Cumhuriyetçi Partinin adayı olarak girdiği 8 Kasım 2016 seçimini kazanan Donald Trump 20 Ocak 2017’de ABD başkanı olarak göreve başladı.
Amerikan kapitalist emperyalist sisteminin belirleyici kurumsal nitelikleri açısından değerlendirdiğimizde, ilginç ve olumlu olan nokta, seçimi dolar milyarderi büyük bir kapitalist olan Trump’un kazanması değildir. İlginç ve olumlu olan nokta, seçime Demokrat Partinin adayı olarak giren ve görevdeki başkan Barack Obama’nın da desteğini alan Hillary Clinton’un yenilmesidir.
Clinton’un yenilgisi
Mali oligarşinin has temsilcisi olan Hillary Clinton Amerikan yerleşik düzeninin, derin devletin, kapitalist medyanın, NATO’nun, AB ve Japonya emperyalist çevrelerinin, İsrail ve Arabistan başta olmak üzere işbirlikçi gerici güçlerin her türlü yardımına rağmen seçimi kaybetti.
Clinton’un yenilmesi, kapitalizmin neoliberal saldırısıyla işsizliğe, yoksulluğa, güvensizliğe mahkûm edilen Amerikan işçi sınıfı ile emekçilerin küresel neoliberal kapitalizme duydukları öfkenin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bankerlerin ve borsacıların inanılmaz vurgunları karşısında ağır kayba uğrayan küçük ve orta işletme sahiplerinin de bu derin öfkeyi paylaştıklarını ortaya koyuyor.
Trump’un demagojisi
Kendisini halkın “yerli ve milli” temsilcisi olarak sunan Donald Trump kuşkusuz tipik aşırı sağcı bir demagog olarak davranıyor. “Halkına yabancılaşmış Vaşington elitlerine” veryansın ederken, kapitalist emperyalist oligarşinin farklı bir kesimine öncelik veriyor olsa da, yine de büyük kapitalistlere ve emperyalizme hizmet ediyor. İşçilerin, emekçilerin, küçük ve orta işletme sahiplerinin bankerlere ve borsacılara yönelik öfkesini büyük reel sektör kapitalistlerinin çıkarlarını ilerletmek için kullanıyor. İşçileri, emekçileri korumuyor. Halkın, sade vatandaşların öfkesini göçmenlere, yabancı ülkelere, Çin’e, aydınlara yöneltiyor. Beyaz ırkçılığını, Hıristiyan dinciliğini, yabancı düşmanlığını, maçoluğu körüklüyor.
Trump’un vaatleri
Mali oligarşinin has adayına karşı sömürülen, ezilen, kayba uğrayan kesimlerin sözcüsü olduğunu iddia eden Trump, ekonomi alanında resmen korumacılık uygulayacağını, küreselleşmeyle işini kaybeden işçilere iş sağlamak için Amerikan şirketlerinin ülke içi yatırımlarını teşvik edeceğini, ucuz ithalatla rekabet edemeyen yerli sanayici ve tüccarları destekleyeceğini, yerli malı kullanımını arttıracağını, asgari ücreti ve ortalama ücretleri yükselteceğini vadetti.
Bu vaatlerin uygulanması egemen neoliberal dogmayı çürüteceği gibi, dünyada ticaret savaşlarını şiddetlendirecek ve emperyalist blokun 3 ayağı (ABD, AB, Japonya) arasındaki uyumu bozacaktır.
Trump, dış politika alanında, Rusya’yla savaşmayacağını, bu ülkeyle işbirliği yolları arayacağını, Çin’e, Kuzey Kore’ye ve İran’a ise “haddini bildireceğini”, NATO’ya öncelik vermeyeceğini, Müslüman Kardeşler, El Kaide ve IŞİD dahil İslamcı terörle savaşacağını ilan etti.
Bu görüşlerini hayata geçirmek için Michael Flynn adlı emekli bir generali ulusal güvenlik danışmanı, Exxon Mobil baş yöneticisi Reks Tillerson’u dışişleri bakanı yaptı. Kabinesinin büyük çoğunluğunu ise yerleşik düzenin, derin devletin, kapitalist medyanın kabul edebileceği isimlerle doldurdu.
Derin devletin tepkisi
Amerikan emperyalizminin en saldırgan, en emperyalist kesimlerini temsil eden yerleşik düzenin, derin devletin, kapitalist medyanın Çin, Kuzey Kore ve bazı nüanslar dışında İran konusunda Trump’a itirazı olmadı. Fakat bu çevreler Rusya’yla işbirliği önerisine ve NATO’ya öncelik vermeme politikasına karşı çok ağır bir psikolojik savaş başlattılar. IŞİD neyse de, bir ölçüde El Kaide ve özellikle Müslüman Kardeşler örgütünü terörist saymaya karşı büyük bir itiraz kampanyasını da bu psikolojik savaşın bir parçası olarak düzenlediler. Bunun ABD güvenliğine zarar vereceğini, Rusya’nın işine yarayacağını, ABD’yi dost ve müttefiklerinden uzaklaştıracağını iddia ettiler.
Trump geri adım atıyor
Bu psikolojik savaşa dayanamayan Trump, Michael Flynn’i çok kısa sürede görevden almak zorunda kaldı. Yerine amansız Rusya düşmanı, NATO’cu görevli bir general olan Herbert McMaster’i getirdi. Ne kadar inanılmaz görünürse görünsün, şu anda ABD Başkanı Trump yerleşik düzenin has temsilcileri tarafından “Rus ajanı” olmakla suçlanıyor ve geleneksel Rusya düşmanı, NATO’cu çizgiye ve İslamcı terör çetelerini vurucu güç olarak kullanma politikasına tez elden dönmesi için sıkıştırılıyor.
Fay hattı
Clinton’un değil de Trump’un seçilmesi Amerikan emperyalizminin niteliğinde herhangi bir değişiklik yaratmadı. Fakat bu gelişme, ABD’de egemenler arasındaki yarılmanın ürünü olduğu gibi bu yarılmayı daha da derinleştiriyor. Egemenler arasındaki sözkonusu yarılma, Amerikan kapitalist emperyalist oligarşisi ile başta işçiler, emekçiler olmak üzere Amerikan halkı arasındaki büyük fay hattının harekete geçtiğinin belirtisi olarak görülmelidir.
Egemenler arasındaki yarılmaya bağlı olarak Trump sonuçta iç ve dış politikalarını somutlaştırmak zorunda kalacak. Buna bağlı olarak, Trump yönetiminin politikaları hangi şekilde somutlaşırsa somutlaşsın, dünya halklarının küresel neoliberal kapitalist emperyalist savaş blokuna karşı mücadelesinde Amerikan halkının daha aktif olarak yer alacağını ve bir bütün olarak ABD’nin başını çektiği savaş blokuna ve uzantılarına karşı mücadelenin yükseleceğini öngörebiliriz.
- İsmail Kaplan