansür ve zulümle; eleştirel tartışmanın körü körüne itaatle; barış ve uyumun (hem ”iç”, hem de “dış” düşmanlara karşı) militarizmle; aydınlanmanın öğretilemeyle (endoktrinasyonla); karşılıklı saygı ve insan onurunun liderlere tapınmayla; bireylerin her yönlü gelişiminin toplumsal işbölümünün neden olduğu alçaltıcı durumlarla ikame edilmesini meşrulaştırır.

Despotik eğitimin en hararetli savunucuları Platon ile Hobbes olmuştur.

 

1- Platonun Eğitim Felsefesi
Platon’un felsefesinde, eğitim devletin vazgeçilmez bir işlevidir. Platon’a göre, devlet yöneticileri eğitim sayesinde kendi uyruklarını devlet güvenliğinin ihtiyaçlarına göre biçimlendirebilirler. Platon’un öngördüğü eğitim,’’kişinin, yurtaşlığın gerektirdiği ideal mükemmelliği şevkle amaç edinmesini sağlayan ve ona adaletli biçimde nasıl yöneteceğini, nasıl itaat edeceğini öğreten... erdem eğitimidir”. Platon’a göre “öğrenciler anne babaların değil devletin mülkü sayılacaktır”.

Üç Sınıf
Platon yurttaşları üç sınıfa ayırır: işçiler ve korucular iki temel sınıfı oluşturur, bu temel sınıflardan korucular ise kendi içlerinde askerler ve yöneticiler olarak ikiye ayrılır. İşçilerin görevi üretmek, yaşam için gerekli maddeleri temin etmektir. Korucuların görevi ise, savaş yoluyla devletin sınırlarını genişletmektir.

İnsanların sınıflara ayrılmasını Platon şöyle haklı göstermeye çalışır: ”Üç tür insan vardır: doğa tarafından yönetmek için değil de, çalışmak için yaratılanlar; ancak başkalarının kontrolü ve yönetimi altında yönetmek için yaratılanlar; ve son olarak, araçları ve amaçları nihai olarak belirlemek gibi en yüksek düzeyde devlet adamlığı görevlerine uygun olarak yaratılanlar”.

Platon’un, işçilerden talep etiği tek yurttaşlık erdemi, üretmenin yanısıra, ”itidal sahibi” olmalarıdır; itidal sahibi olmak, haddini bilmek demektir. Yani, işçilerin tek bir siyasal ödevi vardır ve o da itaat etmektir; işçilerin devlet yönetimine katılma hakkı yoktur; işçilere düşen, ”daha akıllı insanların vesayeti altında yaşamak”tır.

Soylu Yalanlar
İşçileri bu kadar düşük bir statüye razı etmek için, Platon, Tanrının insanları farklı madenlerden yarattığını iddia eden madenler efsanesi gibi “soylu yalanlar”ın propaganda edilmesini önerir: “Hepiniz kardeşsiniz, ama Tanrı her birinizi ayrı yaratmış. Kiminiz kumanda etme gücüne sahipsiniz, Tanrı bu kimseleri yaratırken hamurlarına altın katmış, dolayısıyla en büyük şerefi onlara vermiş; kimilerini gümüşten yaratmış, onları asker yapmış; kimilerini de tunçtan ve demirden yaratıp çiftçi ve zanaatkâr yapmış...bir kehanete göre, tunçtan veya demirden yaratılan bir kişi devletin başına geçerse o devlet yıkılır.”

Platon, devlet yöneticilerinin hem kendi yurttaşlarını, hem de düşmanları aldatma hakkına sahip olduğunu açıkça ilan eder: ”Eğer yalan söyleme ayrıcalığına sahip olması gereken birileri varsa, bu kişiler devlet yöneticileridir; devlet yöneticileri ister düşmanlarla, ister kendi yurttaşlarıyla ilişkilerinde kamu yararı için yalan söyleyebilirler. Ama başka hiç kimse bu tür şeylere kalkışmamalıdır. ”Devlet yöneticileri sansür uygulama hakkına da sahiptir.. Örneğin anneler ve dadılar çocuklara sadece devletçe izin verilen masalları anlatabilirler.

