15-16 Haziran tarihi hepimizin ruhunu heyecanlandıran bir tarihtir. Böyle büyük bir işçi direnişi nasıl ruhumuzda büyük bir heyecan uyandırmaz ki.
İsterseniz bu büyük 15-16 Haziran işçi direnişinin kısaca bir geçmişine göz atalım:
1960 ve 1970' li yıllar Türkiye’nin sanayi ve ticarette geliştiği, kapitalizmin yoğunlaştığı yıllardı. Bu durum işçi sayısının artmasına neden olmuştu. Çalışan işçi sayısının artması ise sendikalarda üye sayısının artmasıydı. Fakat aynı dönemde işçi ücret artışları da tam tersi geri noktalardaydı. 1961 anayasasının doğurduğu görece serbestlik sayesinde, işçi sınıfı az da olsa grev hakkına ve sendikalarda örgütlenme özgürlüğüne sahipti. 1960 öncesine göre sendikaların politika yapması ve her alanda görüşlerini belirtmesi daha serbestti. Fakat o dönem Türk-İş bunu yapacak durumda değildi. Türk-İş Amerika’nın güdümünde, Amerika’dan para alan, iktidarla uzlaşan bir tavırdaydı. Açıkça “Ben partiler üstü politika izlerim. İşçilerin politik bilinç elde etmesine çalışmam ” diyordu. Bu durum Türk-İş'in kan kaybetmesine neden oldu. Türk-İş'e yerine devrimci bir yapılanma gerekiyordu. Bağımsız sendikaların ve 5 sendikanın bir araya gelmesiyle 1967'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu.
Bu dönemde yaşam koşullarının ağırlaşmasının, işçi emekçi ve yoksul kesime fatura edilmesi, yoğun toplumsal bir muhalefete dönüşmesine neden oldu. Böylece işçi sınıfı bir yükselişe geçti. DİSK'in kurulması ve TİP’in de desteğiyle bu yükseliş had safhaya erişti. İşçiler greve çıkıyor, her yerde mitingler, hak arama mücadelesi gerçekleşiyordu. Bu dönemde DİSK'in üye sayısı gittikçe artıyordu. İşçi sınıfının bu yükselişi birilerini rahatsız etmiş olacak ki, paniğe kapılan sermaye sahipleri ve iktidar, sendikalar yasasında değişiklikler getirerek işçilerin örgütlenmesini engellemek istedi. Bunun için, işçilerin örgütlendiği ve sendikaların birleştiği DİSK’ i kapatmak anlamına gelecek yasalar çıkardı. 274 ve 275 sayılı sendikalar kanununun değiştirilmesi üzerine, 15-16 Haziran 1970 yılında binlerce işçi bu durumu protesto ederek, sendika haklarına sahip çıkmak için yürüyüşe geçti.
İstanbul ve İzmit'in birçok yerinde işçiler fabrikalarda çalışmalarını durdurarak, direnişe geçti. Özellikle İstanbul sokakları iş bırakıp yürüyen işçilerle özgürleşti. Direnişe 15 Haziran'da 70 bin, 16 Haziran'da 150 bin işçi katıldı. Bir çok yerde çatışmalar yaşandı. Fakat bu durum işçi sınıfını yıldırmadı. İşçilerin sesini duyurmasını, barikatları aşmasını engelleyemedi. Hükümet, bu olaylar sırasında sonra sıkıyönetim ilan etti. 15-16 Haziran direnişi, yasanın geri çekilmesini sağladı.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ve DİSK' e bağlı sendikaların yöneticileri gözaltına alınarak tutuklandı. Buna rağmen direniş başarıya ulaştı. Başarıya ulaşmasındaki en büyük etken, zaman kaybedilmeden, meşru bir zeminde kararlı ve istikrarlı bir şekilde örgütlenmenin gerçekleşmesidir. Singer fabrikasında çalışan bir işçiye 15-16 Haziran direnişinden sonra, direnişinin nasıl olduğu sorulduğunda, “Ben devrim oluyor sanmıştım.” cevabı aslında bize işçi sınıfı mücadelesinin ne kadar yükselmiş olduğunu gösteriyor.
15-16 Haziran direnişi, kadınların en aktif katıldığı eylemlerden biri olma özelliğini de taşıyor. Kadınların en ön saflarda yer aldığı, işçileri örgütlediği direnişlerdendir. Kadınlar bazı fabrikalarda direnişe geçmek istemeyen erkek işçilerin, yürüyüşe geçmelerini sendika haklarına sahip çıkmalarını sağlamıştır. Kadınlar, polisle çatışıp, barikatları aşmıştır.
Tarihsel geçmişten günümüze baktığımızda ise, günümüzde hâlâ 15-16 Haziran direnişi ile ilgili bazı tartışmalar yaşanabiliyor. 15-16 Haziran direnişi kendiliğinden bir hareket midir? Yoksa DİSK' in öncülüğünde gelişen bir sınıf hareketi midir? gibi sorular sokça rastladığımız sorular...
15-16 Haziran direnişi, işçi sınıfı açısından kendiliğinden oluşan bir direniş değildir.
15-16 Haziran DİSK’ in ve sendika yöneticilerinin gün be gün, her gün işçilere, sendikal haklarını koruma mücadelesi ve sınıf bilincinin verilmesiyle gerçekleşmiştir. Yani 15-16 Haziran'da mücadelesi verilen ve işçi sınıfı açısından büyük önem taşıyan, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı içindir ve bu temel hak üzerinden mücadele yükseltilmiştir. Ayrıca işçi sınıfı istediğinde çıkarılan yasaları geri çekebilecek güce sahip olduğunu da ispatlamıştır. 15-16 Haziran, işçi sınıfının varlığını ve gücünü ispatlaması açısından önemli bir yerde duruyor.
Bugün yaşadığımız kapitalist sistemde, emek-sermaye çelişkisini yaşamaya devam ediyoruz. Biz işçiler işten atılıyor, güvencesiz, esnek, kuralsız çalışma dayatılıyor, haklarımız gasp ediliyor. En önemlisi, sendikal haklarımıza her geçen gün sınırlamalar getiriliyor. THY'na grev yasağı getirilmesi ile bunu çok yakın zamanda yaşadık. Her geçen gün işçi ve emekçilerin aleyhine yasalar çıkarılıyor. Kamu emekçilerinin 4688 sayılı yasaya hapsedilmesi, grev hakkının olmadığı bir toplu sözleşme imzalamak zorunda bırakılması ve reva görülen sefalet zammı bunlardan sadece birkaçı.
Bütün bu işçi sınıfına yönelik hak gasplarına karşı biz işçi ve emekçiler daha derli toplu ve kararlı bir duruş sergilemeliyiz. 15-16 Haziran'dan aldığımız mücadele ruhuyla bir araya geldiğimizde, örgütlendiğimizde, burjuvazinin nasıl geri çekildiğini, bir kez daha hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Türkiye'de grev, direniş kararlarının alınması ve bu kararların istikrarlı bir şekilde uygulanması, başarıya ulaşması için 15-16 Haziran direnişinden dersler çıkarmalıyız.
Bu ruhla yılmadan usanmadan mücadeleyi yükseltmeli ve örgütlenmeliyiz. Lenin’in, “sabırla öğret ve örgütle!” sözüne de sadık kalarak.
- Pınar Altuntaş