Değirmenin suyu

Her devrin insanı diye bir tabir vardır. Hep galip gelen tarafta yer alıp, her döneme uyum sağlarlar. Daha düne kadar nispeten "sol" çizgide duran siyasi gazetelerde yazan, geçtiğimiz günlerde hükümete bağlı bir televizyon kanalında Üstelik de "tecrübelerime göre faiz haramdır" dedikten sonra, faiz politikasını öve öve bitiremeyen Yiğit Bulut bunlardan biri.

Bir kere bu ülkede, mevcut hükümetin iktidara geldiği 2002 yılından beri faizleri yüksek tutarak yurt dışından borç sermayesi ithal etme politikası uygulandığı bilinen bir gerçek. Yani önceki dönemlerdeki gibi, "düşük faiz oranı" kaygısı taşıyan, yatırımların artmasını ve işsizliğin azalmasını lafta kalsa da bu koşula bağlı bir mantıkla ele alan ekonomik hedeflemelerde temelden bir kırılma yaşanmış durumda. Aslında mevcut hükümetin ekonomi politikalarının temelleri 1980'li yıllara kadar uzanıyor. Tarihsel süreci bir bütün olarak düşündüğümüzde, ülkemizde neo-liberal "milat" olarak nitelenen 24 Ocak 1980 kararları, yanı sıra 1989'da dışa açık sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının önünü açan Özal'ın 32 sayılı kararnamesi ve 2002'de başlayan "yüksek faiz" dönemi, aslında emekçi halkımızı daha fazla sömürebilmek için başlatılmış olan yeni sürecin birer aşamasıdır.

Ekonomi politikalarında temelde değişmeyen tek şey ise, emekçi halkın refahı için olmaktan ziyade burjuvazinin daha da fazla zenginleşmesi için uygulanıyor oluşları. Bu gerçek ne yirmili yıllarda, ne yetmişlerde, ne de günümüzde değişmedi. Örneğin 1923 İzmir İktisat Kongresi "kendi zenginlerimizi yaratacağız" hayalleriyle yapıldı. Ellili yılların Menderes hükümeti toprak burjuvazisi ve ağalarını daha da zengin etme derdindeydi. 1960-1980 aralığında uygulanan içe dönük dış ikameci politika, sanayide kamu kesimini özel kesimin gelişimini sağlayacak, temel donatım mallarını üretecek bir unsur olarak görüyordu. Seksenli ve doksanlı yıllarda yüksek enflasyona neden olan politikaların yarattığı koşulların altında ezilenler de yine emekçilerdi.

Burjuva siyasal iktidarının temel görevi burjuvazinin gelişip zenginleşmesinin yolunu açan ve genişleten siyasi kararları almaktır. Diğer yandan bu, işçi sınıfının da mümkün olduğunca sürdürülebilir bir şekilde haklarının gasp edilmesi için gerekli politikaların üretilmesi anlamına gelir. Bunu, ekonomik koşulların emekçi halk için yarattığı olumsuzluklardan olduğu kadar, bizzat siyasal iktidarın uyguladığı fiziksel ve hukuksal şiddetten de anlayabiliriz.
Burjuvazinin, şiddeti meşru, haksızı haklı gibi göstermek için daima satılmış kalemlere ve işbirlikçilere ihtiyacı vardır. Kıdem tazminatının kaldırılıp fona devredilmesini, aile hekimliği adı altında sağlık ocaklarının özelleştirilmesini, özellikle parası olmayanın yavaş yavaş ölümü anlamına gelen genel sağlık sigortasının "herkese sağlık" diye aktarılmasını, işsizlik, yoksulluk ve açlık muazzam boyutlara ulaşmışken, "ekonomi tıkırında, faizler de düşünce mükemmel olacak" şeklinde algılatılmasını sağlamak başka türlü mümkün değildir.

Faiz konusu açılmışken, geçtiğimiz günlerde Ali Babacan'ın yaptığı açıklamayı da atlamamak gerekir. Bakana göre ülkemiz ekonomisinin son on yıllık büyüme sürecinde bankacılık sektörünün rolü çok önemliymiş. Ne hikmetse ekonomik büyüme bir türlü işsizliğin azalmasını sağlayamıyor. Bankacılık sektörü hızla büyüyor, bankalar kârlarına kâr katıyor, ama ne hikmetse bankalardan toplu işçi çıkarmalar almış başını gidiyor. HSBC, çalışanlarına yakında gerçekleşecek toplu işten çıkarmalarla ilgili e-postalar yolluyor. Müşterilerden hesap cüzdanı yazdırmak için bile para alan, ondan sonra da dalga geçer gibi "başka bir arzunuz?" diye reklamlar yapan kimi bankalar, kârı yaratan, zenginliği yaratan çalışanlarına hiçbir anlamda sendikal hak, gelecek garantisi ve iş güvencesi vermiyor.

Bu ülkede yanlış olan çok şey var. Fabrikalar, bankalar, tarlalar kendi kendine mal ve hizmet üretemez. Zenginliği, büyümeyi, kârı yaratan emekçilerdir. İnsanların bedenleri hakkında hüküm verme küstahlığını göstererek kürtaj hakkına dil uzatan, grevi yasaklayarak işçilerin elinden yaşama koşullarını iyileştirebilmelerine yarayan her türlü hakkı almaya çalışan, ÖYM'lerle, biber gazıyla, sessiz bekçilerle, satılmış kalemler, dalkavuklar ve kodamanlarla denizin önüne set çekmeye çalışanlar umutsuzdur. Bu ülke için tek umut, Adana ve Aydın demiryolu grevlerini, 15-16 Haziranları, Kavel direnişlerini vb. ören Türkiye İşçi sınıfıdır. Yeter ki tarihte hiçbir kazanımın altın tepsi içinde gelmediğini hatırlasın ve birlik olduğunda sahip olduğu gücünün farkına varsın.

01 Haz 2012
paylaş