Devlet Kontrolünde Din
Devletin merkezi kotrolü altında tutulan okul sistemiyle birlikte, din de devletin merkezi düzenlemesine ve kontrolüne tabidir. Hangi rahiplerin yetkili, hangi tapınakların onaylı, hangi dinsel uygulamaların ve ayinlerin izinli olduğu belirlenir, izinsiz mezhepler ve uygulamalar yasaklanır. Aynı zamanda, ateizm, hapis hatta ölüm cezası gerektiren bir suç ilan edilir; gençler ateizmin devlet güvenliğine karşı bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarılır ve eğitilir.

Özgürlük Düşmanlığı ve Militarizm
İleride devletin başına geçecek yöneticilerin eğitiminde can alıcı önem taşıyan son nokta, öğrencilerin onyedi ile yirmi yaşları arasında harp okulunda eğitim görmesi ve savaş meydanlarına götürülerek “tıpkı av köpeklerinin yetştirilmesinde olduğu gibi, kanın tadına bakmaları”nın sağlanmasıdır.

Platon’un öğretisinde özgürlük, kendi başına bir değer değildir ve bir ideal olarak kabul edilmemelidir. Platon’a göre, özgürlük kendi başına bir değer sayılır ve bir ideal olarak kabul edilirse, halk “liderlerini oligark olarak damgalayıp reddeder”; sonuçta ”küçük bir yasak bile halkta dayanılmaz baskı gibi öfke yaratır, disiplin ve yasa saygısı büsbütün ortadan kalkar”.

Görüldüğü gibi, Platon’un eğitim felsefesi, özünde, sömürü, baskı ve zulmün savunuculuğunu yapmakta, özgürlük ve eşitliğe saldırmaktadır.

 

2- Hobbes’un Eğitim Felsefesi

Siyaset ve İdeoloji Olarak Eğitim
Hobbes, eğitimin siyasal rolüne büyük önem verir. Eğitim, toplumu yöneten egemen için vazgeçilmez bir öğedir. Toplumu yönetmek, insanların eylemlerini yönetmek demektir; insanların eylemlerini yönetmek için, egemen onların düşüncelerini ve inançlarını yönetmek zorundadır: ”çünkü insanların eylemine yön veren şey, onların düşünceleridir; insanların eylemlerini düzgün biçimde yönetmek, onların düşüncelerini düzgün biçimde yönetmekten ibarettir.”

Herkesin bildiği gibi, Hobbes’un anlayışına göre, egemen, uyrukları karşısında herşeye kadirdir. Tanım gereği “her toplumun egemeni, o toplumdaki bütün uyrukların mutlak temsilcisidir”. Bu yüzden “egemenin sözleşmeyi ihlâl etmesi gibi bir durum hiç sözkonusu olamaz; ve dolayısıyla da uyruklarından hiçbiri, egemenin sözleşmeyi ihlâl etmesi nedeniyle egemenlik haklarını yitirdiği bahanesiyle kendini egemenin uyrukluğundan azat edemez”. Ne var ki, eğer halk, egemenin “vazgeçilmez hakları” konusunda bilgilendirilmemiş veya yanlış bilgilendirilmiş olursa, “toplum çıkarları bu hakların kullanılmasını gerektirdiğinde, halk kolaylıkla baştan çıkarılıp egemene karşı direnişe sürüklenebilir”. Kuşkusuz, egemen, iktidarını korumak için yasalara veya cezalandırma yoluna başvurabilir, ama Hobbes, yasaların ve “yasal cezanın salacağı dehşet”in egemenin bu amacını gerçekleştirmesine yetmeyeceği konusunda ısrar eder. Ona göre, egemene tanınan hakların gerekçesini halka “ısrarla ve gerçekten öğretmek” mutlak bir zorunluluktur.

