Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na olan ihtiyaç gerek iş yerlerinde, gerekse işyerleri dışında tüm siyasi mecralarda giderek artarken ne yazık ki DİSK kendi içinde yaşamakta olduğu kimi sorunlardan ötürü üstüne düşen görevi yapmaktan veya kendisinden beklenen konumdan oldukça uzak görünüyor.
Oysa hem ülke içinde, hem de uluslararası alanda yaşanan olağanüstü süreçler, kaotik durum; kapitalist-emperyalist hegemonyanın tarihsel uzlaşmaz karşıtı olan sınıf öznelerini, sendikaları kuruluş ayarlarıyla göreve çağırıyor. Bu çerçeveden baktığımızda Türkiye’de sanayinin gelişimi, işçi sınıfının olgunlaşması ve nihayet tarih sahnesine çıkışı süreçlerinin hem sonucu, hem de yaratıcısı konumunda olan DİSK’in sınıf karakterini oluşturan fabrika ayarlarıyla sermaye karşısındaki mevziine dönmesi şart.
DİSK’in kuruluşu ve karakteri
Herhangi bir kişinin, grubun, toplumun veya partinin, derneğin, sendikanın niteliğini ve dolayısıyla eylemini, çizgisini anlayabilmek için her şeyden önce o yapının oluştuğu koşullara, geçirdiği evrelere, tarihsel birikimine bakarız. Türkiye işçi sınıfının el emeği, göz nuru örgütü DİSK’i, sınıf ve kitle sendikacılığı çizgisini, bağımsız, demokratik merkeziyetçi yapısını anlayabilmek ve günümüzde yaşadığı darboğazdan çıkarabilmek için de şüphesiz aynı geçekliklerden yararlanmamız gerekmektedir.
12 Şubat 1967 tarihinde Türkiye Maden-İş, Türkiye Lastik-İş, Türkiye Basın-İş sendikaları Türk-İş Konfederasyonundan ayrılma kararı almış, bağımsız olarak faaliyet yürüten Türkiye Gıda-İş’in de katılımıyla DİSK’i kurmak için bir araya gelmişlerdi.
1952 yılında Amerikan sendikacılığının bir örneği olarak kurulan Türk-İş’ten koparak teşkilatlanan DİSK kuruluş bildirgesinde:
* “Emperyalizmin, devletimizin ve milletimizin hayatına yeniden kastetme çabalarının arttığını ve bir avuç aracının, kapkaççının ve sömürücünün bu çabalara katıldığını gören bizler, büyük Atatürk’ün daha 1921'de ilan ettiği gibi “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” savaşmaya ant içmiş sendikacılarız” diyor ve ekliyordu.
* “İşçi sınıfının etkin ve memleket yönetiminde ağırlığını koyan bir güç hâline gelmesi hiç şüphesiz devrimci bir teşkilatlanma ile sağlanacaktır. Bütün işçilerin sendikalı olması için çalışacak; sendikaların işçilere ne kadar yararlı örgütler olduğunu ispatlayacak ve sendikaların başına çöreklenen çıkarcı sendikacıların zararlarını da anlatarak işçilerin sendikalı olmasını bilinç temeline dayayacağız” diyerek DİSK’i inşa ediyorlardı.
DİSK’in kurucuları olan Kemal Türkler, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, İbrahim Güzelce gibi onurlu, mücadeleci sendika önderleri DİSK’in çizgisini belirlemek ve sonraki yıllara aktarmak noktasında tartışılmaz bir öneme sahip oldular.
Metal işçilerinin örgütü Türkiye Maden-İş Sendikası; ağır sanayi içinde metal işçisinin yeri, metal sektörünün ekonomik ilişkilerdeki kilit pozisyonu ve sonuç olarak sanayi proletaryasının diğer emekçi sınıflar içindeki başat rolünün bir sonucu olarak, emek-sermaye çelişkisinde emeğin en devrimci kesimini temsil etmesi nedeniyle ayrı bir öneme sahipti. Bu nedenlerle DİSK’in gerek kuruluşu, gerekse mücadeleci DİSK geleneğinin oluşmasında tartışılmaz bir öneme sahipti. DİSK’i Türk-İş’ten ayıran nitelik de Maden-İş’in bu yapısından, DİSK içindeki konumundan ve diğer kurucu sendikaların mücadeleci çizgisinden geliyordu. DİSK’e bağlı sendikaların bu sınıf gerçekliğiyle, uyum içinde çalışmaları kilitleri açıyordu.
