Kime karşıyız? Göçmen işçilere mi, Grev kırıcılarına mı?

Göçmen işçi-emekçi sorunu, kölecilik döneminden beri dünya emek hareketinin gündemine giren, ancak henüz net bir tutum geliştiremediği bir sorun. Sosyalist sistemin çözülmesinden sonra ise emek göçünün daha yoğun yaşandığı da bir gerçek. Türkiye’de de bu sorun aslolarak sosyalist ülkelerdeki çözülme ile emek hareketinin gündemine girmiş durumda. Azerbaycan, Moldova, Kazakistan, Türkmenistan ve son yıllarda Afrika ülkelerinden gelen göçmen işçiler değişik alanlarda iş yapıyorlar. Fuhuşa itilenleri şimdilik yazımız dışında bırakıyoruz. Özellikle hizmet sektöründe çalışan göçmen işçiler fabrika gibi toplu iş alanlarında karşımıza pek çıkmıyor. Ayrıca ciddi sayıda kaçak çalışanın olduğu bilinmesine rağmen, ucuz iş gücü olarak çalıştırıldıklarından ve kaçak işçi sektörünün yarattığı ranttan dolayı göz ardı ediliyorlar.

Türkiye’de yabancı işçi çalıştırmak için düzenlenmiş maalesef tek bir yasa yok, yani karşımızda sektöre göre değişen oldukça fazla yasa var. Hatta uygulamaya girdiğinizde aynı yabancı işçi için birbirine bağlı bir dizi başka yasa da karşınıza çıkıyor. Bu da sorunun yasalar/hukuk açısından çözümünü karmaşıklaştırıyor. Belki de sermaye sınıfının bunu karmaşık tutmak istediğindendir. Oysa spor sektöründe çalışacaklar için yasalar son derece esnetilmiş/kolaylaştırılmış durumda.

Yukarıda kısaca dile getirdiklerimiz tablonun görünen yüzü. Bir de şu an herhangi bir işyerinde çalışan işçi/emekçiler açısından bakılan bir yüzü var. O da işini/aşını kaybetme korkusu… Bu korkuyu kitlesel olarak yaşayan Çorlu Avrupa Serbest Bölgesi Daiyang-SK Metal İşçileri sendikal haklarını savundular ve greve gittiler. Güney Koreli patron karşılarına Güney Koreli göçmen işçileri çıkardı. İşçiler bunun üzerine işlerine/aşlarına sahip çıkmak için göçmen işçileri fabrikalarına sokmadılar. Çünkü gelen işçiler “grev kırıcı” bir rol oynayacaklardı.

Ama, bildiride ve açıklamalarda “yabancı işçiler-öz evlat, kendi polisimizden dayak yemek,…vb.” vurgular hem tarihsel, hem de güncel ilişkilerinde uluslararası geleneği olan metal işçilerine uygun düşmedi. Çünkü bu söylem gelen işçilerin grev kırıcı olarak kullanılmak istemesini arka plana iten, gelen işçilerin ulusal kimliğine vurgu yapan bir şekilde öne çıkıyor.

Gözden kaçan Güney Kore’den getirilen göçmen/yabancı işçilerin de aslında bizlerden farklı olmayarak işleri/aşları için ailelerini/yurtlarını terk ederek Türkiye’ye gelmiş olmalarıydı. Elli yıldan fazladır dünyanın farklı yerlerinde, özellikle Avrupa’da iş/aş peşindeki Türkiyelilerin ne kadar zor koşullarda çalıştıklarını biliyoruz. Türkiye’de neredeyse her bireyin bir yakını başka ülkelerde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bu noktada nasıl ki, Türkiye’den farklı ülkelere işleri/aşları için göç eden yurttaşlarımıza bulundukları ülkelerde ayrımcılığa uğradıklarında, ırkçı/şoven tehditlerle karşılaştıklarında bizler buradan tepki gösteriyorsak, benzer tepkiyi Güney Koreli işçi/emekçilerde bize gösterebilirler.

Metal işçilerinin iş/aş mücadelelerinde karşılarındaki tek gücün sermaye sınıfı ve onun temsilcileri olduğunu atlayan yaklaşımlar, işçi sınıfının hak mücadelesini güçlendirmez, aksine zayıflatıcı etki yaratır. Bir göçmen/yabancı işçinin Türkiye’de iş yapabilmesi için yasaların karmaşıklığını yazımızın başlangıç bölümünde dile getirmiştik. Daiyang-SK metal işçileri özelinde incelediğimizde, Güney Koreli patronun onlarca işçiyi bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar kolay ülkeye sokup, fabrika kapısına getirdiğini yani bu konudaki yasaları ve devlet idaresini sorgulamadan atacağımız her adım bizi şoven/ırkçı bir konuma sürükleyebilir. Bu tutum tam da sermaye sınıfının istediği oyuna gelmek olur.

