Halkın bankası

Geçtiğimiz günlerde yeni bir yolsuzluk iddiası meclis gündemine girdi. İddiaya göre AKP, şu anda kamuya ait olan en büyük banka aracılığıyla kendi yandaşlarına, herhangi bir ticari varlıkları ve teminatları olmadığı halde, büyük miktarda ve ucuz kredi kullandırmış. Söz konusu bankanın geçmişte de benzeri yolsuzluk olaylarında politik iktidar tarafından bir rant kollama aracı olarak kullanıldığı konusu dillendirilmişti. 1993 yılında pamuk çiftçilerine yönelik olarak çıkarılan ve söz konusu banka tarafından ödemeleri yapılan destekleme primlerinin toplamda 1,8 trilyon olması gerekirken, hak sahibi olmayanlara da ödeme yapılmasından ötürü 4,6 trilyon lira olduğu ve ilgili bankanın hazineye trilyonlarca lira “görev zararı” yükü getirdiği günlerce gazetelerde yazılmış, çizilmişti. Aynı iktidar bu olaydan hareketle bir de özelleştirmeler için yeni bir bahane yaratmış oluyordu.

Bir dönem mevduat toplamı açısından ülkenin en büyük bankası olan, milyonlarca insanın, emeklinin maaşının yattığı, çiftçilerin kredi kullanmak için merdivenlerini aşındırdığı bir kamu bankasının arpalık olarak kullanılmasının yanı sıra sendikal anlamda da sıkıntılara sahne olması da ayrı bir gerçekliktir. Üstelik sendikal hakların baskılanması ve engellenmesi yalnızca söz konusu bankanın değil, genel olarak bütün bir bankacılık sektörünün kanayan yarasıdır. En büyük kamu bankasında bile sendikalı olma hakkının engellendiği ülkemizde banka işçilerinin yalnızca yüzde 35’i sendika üyesidir. Pek çok bankada, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan hedefler için yapılan baskılar, keyfi işten çıkarmalar ve mobbing uygulamaları yaygınlaşmış, hatta “bankacılık” ifadesiyle yan yana anılır hale gelmiş durumdadır.

Banka, ilkel-komünal üretim yapılarını takip eden ve neredeyse her üretim sistemi için söz konusu olan ancak işlevi ve niteliği içinde bulunulan toplumsal koşullara bağlı olarak değişen bir kurumdur. Ticaretin madeni paralarla yapılmaya başlandığı ve köleci üretim ilişkilerinin söz konusu olduğu dönemlerde “banka”, uzak diyarlardan gelen tüccarların getirdiği farklı ağırlık ve ölçülerdeki madeni paraların pazarda kullanılan paralarla değişiminin yapılması için ölçüldüğü bir tezgahken, söz konusu tezgahların zamanla tefeciler, bezirganlar tarafından işletilmeye başlanmasıyla borç para temin edilen yerler haline gelmesi kapitalist üretim ilişkilerinin erken dönemlerine denk düşer.

Tekelci kapitalizm evresi, finans burjuvazisinin sanayi burjuvazisi ile iç içe geçtiği bir ortamı beraberinde getirmiştir. Zamanla sanayi kesimi kredi ilişkileri yoluyla finans kapitalin boyunduruğuna girmiş, büyük sermaye küçükleri yutmuş, yirminci yüzyılın ikinci yarısında tefecilik silinmeye başlamış ve küçük bankalar büyüklerin içinde erir hale gelmiştir.

Sosyalist ülkelerde ise, para ve tüketim karnelerinin sürümü, tüm vatandaşların maaş işlemleri, artık kolektif mülkiyet olan işletmelerin ham madde ve malzeme alımları için kullandığı hesaplar, kısaca ülke çapında tüm malların üretim ve dağıtımının muhasebesi tek bir devlet bankası aracılığıyla yapılır olmuştur.

Ekonominin bir bütün olarak ve tamamıyla halkın malı olan işletmelerden oluştuğu Sosyalist ülkelerin gerçekleştirdiği iktisadi başarılar, büyük kalkınma hamleleri, uzay çağının başlatılmış olması gibi utkular yadsınamaz. Kârların özelleştirildiği, zararların kamulaştırıldığı kapitalist sistemde ise kamu iktisadi teşekküllerinin politik iktidarın rant kollama araçları haline getirildiği gerçeği de unutulmamalıdır. Ancak KİT’lerin yozlaşmış ilişkilerin araçları hâline gelmesini önlemek için özelleştirilmeleri gerektiğini savunmak toptancı ve vulgar bir yaklaşımdır. Yozlaşmayı engellemenin yolu KİT’lerin özelleştirilmesi değil, aksine buralarda çalışan emekçilerin kontrolüne geçmeleridir.

1871 Paris Komünü’nden günümüze kadar, banka ve kredi sisteminin kamulaştırılmasının, tüm halkın eşitlik ve gönenç içerisinde yaşayacağı yeni düzen için bir zorunluluk olduğu gerçeği değişmiş değildir. Burjuva politik iktidarının yolsuzluklarına, emekçilere yönelik hak gasplarına ve kamu iktisadi teşekküllerinin içinin boşaltılıp özelleştirilmesine karşı, sendika hakkının ve bankalar da dahil tüm işletmelerde emekçilerin öz yönetimi esasının savunulması, kurulacak yeni dünyaya giden yolda tüm ilerici inisiyatiflerin ödevidir.

18 Ağu 2012
paylaş