Machiavelli’nin savunduğu düşünceyi tekrarlayan Hobbes, egemenin sahip olduğu hakların halka iyice belletilmemesi, halkın bu konuda eğitilmemesi durumunda, egemenin vereceği cezanın halk tarafından düşmanca bir eylem sayılacağını ve onların “yeterince güçlü olduklarını düşündükleri anda, düşmanca eylemlerle bu cezayı önlemeye çalışacaklarını’’ belirtir. Böylesi bir durum ise , egemenin iktidarını tehlikeye düşürür. Bu tehlikeyi önlemek üzere, halkı siyasal açıdan eğitmek görevi, demek ki, egemene düşer. Egemene boyun eğmenin görevleri olduğunu ve bu boyun eğmenin onların yüksek menfaati gereği olduğunu halka öğretmek, egemenin başka hiç kimseye terkedemeyeceği bir görevidir.

Devlet yöneticisinin siyasal danışmanı rolünü üstlenen Hobbes, “insanı topluma uygun hale getiren güç, doğa değil, eğitimdir” diye ilan eder. Eğitimin siyasal ve ideolojik anlamının, halkın düşünce ve inançlarını biçimlendirmek olduğunu açıklar: ”Güçlülerin sahip olduğu iktidarın biricik dayanağı, halkın düşünce ve inançlarıdır.”

Hobbes, halkı siyasal açıdan eğitmenin imkânsız bir görev olmadığını ve egemen tarafından kolayca yapılabileceğini vurgulayarak egemenin kuşkularını gidermeye çalışır: ”Demek ki, egemenliğin doğal ve temel yasaları olan vazgeçilmez haklar konusunda halkı eğitmek hiç de zor bir iş değildir; tabii ki, egemenin iktidarını parçalanmaz bir bütün olarak elinde tutması şartıyla.” Hobbes , görüşünü ispatlamak üzere iki kanıt gösterir. Kanıtlardan biri, Hobbes’a göre, eğitimin nesnesi halka ilişkindir. Öbür kanıt ise, eğitimin konusu olan öğretiye ilişkindir. Hobbes, eğitimin nesnesi ile konusunun uygun bir ikili oluşturduğunu, dolayısıyla da halkı siyasal açıdan eğitme görevinin pek de zorlukla karşılaşılmadan yerine getirilebileceğini öne sürer.

Hobbes’un halka ilişkin olan birinci kanıtı şudur: ”Sıradan halkın kafası, eşrafa bağımlılıkla lekelenmiş veya hekimlerinin düşünceleriyle karalanmış olmadıkça, kamu otoritesinin, üzerine herşeyi basabileceği boş bir kâğıda benzer. Hobbes’un halkın kafasını, bütünüyle edilgen, istenildiği gibi yoğrulup şekillendirilebilen bir şey saydığı açıktır.

Hobbes’un öğretiye ilişkin olan ikinci kanıtı ise şöyledir: “Koskoca uluslara Hristiyan dininin akla sığmayan büyük sırlarının kabul ettirilebildiği ve milyonlarca insanın yine mantığa aykırı bir şey olan, aynı kişinin aynı anda birçok yerde olabileceği görüşüne inandırılabildiği bir dünyada; akla bu derece uygun olan ve önyargısız herhangi bir kişinin işitir işitmez öğrenebileceği bir şeyin, yasaların himayesi altında ders ve vaaz yoluyla insanlara kabul ettirilememesi düşünülebilir mi hiç? “Kolayca görülebileceği gibi, materyalist Hobbes, insanlar akla aykırı dini efsanelere bile inandırılabildiğine göre, güya “akla uygun” olan ve daha da önemlisi, devlet tarafından desteklenip propaganda edilecek olan kendi siyasal öğretisinin sıradan halkın aklını kolayca fethedebileceğini öne sürüyor.

