Duble yollar tıkanıyor!

Geçtiğimiz ağustos ayında merkez bankası faiz oranlarını düşürmeyi hedeflediğini açıklamıştı. Aslında bahardan beri piyasadaki para miktarını yavaş yavaş arttırarak faizleri fazla dikkat çekmeden gıdım gıdım azaltan merkez bankası, yeni bir “pozitif beklentiler” dalgası yaratarak piyasayı hareketlendirmek, yatırımların azalma eğilimini tersine çevirmek amacını taşıyordu. Ancak düşen faizlere rağmen halen süregelen toplam yatırım düzeyindeki daralma hükümetin vergi gelirlerinde hissedilir bir düşüşe yol açmış görünüyor. Faizler düşüyor, fiyatlar genel düzeyi hızla artıyor. Vergi gelirleri azalıyor. Kamu borçları artıyor.

Devletin borç krizine doğru gitmeye başladığını sadece rakamlar değil, on yıldır büyük bir propaganda malzemesi haline getirilen ulaşım hamlelerine ilişkin kamu yatırımlarındaki duraklamalar da söylüyor. İstanbul-Ankara arasındaki hızlı tren hattına artık tek bir kazma dahi vurulmuyor. Sadece hızlı tren olsa neyse, Başkent Ekspresi bir yıldır sefere çıkmıyor, çünkü mevcut tren yollarına dahi yeterli bakım yapılamıyor. Pek çok ilde duble yol inşaatları bütünüyle durduruldu, seçim dönemlerinde verilen sözlerse çoktan unutuldu.

Bütün bunlar olurken, kendisini hissettiren kriz, önü alınamayan işsizlik karşısında yükselmesi gayet doğal olan muhalif sesleri susturmanın yeni yöntemleri aranıyor. Hükümetin başındakiler, katıldıkları televizyon programlarında açıkça yargı üyelerini de meclisin seçmesi gerektiğini söylemeye cüret edebiliyor. Sözde çoğulcu demokrasinin güçler ayrılığı diye bir ilkesi vardı. Elbette referans olarak hemen Avrupa ülkeleri örnek gösteriliyor. “Avrupa Komisyonu” adlı organda bütün üye devletlerin eşit oy hakkına sahip olmadığı, bu yönüyle devletlerin eşitliği olarak bilinen uluslararası hukuk kuralını açıkça ihlal eden, Afrika ülkelerinin pek çoğunu “Lome Konvansiyonu” gibi anlaşmalarla iyice kendi iktisadi sistemine bağımlı kılan, sanayileşmelerini engelleyen ve daha da fazla borç batağına sürükleyen emperyalist Avrupa Birliği’ni bir demokrasi örneği olarak göstermekse ayrı bir gariplik.

Bütün bunlar olurken hükümetin vergi cezaları, akreditasyon izinleri sayesinde çoktan kendisine bağladığı boyalı basın, hiçbir derdimiz kalmamış gibi onca sorunun içerisinde Menderes günlerini yad ediyor. Kendisini Menderes ve Özal’ın yanına koyarak poster yaptıranların ilham kaynaklarına bakıldığında, gerçekte kişisel çıkarları uğruna halkın parasını Amerikalı otomotiv patronlarına peşkeş çekmiş insanların karanlık portreleri ile karşılaşılıyor.

Menderes döneminde ABD’den Marshall Yardımı adı altında gelen paralar yetmemiş üzerine üç buçuk milyon dolarlık ödenek eklenmiş ve bin kişiye bir arabanın dahi düşmediği bir ülkede binlerce kilometre yol yapılmış. Bu yolların bütünüyle asfalt olduğu sanılmasın, aslında çok önemli bir bölümü toprak yoldan bozma stabilize yoldur. Bu dönemde o kadar çok yol yapılmıştır ki, belli bir süre sonra gereksiz yapılmış olan yolların bir bölümü hiç kullanılmadığından ve bakımları da yapılmadığından vasıflarını yitirmişlerdir. Söz konusu dönem aynı zamanda rant paylaşımı noktasında toprak burjuvazisinin belli bir süre sonra daha çok kayrılmasına sahne olmuş, ellili yılların sonuna doğru baş gösteren kriz ve artan toplumsal gerginlikle birlikte, sanayi burjuvazisinin teşvikiyle gerçekleşen 27 Mayıs darbesiyle son bulmuştur.

27 Mayıs darbesi, sanayi burjuvazisinin gelişimi için uygun bir ortam hazırlamaya yarayan yasaların çıkmasına vesile olmuş, sanayileşmede ithal ikameci politikalar benimsenmiş, yurt içinde üretimi yapılan ürünlerin ithalatını zorlaştıran koruyucu gümrük önlemleri alınmış, tüketim sanayisinde kümelenmiş iş çevrelerine gerekli donatım ve üretim mallarını sağlamak üzere çalışan ve temel üretimi gerçekleştiren bir kamu sanayi kesimi düzenli beş yıllık planlara bağlanmıştır. Ancak Amerikalı iş çevreleriyle kârlı ortaklıkları bulunan Türkiye burjuvazisi hiçbir zaman yüzde yüz yerli üretimi benimsememiş, üreten halkın sırtına binen asalak bir yük olma noktasında Menderes döneminin çıkar gruplarından çok da bir farklılık göstermemiştir.

Geçmişten bugüne de değişen çok bir şey olmamıştır. AKP hükümetinin on yıldan beri uyguladığı ve yalnızca yerli ve yabancı zenginleri daha zengin etmeye yarayan, toplumsal tabana ise yalnızca işsizlik ve güvencesizlik getiren ekonomi politikalarının bedelini, hiç çalışmadan lüks içerisinde yaşayan patronların rahatlığının karşılığını yine emekçi halkımız ödemek zorunda kalacaktır. Bu gerçeği önümüzdeki günlerde zamlı olarak gelecek doğalgaz faturalarından, KDV ve ÖTV’lerden dolayı yaşayarak göreceğiz. Bu durum aynı zamanda daha da hızlı artan bir enflasyonu, daha da çok tüketimden soyutlanan kitleleri, daha da fazla satılamayan malı, buna bağlı olarak daha da fazla kapanan işyerini ve daha da fazla işsizi beraberinde getirecek; bu ülkenin yollarında adı “Devrim” olan arabaların dolaştığı günler gelene dek aynı sahneler tekrar tekrar yaşanacak gibi görünüyor.

 

05 Eki 2012
paylaş