Bir zamanlar ülkemiz emekçi halkının hayatını mahveden yüksek enflasyon olgusu önümüzdeki aylarda kendisini yeniden belli edebilir. “Elveda enflasyon canavarı” şarkısının yüksek sesle çalındığı geçen on yıl boyunca “işsizlik ve cari açık ne olacak?” şeklindeki sorular eşliğinde duyulan çatlak sesler de önümüzdeki günlerde daha gür çıkmaya başlayabilir. Yaklaşan krize paralel olarak sokaklara dökülecek insanların artmasından ve kopacak gürültü patırtıdan endişe eden burjuva politik iktidarının teknokratı, bürokratı, akademisyeni vs. acı gerçekleri alıştıra alıştıra dillendirmeye başladı bile. Bunlardan biri ekonominin 2013’de eski büyüme trendini sürdürmesinin mümkün olmadığını ifade ederek “artık uçma devri bitti, şimdi karadan gitme zamanı” minvalindeki açıklamasıyla gülümseten merkez bankası başkanı Erdem Başçı idi.
Burjuva basını on yıl önce AKP’nin başlattığı yeni ve cüretkar “sıcak para” politikasını “take-off” (ing. kalkış, havalanma ) döneminin başlangıcı olarak aktarıyordu. Teyk-off terimi Amerikalı burjuva iktisatçı Rostow’un, kalkınma merhaleleri olarak adlandırdığı sürecin bir aşamasıdır ve teoriye göre takip eden aşama “ekonomik olgunluk” dönemi olmalıydı. Merkez bankası başkanının açıklamaları ise yalnızca teorinin iflasını değil, aynı zamanda ekonominin benzininin azaldığını da gösteriyordu.
3 Kasım 2002’de başlayan yeni çizgi, o güne kadar uygulanan ve yatırımları azalttığından dolayı düşük tutulmaya çalışılan faiz oranı politikasını bir kenara bırakarak, bu kez uluslararası ortalamanın üzerinde tutularak yurt dışından “borç sermayesi” ithal etmek suretiyle büyüme için gerekli fon transferinin yapılmasını sağlayacak yüksek faiz esasını benimsiyordu. Gerçekten de yurt dışında parası olan yatırımcılar yüksek faiz oranlarından yararlanmak üzere paralarını Türkiye finans sisteminde değerlendirdiler. Bu durum yabancı sıcak paranın getirdiği döviz bolluğu, liranın değerinin yükselmesi ve yanı sıra enflasyon oranının nispeten düşmesini beraberinde getirirken, yüksek faizlerden dolayı da üretici yatırımları azaltmış, işsizlik oranlarını olağanüstü boyutlara ulaştırmıştı. Böylece toplumun çok daha büyük bir kısmı işsizlik gerçeğini yaşarken, çok daha küçük bir grup parababası da, çok daha fazla zengin oluyordu.
Basitçe, bir ülkenin olağan döviz geliri ve olağan döviz gideri olarak nitelenebilecek cari açık, 2003 yılından beri olağanüstü boyutlara ulaştığı halde, yüksek faiz oranlarına bağlı olarak gerçekleşen yabancı kaynaklı sıcak para girişleriyle finanse edilebiliyordu. Son günlerde azalan cari açık rakamları, yaklaşan seçimler öncesinde olumlu bir haber olarak yansıtıldı. Ancak cari açığın azalmasının arkasında yatan neden özellikle makine ve hammadde gibi yatırım araçlarının ithalatına ilişkin azalıştan kaynaklanıyor. Yatırım harcamalarındaki azalış toplam tüketim düzeyindeki düşüşle ilişkili. Ekonominin bir durgunluk dönemine girdiği hissediliyor. Bunun yanında batı yarı kürede kendisini iyice hissettirmeye başlayan kriz süreci, yabancı kaynaklı sıcak para musluğunun kısılmasına yol açabilir.
Bütün bunların yanında toplam tüketim düzeyindeki nispi düşüş, vergi gelirlerinde en önemli kalemi teşkil eden ve emekçi halktan alınan ÖTV, KDV gibi vergilerden gelen gelirin bir ölçüde azalacağı yönündeki beklentileri de arttırıyor. Bu durum dolaylı vergi oranlarında artışlara yol açabilir. Çünkü kamu finansmanı için söz konusu olabilecek diğer kanallar, özellikle yabancı yatırım gibi faktörler küresel krize bağlı olarak zayıflamaktadır. Bir diğer seçenek de vergi oranlarını arttırmadan, piyasadaki yerli para miktarını arttırmaktır. Merkez Bankasının döviz rezervleri buna müsaittir. Böyle bir hamle fiyatlar genel düzeyini yükseltici bir etki yapar. Bütün bunlar enflasyonun yükseleceği ve kamu borçlarının daha fazla problem olacağı günlerin uzak olmadığını gösteriyor.
AKP’nin başlattığı “yeni çizgi” yalnızca faizlerin yükseltilmesi değildi. AKP neo-liberal saldırının her unsurunu çalışma hayatına, hukuk, sağlık ve eğitim sistemine yerleştirdi. “Durmak yok, yola devam” sloganıyla, kendisinden önceki burjuva hükümetlerinin yarım kalan pek çok işini tamamladı. İşçilerin özlük haklarını gasp eden yeni yasalar çıkarttı, taşeron çalışma sisteminin önünü açtı; tarımsal üretime ilişkin düzenlemeleriyle şeker pancarı ve domates üretimi başta olmak üzere çiftçimizi bütünüyle kısır tohum ve glikoz şurubu işiyle uğraşan küresel besin tekellerine bağımlı kıldı. Yetmedi, sağlık sisteminin içini boşalttı, sağlık emekçilerini performans cenderesine bağladı, sağlık ocaklarının özelleştirilmesinin önünü açtı, çocuklarımızın hayatlarını küresel ilaç tekellerinin ellerine teslim etti. Yetmedi, eğitim sistemini gericiliğin ve sermayenin hizmetine sokmak için yeni düzenlemeler getirdi. Bütün bunlara ek olarak toplam tüketimdeki nispi daralma, yavaş yavaş dillendirilmeye başlanan enflasyonist politikalar ve yaklaşan kriz, toplumsal muhalefeti genişletici bir ortama işaret ediyor.
- Ozan Gökbakar