DİSK’i DİSK yapan tarih
Kavel grevinde “Yaptığınız grev yasadışıdır” diye bağıran sermayeye, “Evet yasadışı ama anayasa içidir” diyerek karşılık veriyordu Kemal Türkler, 1961 anayasasından aldığı güçle. Maden-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kavel kablo fabrikası işçisi dişiyle tırnağıyla kazanmıştı grev hakkını. Grevsiz, toplu sözleşmesiz 47 sendikacılığının zincirlerinden boşalan işçiler, sendikayı sendika yapan grev silahını tüm emekçi sınıflar adına kazandıktan sonra irili ufaklı sayısız grev, eylem, direniş birbirini izliyordu. İşçilerin sosyal haklarının iyileştiği, alım gücünün yükseldiği gibi sınıf kimliğinin de daha belirgin hâle geldiği görülüyordu. Bu fiili sınıf hattından 1967’de doğan DİSK kuruluşundan sonra hızla büyüyor, mücadelesiyle sınıfa, topluma yol açıyordu.
DİSK’i boğmak ve ortadan kaldırmak için düzenlenen yasa tasarısına “Bizi ezip geçmeden bu düzenlemeyi yapamazsınız” diyordu Kemal Türkler. 15-16 Haziran günlerinde şalteri indirerek İstanbul’un ana arterlerini, caddelerini dolduracak olan işçilere: "Toplu taşıma araçlarına binerken para ödemeyeceksiniz ve alnınızdaki onurlu işçi yazısını göstereceksiniz” diye ekliyordu.
1977 1 Mayısında 500 bin işçi Taksim meydanını doldururken yine Maden-İş, DİSK’in lokomotifi olarak yer alıyordu.
Sınıf eksenli siyasal çizgi:
Elbette fabrikalar içindeki çabaların tek başına yeterli olmayacağının bilincinde olan DİSK, işçi sınıfının siyasi çıkarları için de mücadele ediyor, emekçi sınıflara ve topluma öncülük görevini yerine getiriyordu. Sonradan DİSK’i kuracak olan sendikacıların TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) kuruluşundaki rolü; DGM direnişi, Faşizme ihtar eylemleri, 141-142’ye hayır kampanyası, yükselen halk düşmanı Milliyetçi Cephe tehlikesine karşı Ulusal Demokratik Cephe şiarı gibi işçi sınıfının sınıfsal tavrının tutarlı siyasal hattının örülmesi süreçlerinde Maden-İş Sendikası yine DİSK içinde belirleyici roldeydi.
DİSK, altyapı ilişkileri diye adlandırdığımız üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz çelişki yani emek-sermaye çelişkisinin belirlediği üstyapı ilişkisi olan siyasi süreci yine bu siyasi felsefeyle oluşturduğundan, en keskin siyasal söylemi, radikal siyasal hattı örebiliyor ve her görüşten işçi kitlelerine benimsetebiliyordu.
Bir başka deyişle DİSK’in çizgisi, küçük burjuva siyasi radikalliğe savrulmadan, fabrikalardan, iş yerlerinden çıkan çelişkiler doğrultusunda oluşuyordu.
Dün ve bugün
“60’lar ve 70’lerle günümüz arasında onca farklılık varken dün ile bugünü böyle karşılaştırmak ne kadar doğru?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bir yönüyle haklısınız da… 60’lı, 70’li yılların politikleşmiş toplum yapısı, dünyada sosyalist blokun varlığı, başta sınıf partisi olmak üzere sol-sosyalist parti ve örgütlerin etkisi gibi birçok farklılık sıralamak şüphesiz mümkün. Fakat ilk olarak yukarıda saydığımız öznelerin de bilimsel bir sınıf hattından çıktığını söylemekte yarar var.
