İşçi sınıfının direnci ve burjuvazinin tabusu Taksim…

Geçen 1 Mayıs sürecinde yaşananlar toplumsal ve politik açıdan pek çok ders ve önümüzdeki dönem açısından pek çok işaret içeriyor. Çarşamba sabahının ülkemiz tarihinde önemli bir kırılma noktası olduğu söylenebilir. Her şeyden önce sermayedarların hizmetindeki AKP iktidarının, gerçekte işçi sınıfına yönelik olarak uyguladığı hukuksal ve fiziksel saldırılar iyice açığa çıkmıştır. İnşaat çalışmalarını bahane ederek halkın güvenliğini sağlayamayacağını gerekçe gösteren valilik ve hükümet güvenliğini sağlamak için çalıştığını iddia ettiği halka, daha da net olarak işçilere, emekçilere saldırmıştır.

1 Mayıs 2013 sabahında, en son 15-16 Haziran 1970 sürecinde işçilerin kitlesel-yığınsal hareketini önlemek için başvurulan yöntemler yeniden uygulanmış, Galata köprüsü kaldırılarak kapatılmış, otobüs, vapur ve tramvay seferleri durdurulmuş, İstanbul’da hayat felç edilmiştir. Bunu yapan Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçiler değildir; bunu yapan bu ülkenin hükümetidir, valisidir. Emniyet müdürlüğü, bütün polis gücünü İstanbul’a yığmış, göstericilerin üzerine, hatta kafalarına biber gazı kapsülleri fırlatılmış, halka fiziksel şiddet uygulanmış, yüzlerce kişi yaralanmıştır. Bunun sorumlusu işçiler, göstericiler, ilericiler değildir. Bunun sorumlusu başbakandır, emniyet müdürüdür. Bütün bunların bahanesi olarak çukurlar gösterilmiştir. Ama aynı çukurlu alanda 5 Mayıs Pazar akşamında şampiyonluk için kutlama yapan binlerce Galatasaray taraftarı, güvenlik açısından halkı tehdit eden bir durum olmadığını uygulamalı olarak göstermiştir. Halkın güvenliğini tehdit eden, insanların ölümcül şekilde yaralanmasına neden olan, Taksim’i emekçiler için ulaşılması yasak bir tabu hâline getiren burjuva hükümetidir.

Taksim burjuvazi için hassas bölgedir. Sınıflı bir toplumda, kapitalist üretim sisteminin söz konusu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kapitalist sermaye birikiminin yasalarından birinin, eşitsiz gelişim yasasının tüm art bileşenlerinin geçerli olduğu bir sosyal ve iktisadi ortamda yaşıyoruz. Eşitsiz gelişim yasası, iktisadi büyüme sürecinde zorunlu olarak sınıflar ve bireyler arası eşitsizliği getirdiği gibi, kalkınma noktasında bölgesel eşitsizliği de doğurmaktadır. Buna bağlı olarak, kapitalist sistemde belli ekonomik büyüme kutupları ortaya çıkar. Diğer iktisadi merkezler, en merkezdeki büyüme kutbuna bağlı olarak gelişme gösterir. İşte bu yüzden pek çok kapitalist ülkede belli bir merkez daha çok sanayileşir, ticari faaliyetler belli bir merkezde daha çok yoğunlaşır. Bizim ülkemizdeki birincil nitelikteki bu merkez İstanbul’dur. İstanbul’da dağıtımın, piyasanın aktığı, üretimle hane halkının tüketim bağını kuran ticari merkezler mevcuttur. Ama bütün bu merkezler içerisinde en merkezde duran yer Taksim’dir. Ekonomik açıdan şehirdeki diğer merkezlere göre ön plana çıkan Taksim adlı bu yerde, aynı zamanda kültürel, sanatsal anlamda ülke genelinin gündemini belirleyen, dikkat çeken birçok başka unsurun da toplanmasına yol açmıştır. Varlığını işçi sınıfını sömürerek, ezerek sürdüren sermayedarlar, işte bu yüzden kendilerine karşı Taksim’de bir kutlama yapılmasından büyük rahatsızlık duyarlar.

Taksim işçi sınıfı için de çok önemlidir. Ülkenin ekonomik kutbu olan İstanbul, sanayiyi, ticareti, diğer tüm bölgeleri kendisine bağımlı kılacak şekilde genişlediği gibi, işçi kitlelerinin önemli bir bölümünün de bu bölge etrafında yığılmasına yol açmıştır. Öte yandan İstanbul’un başlıca merkezi olan Taksim, ülke gündemini etkileyen bir yer olmasının yanında, binlerce işçinin gösteri yapabileceği İstanbul’daki tek büyük meydandır. Kadıköy gibi, Çağlayan gibi on üç bin, on dört bin metrekarelik değil, 63 bin metrekarelik dev bir meydandır. Ayrıca ulaşım açısından da iktisadi öneminden ve merkeziliğinden ötürü kavşak niteliği taşır.

