Gıda sektörü sağlığımızı tehdit ediyor. Her gün sağlığımızı bozacak besin ve katkı maddelerini yiyoruz. Maalesef başka çaremiz olmadığından bu besinleri bile bile tüketmeye devam ediyoruz.
Besin sektörü gittikçe büyümekte ve tüketim çılgınlığı içindeki dünya nüfusuna gerekli besin maddelerinin ulaştırılması mümkün olmamaktadır. Son yıllarda gündemden düşmeyen besinler; hileli ballar, hangi tür etten üretildiği kestirilemeyen sosisler, sucuklar, gerçek maliyetinin çok altında satılan et ürünleri, GDO’lu tahıllar, GDO’lu yemle beslenmiş hayvanların etleri, tamamen doğal diye satıldığı hâlde aylarca bozulmadan kalabilen süt ve margarinler…
“Merdiven altı” dediğimiz üretimlerde yeterli denetim yapılmamakta ve “iyi marka” olarak bildiklerimizin bazıları da bütün denetimlere rağmen tehdit oluşturacak ürünler sunmaktadır. Denetim yapanların hakları veya yetkileri sınırlandırılıyor ya da yanlışları düzeltme yetkileri olduğu hâlde olması gereken yapılmıyor.
Firmalar ürünlerin raf ömrünü uzatmak için katkı maddesi, daha iyi bir görünüm için gıda boyası veya parlatıcı maddeler kullanıyorlar. Normalde çiftliklerde üç ay içinde kesime hazır olması gerektiği hâlde her nasıl oluyorsa 20 günde büyüyüp kesilerek marketlerde bize sunulan tavuk etlerini yiyoruz.
GDO tehditi
GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) içeren ürünler büyük tartışma konusu. Bundan bahsetmeden önce GDO’lu ürünlerden öncesine bakmak lazım.
Geçen yüzyılın başlarında artan ürün talebini karşılamak için önce böcek öldürücü ilaçların dozu artırıldı. Tarladaki böcekleri hedef alan bu ilaçlarla böcekleri katlettik. Zehirleyici maddelere karşı direnç göstermeyi başaramayan böcekler yok oldu, hayatta kalmayı başarabilenler ise daha güçlü ve daha dirençli yeni nesiller olarak üremeye devam etti. Bu ise daha güçlü zehir ilaçları üretip kullanmamıza neden oldu ve böylece tehlikeli bir kısır döngü oluştu. Yakın zamanda DDT dediğimiz bu böcek öldürücü kimyasal ilaçların bütün canlılara ne kadar zararlı olduğu anlaşılınca yasaklandı ve bundan sonra GDO’lu ürün dönemi başladı.
GDO’lu ürünleri dayanıklılık gibi özellikleri geliştirdiği için, böcek ilaçları kullanımını azalttığı ve gerçekleşmesi beklenen açlığa çare olarak “hayal” edildiği için savunanları görmekteyiz. Hâlbuki GDO’lu ürünleri geliştiren şirketler çiftçileri kısır tohum ürünleri kullanmak zorunda bırakıyor. Yani normalde kendi tohumunu kendi ürününden alabilen çiftçi, ürünlerini bir dahaki sefere doğal yöntemlerle elde edemiyor. Bugün dünyanın önde gelen on firması dünya ticari tohum satışlarının yarısından çoğunu kontrol ediyor.
Tarım Bakanlığı “Türkiye’de GDO’lu ürün yok” diyor, ancak ülkemizde yeterli denetim olmadığı için ne kadar GDO’lu ürün yetiştirildiğini ya da tüketildiğini bilemiyoruz. Yurtdışından almakta olduğumuz ürünlere baktığımızda aslında hepimizin evinde bulunan ve küçümsenmeyecek kadar çok şeyde bu tehlikenin olduğunu söyleyebiliriz. Örnek olarak soya, sucuk, salam, sosis, hazır et suyu, hazır süt tozu, hazır çorba, kolalı içecekler, bazı bebek mamaları, hayvan yemleri vb… 2010 yılında kabul edilen biyogüvenlik yasasının bize ne getirdiğine baktığımızda GDO’lu gıda alımının yasaklanmadığını ancak bebek mamaları gibi daha çok tepki çeken ürünlerde kullanımının engellendiğini görürüz. Bu kesinlikle yeterli değildir.
Ne yapmalı?
Öncelikle bizi bekleyen tehlikenin farkında olmamız gerekiyor. Hazır ürünle yapılmış yemeklere ve fast-foodlara o kadar çok alıştık ki sağlıklı beslenme bize artık hem lüks geliyor, hem de son yıllarda dikkatleri üstüne çeken “organik gıda” sektörü cep yakıyor. Bu yüzden yıllardır ne şekilde kandırıldığımızın farkına varmamız gerekiyor. Sonrasında ise çevremizdeki insanları da uyarmak için harekete geçmek zorundayız. Herkesin daha çabuk aydınlanmasını sağlamak; “her gün dört yumurta yiyin!” şeklinde demeçler veren, para, kariyer ve ünlenmek uğruna kanıtlanmamış şeylerden veya her keseye uymayan şeylerden bahseden ‘hoca’larımızı dinleyerek olmayacak elbette.
Sağlığımızın gerçek anlamda korunması için yasaların artık büyük patronlardan yana değil, emekçi, çiftçi ve köylü üreticilerimizden yana değişmesi gerekmekte.
- Merve Denizci