İkincisi bulunduğumuz dönemdeki ekonomik-sosyal-siyasal ve tabii ki askerî koşulların yarattığı uçuruma sürüklenen kitleler bir deva, çıkar yol arayışındalar. Doğru veya yanlış ulaşabildikleri tüm öznelere sarılıp, bir bir deneyerek bu yangından çıkmak için çabalıyorlar. Sadece seçim süreçleri üzerinden dahi değerlendirecek olsak emekçilerin, sade yurttaşların bu arayışlarını görmek mümkün. Ayrıca yapılan araştırmalar özellikle gençlerin; aile, arkadaşlık, parti, sendika aidiyet düzeylerinin düşük olduğunu fakat aidiyet ilişkisi kurmaya, kendilerini bir topluluğa ait hissetmeye yüksek oranda ihtiyaç duyduklarını gösteriyor. Yani elbette 1980 öncesinden önemli farlılıklar var, fakat aynı olan günümüzde de emekçi sınıfların politik öznelerini, emek örgütlerini arıyor olması. Emekçiler sendikalarını arıyor, fakat DİSK’i olması gereken yerde bulamıyor.
Sınıf ve Kitle sendikacılığı perspektifinde mücadele eden bir DİSK’e ihtiyaç her geçen gün artıyorsa, 80 öncesindeki DİSK’i tekrar tarih sahnesine çıkarmak önündeki engel nedir? Elbette çok sayıda etken saymak mümkündür. Emperyalizmin saldırısı, sermaye yanlısı hükümetlerin sistemli saldırıları, 1980 darbesi, darbe anayasası ve sonuçları...
Tüm bu saldırılar DİSK’e büyük zarar vermiştir, ancak zaten sınıf savaşının çetin koşullarında doğmuş olan DİSK’in hafızasını, kimliğini ortadan kaldırmaya yetmemiştir. Sorun her şeyden önce DİSK’in içyapısından kaynaklanmaktadır.
DİSK’in yapısındaki değişimin temel nedenlerinden biri Genel-İş Sendikasının DİSK’e katılımı olmuştur. Hizmet sektörünün saygın bir sendikası olan Genel-İş Sendikasının 1976 yılında Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e geçmesi işçi sınıfı açısından memnuniyet vericiydi. DİSK, saflarına katılan Genel-İş Sendikasıyla gücüne güç ekleme imkânı bulmuştu. Fakat bunun yanında DİSK’in tarihsel yapısını sürdürmesini sağlayacak doğru düzenlemelerle süreç işletilemedi. DİSK’in lokomotifi olan metal işçisinin yerine giderek hizmet sektörü işçisinin ikame olmasıyla DİSK tarihsel kimliğine aykırı, baş aşağı duran bir yapıya dönüştü.
İşçilerin birlik, dayanışmasını ilkesel olarak savunmalıyız. Önemsediğimiz bir emek örgütü olan Genel-İş’e üye olan işçiler bütün işçiler gibi bizim sınıf kardeşlerimizdir ve ortak mücadele olmaksızın başarıya ulaşabilmemiz de olanaklı değildir. DİSK’in ilkeleriyle, geleneksel çizgisiyle DİSK içinde birlik tartışılmaz önemdedir. Burada yürütmek istediğimiz tartışma işçilerin çalıştıkları sektörün sınıf karakterlerine ilişkindir.
2016 Genel Kurul dönemi verileriyle sorunu şöyle özetleyebilirim:
• Genel-İş Sendikasının 65.247 üyesi olduğundan, DİSK’in 400 delegesinin 183’ünü yani açık ara, büyük çoğunluğu Genel-İş Sendikasından çıkmaktadır. Birleşik Metal-İş Sendikası 54 delegeyle temsil edilmektedir. Ve böyle olunca DİSK içindeki dizilimi eşitsiz bir şekilde Genel-İş belirlemektedir.
• DİSK’e bağlı toplam 22 sendika bulunmaktadır. Ne yazık ki bu eşitsiz delegasyon yapısı dolayısıyla bu sendikaların büyük kısmının söz sahibi olamadığı, demokratik anlayışı yara almış sendikal yapı söz konusudur.
• Hatta öyle ki, bu adaletsiz delege oranının yarattığı uyumsuzluğun neden olduğu sorunlar sonucu, toplam 561 üyeli Dev-Sağlık-iş Sendikası, DİSK’in genel başkanlığını yürütmekteyken, 31 binin üstünde metal işçisi üyesi olan Birleşik Metal-İş, 8.728 üyesi olan Sosyal-İş, 4.931 üyeli Nakliyat-İş DİSK yönetimi dışında kalmıştır.