Hobbes’un Siyasal Eğitim Stratejisi
Sıradan halkı egemenin mutlak hakları konusunda eğitmenin egemenin temel siyasal görevi olduğunu ve bu görevin yapılabilir olduğunu açıkladıktan sonra, Hobbes, egemen için kapsamlı bir siyasal eğitim stratejisi oluşturup egemenin başvurabileceği eğitim araçlarının neler olduğunu gösterir.

Herşeyden önce egemen, ”hangi düşüncelerin ve öğretilerin huzur ortamına aykırı, hangilerinin uygun olduğu konusunda karar vermenin; dolayısıyla da halk topluluklarına kimlerin, hangi ölçüde ve hangi durumlarda hitap edeceğini belirlemenin; ve bütün kitapları yayınlanmadan önce hangi öğretileri savundukları açısından incelemenin egemenlik kavramına ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu” bilmelidir. Bir başka deyişle , Hobbes, “demek ki, her düşünce ve öğretinin nasıl bir nitelik taşıdığı konusunda karar verme veya bu konuda karar verecek kişileri atama hakkının egemene ait oluşunun toplum huzuru açısından zorunlu olduğunu “ vurgular.

Bu önerme, egemeni, öğretiler, düşünceler ve inançlar alanında neyin halka faydalı, neyin zararlı olduğunu belirleyen “büyük tanımlayıcı” durumuna, dolayısıyla da , aynı zamanda, büyük sansürcü durumuna getirir. Üstelik, büyük tanımlayıcı, büyük sansürcü olan egemen, aynı zamanda büyük atayıcıdır: halka hitap edecek kişilerin, yani öğretmenlerin ve vaizlerin atanması yetkisi bütünüyle egemene aittir. Demek ki, halka neyin öğretileceğinin yanı sıra, bu öğretme işini kimin yapacağı konusu da sadece devlet yöneticisinin yetkisi dahilindedir.

Hobbes’un egemene sunduğu ikinci önerme, egemenin belirli toplantı ve tören günleri belirlemesi ve bu toplantı ve törenlere katılan halkın bu yolla egemene karşı görevlerini öğrenmelerinin sağlanmasıdır. Hobbes, bu toplantı ve tören günlerini, Yahudilerin Sebt gününe benzetir ve şöyle der: ”halkın bir araya gelebileceği buna benzer günlerin belirlenmesi ve Tanrı’ya yani egemenin egemenine dualar edilip şükürler sunulmasından sonra , onlara görevlerinin, genellikle hepsini birden ilgilendiren olumlu yasaların neler olduğunun okunup anlatılacağı ve onlar adına bu yasaları yapan otoritenin kim olduğunun iyice belletileceği toplantı ve törenlerin düzenlenmesi zorunludur.”

Büyük stratejist Hobbes’un üçüncü önermesi, ”insanlığın derin düşünme imkânından yoksun olan en büyük kesiminin” bilgi kaynağına ilişkin gözlemine dayanır. Hobbes’a göre, insanlığın bu en büyük kesimi, ”görevlerine ilişkin kavramları, esas olarak vaaz kürsüsündeki din adamlarından, kısmen de ağızları iyi laf yapan, hukuk ve vicdan meselelerinde kendilerinden daha bilgili, akıllı olduklarını düşündükleri komşularından veya tanıdıklarından öğrenirler. Din adamları ile bu tür ağzı iyi laf yapan insanlar ise, bilgilerini, üniversitelerden ve hukuk okullarından veya üniversitelerle hukuk mekteplerinde görev yapan seçkin öğretmenlerin yazdığı kitaplardan öğrenirler. Öyleyse, halkın eğitiminin bütünüyle üniversitelerdeki gençliğin doğru biçimde eğitilmesine bağlı olduğu açıktır.” Bir başka deyişle, Hobbes, halkı denetim altında tutmak istiyorsanız üniversitelerdeki eğitimi ve öğretmenleri denetim altında tutun; bütün halkın beynini yıkamak istiyorsanız üniversite gençliğinin beynini yıkayın demektedir.

