Hırsızlar düzeni

Eski defterler yeniden açılıyor. 1980 öncesinde cinayetler işleyen, insanların hayatlarını çalan, üstelik de bunu halkının eşit, özgür yaşamasını isteyen gençlerimize karşı yapan katiller, torbanın içinden çıkan onca sürprizden biri olan yeni düzenlemeyle salıverildi. Bu durum kamu vicdanını yaralayınca da topluma şirin gözükmeye çalışan iktidar ortakları çıkıp konuşmak zorunda kaldılar. İktidarın solculara şirin gözükmek için vitrine koyduğu, iyi polisi oynayan yüzü Ertuğrul Günay hemen pişmanlığına ilişkin açıklamalarda bulundu. Bunlar aslında samimiyetten yoksun açıklamalardı. Çünkü kendisi bal gibi de paketin içinden ilericilerin zararına olan düzenlemelerin nasıl çıktığını gördü. Sonuç olarak etiğin bütünüyle kağıt üstünde kaldığı bir düzenin ülkemizdeki sorumlularından biri olarak kendisinden başka bir şey de zaten beklenemezdi.
 
Bir de salıverilen kişilerin yönlendirildiği odakların, partilerin, derneklerin yöneticisi, başkan yardımcısı vs. olarak çalışmış, kontrgerilla, Gladyo ve CIA bağlantısına dair bazı tarihsel gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlayınca da, gömlek değiştirerek "liberal muhafazakar" etiketiyle kendisine verilen görevleri yerine getirmeye devam eden Taha Akyol gibileri var tabi. Aslında burjuva iktidarın seksen öncesinde ülkücülük adı altında solcu avına çıkmış benzer kişileri aradan uzun yıllar geçtikten sonra aklamaya yönelmesi hiç de anormal değil. Burjuva iktidarı, kendi sınıfsal üstünlüğünü ve haksızlığını meşru göstermek için dayandığı seçim sistemi, yasal düzen vs. kendisini kısıtladığı anda faşist kuklalar kullanma yoluna başvurmuşsa zaten bu işlenen suçların da azmettiricisi konumundadır. 12 Eylül'de ve 12 Mart'ta asılan solcuların çoğu hayatında tek kişiyi dahi öldürmemiş, "anayasayı cebren değiştirmeye teşebbüs" gerekçesiyle mahkemelere düşmüşken, ülkücülerin hiçbirisi "ülkücü" oldukları için yargılanmadı. Şimdi de insan öldürenler salıveriliyor, ama siyasi suçtan yargılananların davaları halen sürüyor. Bu ülkede hiçbir zaman ilericileri, devrimcileri ve hatta azınlıkları katledenler yargılanmadı. Aksine ödüllendirildiler.
 
Hrant Dink'e ne olduğunu hatırlayalım. Onun dahil olduğu ve "azınlık" adı verilen toplamın kaderini çizmeye yeltenenlerin fikirleri aslında gerçek anlamda siyasi suç. Örneğin "ülkücü" hareketin ideoloğu Dündar Taşer'in Mesele adlı kitabını ele alalım. Söz konusu kitapta bu ülkeye tarih boyunca çok sayıda "gayrimüslim" vatandaşın hizmet ettiği gerçeği kabul edilirken, hemen ardından yine de büyük çaplı ve ülke ekonomisi için hayati önemi olan iktisadi işletmelerin azınlıkların eline teslim edilemeyeceği ifade ediliyor. Bu, toplumu ırk, dil, din temelinde gruplara ayırmak değil de nedir? Taha Akyol ya da Bahçelievler katliamının faillerinden Ünal Osmanağaoğlu'nun hiç böyle bir suçtan yargılandığını duyan var mı? Yargılandıkları konu cinayet ve cinayeti azmettirmek. Oysa fikirleri bile aslında cinayet gibi.
 
 
Ülke yönetimine bütünüyle yolsuzluk yapanların, dolandırıcıların ve etik yoksunlarının hakim olduğu düzene kleptokrasi (yun. kleptes: hırsız; kratos: iktidar) adı verilir. Elbette bu tanımlama, gerçekte baştan aşağı yozlaşmış, çürümeye yüz tutan kapitalizmin hüküm sürdüğü herhangi bir ülkedeki burjuva iktidarının özünde yatan kleptokratik niteliğin göz ardı edilmesine de yol açar. Ama burjuva bilimcilerinin terimsel açıklamaları temelinde bakıldığında bile bu ülkede bütünüyle kleptokrasinin hakim olduğu gerçeği ortadadır. Öğrencilerin, aydınların tutuklu, katillerin ise tahliye olduğu, kıdem tazminatı hakkının bir oldu-bittiyle kaldırılmaya çalışıldığı, kürtajın "ertesi gün hapı" üreten anlaşmalı ilaç firmaları zengin olsun diye yasaklanmaya ya da kısıtlanmaya çalışıldığı, ÖSS'de, KPSS'de aleni ve hatta merkezden destekli kopya skandallarının yaşandığı, yolsuzlukların, usulsüzlüklerin alıp yürüdüğü bu ülkenin düzenini ifade etmek için bundan daha kibar bir terim düşünülemez.
 
 
 

19 Tem 2012
paylaş