• Her şeyden önemlisi hizmet sektörü DİSK içinde aşırı ağırlıkta temsil edilirken, lokomotif olması gereken sanayi işçisi yönetiminin dışında kalmıştır.
• Belediyelerde çalışan Genel-İş üyesi işçilerin, “Emek süreçleri dışında” çalışmakta oldukları belediyelerle olan bağları, anladığımız anlamda bir emek-sermaye çelişkisine engel olmakta bu nedenle toplu sözleşme ve grev gibi temel sendikal araçların kullanımı oldukça zorlaşmaktadır.
Hâl böyleyken; DİSK’in; işsizlik fonunun talan edilmesi, kıdem tazminatının fona devredilmesi, zorunlu bireysel emeklilik sigortasıyla sosyal güvenlik sisteminin iğdiş edilmesi, krizin faturasının emekçilere çıkarılması, enflasyon karşısında günden güne gerileyen alım gücü, kısa çalışma, işten atmalar, işsizlik gibi birçok sorun ve bu sorunların siyasi neden ve sonuçlarıyla kıyasıya çarpışabilmesi olanaklı mıdır?
Asıl enerjisini alt yapı ilişkilerinden yani emek-sermaye çelişkilerinden almayan, alamayan sendikal, siyasal bir yapının sınıf eksenli bir siyasi hat izleyebilmesi mümkün müdür?
Ne yapmalı
Kapitalist toplumda en devrimci sınıf işçi sınıfıdır ve işçi sınıfının sermaye karşındaki uzlaşmaz konumu sanayi proletaryasında billurlaşır. İşçi sınıfı biliminin yaratıcıları başta olmak üzere, bu perspektifle yürüyenlerin genel geçer kanaati olduğu üzere: Sanayi proletaryası bir kez sınıf bilinciyle mücadele etmeye başlayınca yalnızca kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda bütün emekçi sınıfların ve ezilen kitlelerin çıkarlarını savunmaktadır. Hayat bu gerçeği defalarca ispatlamıştır.
1980 öncesinde olduğu gibi, günümüzde de Türkiye kapitalizmi denince ilk akla gelen patron örgütü olan MESS’in (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) sermaye yanlısı politikaların oluşmasında ve uygulanmasında etkisi tartışılmaz düzeydedir. MESS’in tarihsel karşıtı olan metal işçisinin sendikası Birleşik Metal-İş’in ateşinin DİSK içinde aktif bir yer bulmaması, DİSK’in kuruluş bildirgesinde de geçen, antikapitalist doğrultuda zaaflar yaratmaktadır. Bunun yanında DİSK’e bağlı diğer sendikaların aktif katılımının sağlanamaması bu zaafları daha dramatik boyutlara ulaştırmaktadır.
DİSK ancak sınıf perspektifli bir demokratik anlayışla gerçek kimliğine kavuşacaktır. DİSK içerisindeki tüm sendikalara söz hakkı tanıyan, onları karar alma süreçlerine dâhil eden demokratik merkeziyetçi bir yapıya gereksinim duyulmaktadır. Her şeyden önce sendikaların delege sayıları arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak amacıyla taban ve tavan kotaları belirlenmeli ve sendikaların delege sayılarının daha dengeli dağılımı sağlanmalıdır.
Elbette meseleyi tek başına delegasyon yapısına indirgemek de yeterli olmayacaktır. Bu dengesiz yapıyı doğuran sendikal anlayışı, işçi sınıfı ideolojisi perspektifiyle eleştirmek, onarmak gerekmektedir.
DİSK’in sermaye sistemi karşısındaki duruşunu güçlendirmek için geleneksel yapısına, yani kuruluş ayarlarına dönmeliyiz. Sınıf savaşımı ve sendikal mücadele tarihinden süzülen sayısız deneyim bize yön veriyor. En güç koşullarda DİSK’i doğuran Türkiye işçi sınıfı ve gerçek dostları, bu zorlu görevi de yerine getirecektir.
* (http://disk.org.tr/2007/11/disk-kurulus-bildirgesi-kurulus-tuzugu-ve-belgeler/)
- Halil Fiyad