Siyasal Eğitimin İçeriği
Hobbes’a göre, egemene itaat en faydalı yurttaşlık erdemi, egemene itaatsizlik ise en zararlı yurttaşlık kusurudur. Devletin ayakta kalmasının güvencesi itaattır. İtaat ortadan kalkarsa devlet de ortadan kalkar: “ Herhangi bir devlette itaati ve dolayısıyla halkın huzurunu ortadan kaldıracak olursanız, refah sona ermekle kalmaz, halkın kendisi de kısa sürede parçalanıp dağılır.” Hobbes, egemene en küçük bir itaatsizlik gösteren reformcuları bile kınar; çünkü ona göre bu itaatsizlik devletin yıkılması sonucunu doğurur: “Sırf toplumu düzeltmek için bile olsa itaatsizlik yoluna sapanların bu davranışlarıyla elde edebilecekleri tek sonuç, toplumu yıkmaktır.”

Hobbes, halka verilecek siyasal eğitimin içeriğinin bu ilkelere göre belirlenmesini savunur. Halka her zaman kendi egemenlerinden hoşnut olmaları ve mevcut hükümet sisteminin değişmesini asla istememeleri gerektiği öğretilmelidir. Hobbes’un sözleriyle , ”halka, komşu uluslarda gördükleri herhangi bir hükümet biçimini kendi hükümet biçimlerinden daha fazla beğenmemeleri ve kendilerinden başka türlü bir yönetim tarzına sahip uluslarda gördükleri refahla gözlerinin kamaşmaması ve değişiklik istememeleri gerektiği öncelikle öğretilmelidir.”

Devlet Hizmetinde Din
Modernlik yanlısı Hobbes, mutlakiyeti savunma gayretiyle, kendi özgülcü, yerelci ve yerlici anlayışını öylesine ateşli bir şekilde dile getirir ki, sonuçta bütün materyalizmine rağmen ortaçağcı ve dinci düşünme tarzının bayraktarlığını yapar.”Bu değişiklik isteği, Tanrı’nın birinci emrine karşı çıkmak gibidir: çünkü, Tanrı, birinci emrinde, Non Habebis Deos Alienos,

yani, başka ulusların Tanrı’larına tapınmayacaksın, der. Krallardan söz ederken de, onların Tanrı olduğunu belirtir.” Görüldüğü gibi, din , despotik devletin hizmetine koşulmuş ve onun savunulması için seferber edilmiştir.

Sistemden hep memnun olmak ve değişmesini asla istememek yanında, uyruklar, egemeni asla eleştirmemeli, ona muhalefet etmemeli ve emirlerine karşı direnmemelidir. Hobbes’a göre, ”ister bir kişi, ister bir meclis olsun, egemenliği temsil eden kurum hakkında kötü söz söylemenin; veya egemenin iktidar hakkını tartışıp sorgulamanın; veya halkın gözünde saygınlığını yitirmesine ve böylece toplumun güvenliği demek olan itaatlerinde gevşemeye yol açacak şekilde ondan saygısızca söz etmenin ne kadar büyük bir kusur olduğu halka öğretilmelidir”.

Kısacası, Hobbes’un öngördüğü siyasal eğitimin içeriği, despotik devlete kayıtsız şartsız boyun eğmeyi sistematik biçimde meşrulaştırmadan ibarettir. Bu bölümü, Hobbes’un, despotik yönetimin özünü açık seçik biçimde dile getiren ve despotizmin yönetimi altında halkın içine düşürüldüğü zavallı durumu betimleyen bir tanımıyla bitirelim: “Nasıl ki efendinin huzurunda bütün hizmetçiler eşit her türlü şereften yoksunsa ,egemenin huzurunda da bütün uyruklar öyledir.”

 

 

10 Eki 2017
paylaş