“Hayat Eve Sığar” mı?

AKP iktidarı, koronavirüs salgınına karşı alınan tedbirlerde 65 yaş üstünün evde kalması için karar çıkardı. Karara rağmen sokakta dolaşmaya devam eden 65 yaş üstü insanlarımıza karşı ayrımcı davranışlar sergilendi. Adeta virüsü yayanlar gibi bir algı yaratıldı. Hatta, sağlık bakanı “Evde bile ayrı odalarda oturun” dedi.

Toplumdan gelen tepkiler üzerine evde kalma kararı daha şirin hâle getirilmeye çalışılarak “Hayat Eve Sığar” kampanyası başlatıldı.

Ancak, Türkiye’nin sosyal dokusunu bilmeden veya önemsemeden atılan her adım ters tepmeye mahkûm. Çünkü, Türkiye yaşlı ve genç nüfusun aynı evlerde içiçe yaşadığı bir sosyal dokuya sahip. Özellikle, emekçi sınıfların üyeleri bu dokunun daha büyük kesimini oluşturuyor. “Evde Kal” ya da “Evde bile ayrı odalarda kal” türü yaklaşımlar salgın sorununu çözmemekte, aksine daha içinden çıkılmaz hâle getirmektedir.

 

Salgının sınıfsal karakteri

Koronavirüs salgını başladığından beri, virüsün toplumun her kesimine bulaştığı söyleniyor. İlk anlamıyla doğru gibi gözüken bu yaklaşım, aslında virüsün de sınıflar arası ilişkilerde işçi sınıfını daha çok vurduğunu/vuracağını gösteriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, sadece İstanbul’da her sabah yaklaşık 4,5 milyon emekçi çalıştıkları işyerlerine gitmek zorunda kalıyor. Bu rakam Türkiye için 18,5 milyon.

Türkiye’de, çalışanların yüz binlercesinin sigortası dahi bulunmuyor. Yani kayıtdışı çalışmanın yaygın olduğu bir ülkeyiz. Emekçiler, en basit sağlık kuralının olmadığı, en basit iş güvenliği tedbirlerinin alınmadığı işyerlerinde çalışıyorlar, şimdi de salgın nedeniyle can derdine düştüler.

 

Yüzbinler işsiz kaldı

Sanayi, inşaat gibi gibi kalabalık işyerlerinde çalışan yüzbinler ise iş güvenliği tedbirlerinden zaten yoksundular. Yakın çalışma, aynı yemekhaneyi kullanırken sağlık kurallarına uymama yaygın, yani “sosyal mesafe” buralarda işe yaramıyor.

Ücretli öğretmenler, otel türü hizmet sektöründe çalışanların çoğu şimdiden ücretsiz izne çıkartıldı, gelecekleri belirsiz.

Taşımacılık, postane, market, mağaza, temizlik, eczane türü işyerlerinde çalışan emekçiler hergün yüzlerce insanla temas hâlindeler. Salgının toplumda duyarlılık kazandığı günlerde, maske ve eldiven talepleri patronlar tarafından reddedildi. Hatta, bazı patronlar, “Hastalanmaktan korkuyorsan, kendin al” dedi.

Şu an, İŞKUR önlerinde iç içe iş arayan yüzlerce gencimiz var. Bu örnekler çoğaltılabilir...

TÜİK verileriyle İstanbul’da emekçi profili

  • Toplam ücretli çalışan: 4 milyon 683 bin kişi
  • Yüzde 16’sının sosyal güvenliği yok
  • Sosyal güvenliği olan: 3 milyon 940 bin kişi
  • Sosyal güvenliği olmayan: 742 bin kişi
  • Yüzde 34’ü sanayi sektöründe çalışıyor
  • Tarımda çalışan: 8 bin kişi
  • Sanayide çalışan: 1 milyon 552 bin kişi
  • Hizmetlerde çalışan: 3 milyon 123 bin kişi
  • 267 bin çalışan 55 yaşın üzerinde
  • 15-19 yaş arası: 252 bin kişi
  • 20-24 yaş arası: 575 bin kişi
  • 25-34 yaş arası: 1 milyon 501 bin kişi
  • 35-54 yaş arası: 2 milyon 88 bin kişi
  • 55 yaş ve üzeri: 267 bin kişi
  • Yüzde 39’u 50’den fazla çalışanı olan işyerlerinde
  • 10 ve daha az çalışan: 1 milyon 444 bin kişi
  • 11-19 çalışan: 414 bin kişi
  • 20-49 çalışan: 1 milyon 21 bin kişi
  • 50 ve daha fazla: 1 milyon 801 bin kişi
  • 1 milyon 8 bin kişi iş arıyor ama bulamıyor
  • 1 yıldan uzun süredir işsiz: 198 bin kişi
  • 1 yıldan kısa süredir işsiz: 812 bin kişi (* istatistik Birgun.net)

Yukarıda yer alan istatistik, çok söze gerek kalmadan hayatın eve sığamayacağının ve salgınının sınıfsal karakteri ile ilgili yeterince ipucu veriyor.

Türkiye’nin sosyal dokusunu ve sınıfsal iş bölümünü göz ardı eden tüm uygulamalar, tüm kampanyalar salgının yaygınlaşmasını önlemeyecek tersine yaygınlaştıracaktır.

Bilim Kurulu oluşturarak sürece iyi başlayan AKP iktidarı, düşünsel ve sınıfsal kısıtlarıyla salgın karşısında yenik düşmek üzere. “Virüs insan nüfusunu dengelemek için tanrı tarafından gönderildi” diyen şarlatanların bilim insanı kimliği ile fikir belirttiği bir ortamda salgınla mücadele edilemez. Her çıkan bakanın bir birini tutmayan sayılar ve açıklamalarıyla süreç yönetilemez hâle geliyor.

Süreci olumlu hâle getirmek/başarılı olmak ise hâlen mümkün. Salgına karşı mücadelede en başta sağlık emekçilerini koruyan tedbirler alarak, sendikalar/tabip ve meslek odaları/dernekler gibi toplumsal örgütleri sürece katarak, belediyeleri ayrımsız merkezi anlamda örgütleyerek, toplumun bütününe güven veren şeffaf politikalarla süreci yönetmek gerekir. Ayrıca, salgına karşı uluslararası dayanışmayı da geliştiren yaklaşımlar mücadeleden sonuç almayı hızlandıracaktır. Tüm bunları da ancak, kamucu yaklaşımlarla örgütleyebiliriz.

 

Olağanüstü durumlar, olağanüstü tedbirleri gerektirir

Türkiye emekçileri, halkı böyle bir seferberliğin üstesinden gelebilecek insan kaynağına sahip, bunu ekonomik kaynakla desteklemek gerekiyor.

Türkiye dünyanın en borçlu ülkelerinden biri, çok büyük faiz ve anapara ödemeleri yapacak. Yıllık 17 milyar dolar faiz ödemesi var, bunların ödemesini geçici olarak durdurup salgın için kullanabilir. Büyük tekellerden servet vergisi alabilir. Garanti para üzerinden anlaşması yapılan yap işlet projelerine kamu kaynaklarını peşkeş çekmekten vazgeçebilir.

Yaşamsal önemi olmayan yatırımları iptal edebilir.

AKP hâlâ Kanal İstanbul gibi doğa düşmanı, çevre katliamcısı, kaynak yutan bir projeyle uğraşmamalıdır.

Bilimin yaşamımızda etkin olduğu korona günlerinde sağlık dileklerimle...

28 Mar 2020
paylaş