Dünyanın birçok ülkesinde göçmen işçi/emekçi sorunu emek hareketinin karşısında bir sorun olarak duruyor. Sendikalar bir yandan yerel üyelerinin çalışma güvencesini kalıcılaştırmaya çalışıyorlar, bir yandan ucuz işgücü olarak gelen göçmen/yabancı işçilerin son derece zor şartlar altında çalışmalarına çözüm arayışındalar. Sosyalist sistemin çözülmesiyle birlikte rakipsiz kalan emperyalist/kapitalist efendiler bilimsel/teknolojik gelişmelerin de getirdiği yeni olanakları kullanarak bir yandan ucuz işgücü alanlarına işyerlerini taşırken, bir yandan da yerel işçilerle göçmen/yabancı işçileri karşı karşıya getiriyorlar.

Kısaca süreci gözden geçirirsek;
 

  1. Haklarını almak için mücadele eden ve sendikasına sahip çıkan Daiyang-SK metal işçisini işten atan Daiyang-SK patronu,
  2. Güney Kore’den göçmen işçileri getiren yine aynı patron,
  3. Bir göçmen/yabancı işçinin çalışma izni alması için günlerce uğraşması gerekirken, Daiyang-SK’nın Güney Koreli patronuna her türlü kolaylığı göstererek Güney Koreli işçileri kısa sürede Türkiye’ye sokan yetkili bürokratlar.

Tüm bunlara karşı çıkmadan, sorgulayıp bilince çıkarmadan bundan sonra daha sık karşı karşıya kalacağımız bu sorunu çözemeyiz. Elbette, Türkiye işçi sınıfı hak mücadelesini yürütürken karşısına çıkabilecek her türlü mücadeleyi engelleme ve grev kırıcılığına karşı uyanıklığı elden bırakmayacaktır. Bu sorun karşısındaki tutumumuz “şoven/ırkçı” çağrışımlara yol açabilecek bir dil kullanmak yerine, sermaye sınıfının işçi sınıfının uluslararası bölüklerini karşı karşıya getirme oyunlarına karşı neler yapabileceğimize kafa yormak olmalıdır. İşçi sınıfının uluslararası birliğini örmeden, emperyalist/kapitalist efendilerin “şoven/ırkçı” propagandasından kurtulamayız. Emperyalist/kapitalist sistem alaşağı edilmeden göçmen/yabancı işçi sorununun çözümlenemeyeceğini de unutmayacağız.

“TKP 1920 Programı Beşinci Bölüm Uygulama Programı XV. Göçmenlerin insanca yaşaması için:
 
Madde 1; Yurtdışına göç eden işçilerin, mültecilerin ve bütün yurttaşların bulundukları ülkelerde o ülke yurttaşlarıyla eşit ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuksal haklara sahip olması için gerekli her çabayı göstermeyi devlet politikası yapmak. Uğradıkları ayrımcılığa karşı mücadelelerinde onlara diplomatik destek sağlamak. Oturma izni ve çalışma izni vermeme, sınırdışı edilme tehdidi altında yaşamaya zorlama, çifte vatandaşlık, askerlik, ailelerin birleşmesi hakkını tanımama gibi sorunlarını çözmek. Çocuklarına anadillerinde de demokratik eğitim hakkını sağlamak.

Madde 2; Yurtdışından ülkemize göç eden işçilerin, mültecilerin ve bütün yabancı uyruklu insanların ülkemiz yurttaşlarıyla eşit ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuksal haklara sahip olması için gerekli her çabayı göstermeyi devlet politikası yapmak. Uğradıkları ayrımcılığa karşı mücadelelerinde onlarla enternasyonal dayanışma içinde olmak. Oturma izni ve çalışma izni vermeme, sınırdışı edilme tehdidi altında yaşamaya zorlama, çocuklarına eğitim hakkı tanımama gibi uygulamaları iptal etmek. Eşit işe eşit ücret almalarını sağlamak. Çocuklarına kendi anadillerinde de demokratik eğitim hakkını vermek. Ailelerin birleşmesi hakkını tanımak. Türkiye’nin doğusundaki ve güneyindeki ülkelerden mülteci kabul etmeme politikasını kaldırmak. "

Yukarıda sözü edilenleri hayata geçirdiğimizde, farklı ülkelerden gelen işçilerle enternasyonalist dayanışma sağlandığında, onlar bizim için “grev kırıcı” olmaktan çıkıp, sınıf kardeşlerimiz olacaktır.  

Türkiye işçi sınıfının, bu tutumu yaşama geçirmek için gerekli mücadeleyi vereceğine olan tarihsel ve güncel inancımızı koruyarak göçmen işçi sorununa bir de bu açılardan bakmalıyız…
 

27 Oca 2013
paylaş