Sendikalar, emek örgütleri, iş yerlerinde toplu dilekçeler, grev gibi eylemleri gerçekleştirmenin yanında, 1 Mayıs gibi özel günlerde bilinçli kitleye henüz katılmamış emekçi insanları cesaretlendirebilmek, birlikte nasıl büyük bir güç olabildiklerini gösterebilmek ve kendi kitlelerine öz güven aşılayabilmek için yığınsal eylemlere, açık hava gösterilerine ihtiyaç duyarlar. Taksim büyüklüğü ve merkeziliği ile bu açıdan en uygun alandır. Öte yandan geleneksel açıdan da işçi sınıfının 1 Mayıs’ı kutladığı, 1 Mayıs alanı olarak adlandırılmış, bu uğurda onlarca insanın şehit düştüğü, devrim tarihimiz açısından da sembolik anlamı olan bir yerdir. Bütün bu gerçekler ışığında, tarihsel maddeciliğin yasalarının bilincinde olan, ülkemizdeki işçilerin hak kavgasına, tarihine ve iradesine saygısı olan ve kendisini ilerici olarak gören herkesin 1 Mayıs’ta olması gereken yer Taksim’dir.

Öte yandan Neo-liberalizmin zorunlu bir sonucu olarak ekonomik anlamda tabu niteliği taşıyan Taksim yeni muhafazakârlık anlayışı kapsamında da bir semboldür. Özellikle 1 Mayıs olaylarında yüzlerce insanın yaralanmasına, hayatlarının tehlikeye atılmasına neden olan polis şiddetinin bahanesi “yayalaştırma projesi” çalışmalarının önemli bir ayağı olan Taksim Topçu Kışlası inşaatı da, emekçi halkımız için hiç de hoş olmayan hatıraları yeniden diriltmektedir. Söz gelimi Osmanlı İmparatorluğu’nun despotizmi altında ezilen onlarca halkın özgürlük umutlarını yeşerten 1908 devrimine karşı gerici karşı devrim hareketinin ilk kıvılcımlarının çakıldığı yerdir Taksim Topçu Kışlası. Öte yandan Kurtuluş Savaşı arifesinde Kuvay-i Milliye militanlarının işgalci Britanya askerlerince işkenceden geçirildiği bir hapishanedir. Böyle acı hatıraları barındırdığından ve İstanbul’a gerçek anlamda bir meydan kavuşturulmak istendiğinden yıkılmasında beis görülmemiştir vakti zamanında. Onlarca yıl sonra da emekçi halkımızı esaret altında tutmaya kararlı burjuva hükümetinin sembolik olarak diriltmeye çalıştığı, Taksim alanının yığınlara yasak edilebilmesi için bir bahane olarak yeniden karşımıza çıkarılır olmuştur. Ve önümüzdeki dönemde bir asır önce olduğu gibi işgalcilerin, özellikle de günümüzde Amerikan işgalcilerinin ve onların yerli işbirlikçilerinin sembolü olacaktır.

Bütün bu etkenler, 1 Mayıs 2013 sabahında birbirine karşıt iki sınıfı ve onun güçlerini karşı karşıya getirmiştir. Bütün işi Neo-liberal saldırıları, kanunları ülkemizde yürürlüğe koyarak emekçi halkımızın yaşam koşullarını kötüleştirmek, insanları güvencesizliğe, yoksulluğa, sağlıksızlığa, taşeron çalışmaya mahkum etmek pahasına, bir avuç zengini daha zengin etmek olan AKP iktidarı, önümüzdeki sürece ilişkin kendi yönelimleri ve uygulamaları ile ilgili önemli mesajlar vermiştir. İşçilere yönelik saldırılar daha da artacak, buna bağlı olarak yeniden uyanışa geçen emek cephesi engellenmeye çalışılacaktır. Öte yandan 1 Mayıs’ta DİSK, KESK ve hatta Türk-İş’in “1 Mayıs’ta Taksime!” demesi, Birleşik Metal-İş’in geçen yıl gerçekleştirdiği grevler, Hava-İş’li işçilerin sürdürdüğü direniş, nakliyat işçilerinin grevleri, Sendikal Güç Birliği Platformunun ortaya çıkışı vb. bu sınıfın sadece yasama oyunlarıyla engellenemeyeceğini ortaya koymuştur.

1 Mayıs’ta ortaya çıkan bir başka gerçek ise valinin İstanbul’u, hükümetin de ülkeyi yönetemediği, kendi yasalarını bile ihlal ettikleri, vatandaşların seyahat özgürlüğü ve gösteri hakkının dahi elinden alındığı gerçeğidir. İşsizliğin ve yoksulluğun almış başını gidiyor olması yetmezmiş gibi; bunları dile getirmek, sesimizi duyurmak, kendimizi ifade etmek için gerekli olan haklarımızın bile elimizden alınmaya çalışıldığı gerçeğidir. Ödediğimiz vergilerin fabrika, hastane, okul, yol, su elektrik olarak değil, işsizlik, güvencesizlik, sigortasızlık, plastik mermi, cop, biber gazı olarak bizlere geri döndüğü gerçeğidir.

06 May 2013
paylaş