1990'lı yılların başında dünya komünist hareketinin bileşenlerinden sosyalist ülkelerdeki karşı devrimler ve devamında kapitalizmin restorasyonu, diğer iki bileşeni kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketini ve anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerini ideolojik-politik bir bunalıma soktu. Görünüşte yeni, esasta 150 yıllık geçmişi olan kapitalizmin sosyalizme kendiliğinden dönüşeceği düşüncelerini canlandırdı. Eskinin sosyalist ülkelerindeki partiler ve kapitalist ülkelerdeki sosyalist partilerin pek çoğu bu düşünce doğrultusunda isimlerini, programlarını, mücadele tarzlarını köklü olarak değiştirdiler.
Programlarındaki ve anlayışlarındaki temel değişimleri söylece sıralayabiliriz:
1- Kapitalizm kendini sürekli yenilemektedir. Emperyalizmin kapitalizmin son aşaması olduğu yolundaki sav doğru değildir.
2- Bilimsel-teknolojik gelişmeler işçi sınıfını yapısal olarak değiştirmiştir. İşçilerin üretimdeki payı azalmıştır. Dolaylı sonuç olarak işçi sınıfının politik alandaki rolü de azalmıştır, belirleyici olmaktan çıkmıştır.
3- Kapitalizmin ekonomik-politik egemenliğini yıkmak mümkün değildir ve gereksizdir.
4- Burjuva demokrasisini daha adil, daha vicdanlı, katılımcı ve eşitsizlikleri hafifleten bir tarzda değiştirmek mümkündür. Bilimsel-teknolojik devrimler, uzun vadede kapitalizmi gereksiz duruma getirecektir. Kapitalizmin doğal sonucu kendiliğinden sönümlenmesi ve sosyalizme demokratik evrimlenmesidir.
Eski sol ve komünist partilerdeki bu değişim çoğu zaman bu açıklıkta ifade edilmiyor. Yeni teorik açılımların, analizlerin, değerlendirmelerin, teorik keşiflerin gelip dayandığı yer burası ve temel sonuç; devrime gerek yok.
Neden devrime gerek olduğunu ve devrimsiz olamayacağını son derece özetlenmiş, bizzat kapitalizmin kendi dinamizminden seçilmiş birkaç gerçeklikle ortaya koymak yeterli.
1- Kapitalizmin temel amacı kâr elde etmektir. Amacı kâr olmayan bir üretim ilişkisinin adı kapitalizm olmaz. Bilimsel teknolojik devrimlerin düzeyi ne olursa olsun kâr elde etmek için canlı emeğe yani iş gücüne ihtiyacı vardır. Bu aynı zamanda kapitalizmin temel çelişkisini de doğurur. Kapitalizm temelde iş gücü üzerinde hâkimiyet kurmadan kârlılığını sürdüremez. Hâkimiyet ilişkisinin zorunlu ve mutlak olduğu bir toplumsal ilişki kendiliğinden yok olup dönüşemez.
2- Kapitalizmin ikincil çelişkisi kapitalistlerin kendi aralarındaki rekabettir. Kapitalizm kapitalistler arası ilişkilerde biçimlenir. Burjuva demokrasisi her şeyden önce burjuvalar arası demokrasidir. Ancak bu demokrasi kendini yenileyen ve gelişen bir demokrasi değildir. Kapitalistler arası rekabet tekelleşmeye eğilimlidir ve sonuçta çok az kapitalist üretim, dağıtım, satış alanında hâkim olur. Görüntü ve yaratılan algı ne olursa olsun özünde bir avuç tekelin hâkimiyeti söz konusudur. Geleceği bu tekel ayrıcalıklarının korunmasına bağlı olan bir sistemin uğruna bu kadar savaş çıkardığı, baskı kurduğu bir üretim ilişkisinden vazgeçeceğini ummak ütopizmdir.
3- Kapitalizmin sadece bir üretim tarzı olarak gereksiz ve işlevsiz kalabilmesi için dünya ölçeğinde aynı gelişmişlik düzeyinde olması gerekir. Sermayenin organik bileşimi diye tanımladığımız sabit sermaye değişken sermaye oranının tüm coğrafyalarda ve iş yerlerinde aynı olmasıyla kapitalizm artık kendini yeniden yaratabileceği olanaklardan yoksun kalır. Kapitalizmin eşitsiz gelişmesi diye tanımlanan yasa gereği durum teorik olarak dahi mümkün değildir. Dünyanın en az teknolojiye ve en fazla işgücüne sahip coğrafya ile en fazla teknoloji ve en az işgücüne sahip coğrafyası arasındaki durumun eşitlenmesi kapitalist hâkimiyet ilişkileri devam ettikçe dünyanın dönmekten vazgeçerek varlığını sürdürmesi kadar olanaklıdır.
4- Yukarıdaki gerçeklikle bağlantılı olarak Engels'in Malthus’un nüfus ile gıda maddeleri arasındaki savına karşın söylediği gibi nüfus sadece son kuşak üzerinden artar ancak teknoloji bütün toplamı üzerinden artar. Bu gerçekliğin bir sonucu şudur; kapitalizmin iç dinamiklerini yitirip gereksiz kalması için sadece üretimi gerçekleştirecek kadar bir nüfusun her anda var olması gerekir. Bir kişi bile fazla olursa kapitalist üretim ilişkileri iradi yani sınıfsal bir müdahale olmadan yıkılmaz.
Kapitalizmin doğası, inorganik maddelerin doğasından farklı olarak bilinçli müdahalelerle değişerek var olur ya da yok olur. Toplumsal ilişkilerin bir biçimi olarak kapitalizm sadece teknolojiden ve üretimden oluşmaz. Sınıflar arası ilişki olmaksızın toplumsal ilişkilerin varlığından söz edilemez. Sınıflar arası ilişki çıkarlar arası ilişkidir. Eşit, adil, sömürüsüz ve katılımcı bir toplumsal ilişki için bu ilkeleri ihlal eden çıkarların tasfiye edilmesi gerekir. Bu da devrimle emekçi sınıfların katılımcı, değiştirici ve kurucu ve örgütlü müdahalesiyle mümkündür.
J. D. Bernal‘in formüle ettiği gibi “Kapitalizm sürekli bir biçimde sosyalizme dönüşmez, yalnızca daha gerici bir kapitalizme dönüşür.” Bu formülasyonun doğruluğu için çevremize bakmamız yeterli değil mi?
- Raşit Şahin
