Kriz çanları

Dünya ekonomisi yeni bir dönemece giriyor. Gerek ülkemizde, gerekse dünya genelinde, toplam üretim ve tüketim seviyelerindeki düşüşler kendisini iyice hissettirmeye başladı. Bunun en çarpıcı örneğini otomotiv sektörü ürünlerine ilişkin satış rakamlarındaki ciddi düşüşlerden anlıyoruz. Satış azaldıkça üretim de azalıyor. Üretim azaldıkça fabrikalarda işten atılanların sayısı da artacak. Üstelik neredeyse bütün ülkelerin genel tüketim harcamalarında daralma olduğu gözlemleniyor. Bütün bunlar kapitalist ekonomik büyüme sürecinin bir sonucu.

Yakın zamandaki enflasyon verileri, fiyatlar genel düzeyinin değişim oranlarında bir artış olduğunu gösteriyordu. Kapitalizmde ulusal gelirin artması, ekonominin büyümesi, enflasyonu yükselten bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu aslında mevcut üretim ilişkilerinin çarpıklığından, toplumsal gelir dağılımının adaletsizliğinden kaynaklanan bir durum. Çünkü toplumun büyük bir kesimi emeğiyle geçinen ancak ürettiği değerin karşılığını alamayan insanlardan oluşuyor. Ayrıca kaynak tahsisi ve değerin belirlenimi gibi hayati görevler üstlenen, fakat raslantısal toplam arz toplam talep dengesini bir türlü sağlayamayan "piyasa" adlı mekanizmayı da eklediğimizde, dalgalı ve dengesiz büyüme süreçlerine gebe bir sistem olan kapitalist üretim ilişkileri karşımıza çıkıyor.

Kapitalist üretim sisteminin dolaşım ve bölüşüm ilişkilerinin bozukluğu, kapitalizmin yapısal sorunlarından kaynaklanıyor. Tekstil üretimini ele alalım. Bir tekstil fabrikasında bir işçinin tek başına günde yüz adet kazak ürettiğini varsayalım. Bu kazaklar bir mağazaya tanesi 20 liradan satılsın. Bu durumda bir işçinin ürettiği kazağın bir günlük üretiminden elde edilen toplam gelir 2000 lira olacaktır. Ancak sermayedar kâra dayanarak varlığını sürdürdüğü için işçiye günde 40 lira yevmiye verecektir. Kazağın üretimi için ayrıca hammadde masrafı olarak bir kazak başına 5 lira harcandığını varsaydığımızda bir günde 100 kazak için 500 lira hammadde maliyeti ve bu bir günlük üretim için işçiye ödenen 40 liralık ücretle birlikte toplamda 540 lira günlük üretim maliyeti ortaya çıkacaktır. Bu durumda sermayedarın bir işçinin üretiminden eline geçen günlük net gelir 1460 lira olur. Sermayedar bunun belli bir bölümünü, örneğin yarısını yeni bir fabrika ya da mevcut fabrikada yeni bir bölüm açmak için kullansa, diğer yarısını da kendi lüks yaşamını sürdürmek için kullanacaktır. Elbette buradaki varsayımımızdan farklı olarak fabrikada bir tek işçi değil yüzlerce işçi çalışır, her işçi mal üretiminin belli bir bölümünü üstlenir ve bütün bunlar da sermayedarın çok daha fazla toplam günlük gelir elde ettiği anlamına gelir.

Bu durumun krize nasıl yol açtığını görmek için ekonominin bütününü göz önünde bulunduralım. Günde yüz kazağın satıldığı zaman dilimi ekonomik çevrim döneminin genişleme dönemidir ve varsayımsal olarak bu dönemde günlük mal stokları çabucak erir. Elbette bu esnada başka malların üretimi de aynı çerçevede yapılmaktadır. Genişleme döneminde büyüme olduğu için genel olarak ülke geliri de artmış demektir. Ulusal gelirdeki artış örneğin motorlu araç ve beyaz eşya satışlarını arttırdığı gibi, elektrik ve akaryakıt kullanımını da arttıracaktır. Çünkü ek olarak, hangi malı üretirse üretsin her fabrikanın elektrik kullanmaya ve bunların nakliyatı için motorlu araç kullanmaya ve bu bağlamda da akaryakıta ihtiyacı vardır. Üretimin genel olarak ani talep artışlarına hemen cevap veremediği gerçeği düşünüldüğünde elektrik ve akaryakıta olan genel talebin artması bunların fiyatlarının da artmasına yol açar. Ek olarak sermayedarlar elektrikli eşya, motorlu araç ve tekstil mallarının üretimini arttırarak daha çok satmak ve böylece daha çok kâr elde etmek için üretim sürecinde kullanılan makine ve malzemelerden yani üretim mallarından da daha çok sipariş vermek durumundadır. Böylece üretim mallarının, yani fabrikalarda kullanılan makinelerin, araçların vb. talebinde ani bir artış olacağı için bunların fiyatları da artacaktır. Bütün bunlar fiyatlar genel düzeyinin artmasına, yani enflasyona yol açacaktır. Zira diğer fabrikalar da kendi mallarının fiyatına zam yaparak bu yeni maliyet artışını tüketiciye yansıtacaktır.

Kapitalist büyüme çevrimlerinin genişleme aşamasından sonra daima durgunluk aşaması gelir. Çünkü toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi kesim, hiçbir zaman ürettiği değerin tam karşılığını alamaz. Hiçbir zaman genel olarak emekçilerin ücretlerindeki artış, fiyatlar genel düzeyindeki artış oranına eşit olmaz, aksine hep bunun altında kalır. Ancak sermayedarların kazancı hep artar, onlar lüks yaşamlarına hep devam ederler.

Geçtiğimiz aylarda ve şimdilerde enflasyon oranındaki artış, paralelinde genel tüketimde kendisini hissettirmeye başlayan daralma tesadüfen ortaya çıkmış bir durum değildir. Kriz kendisini otomotiv sektöründe hissettirmeye başladığı gibi, örneğin tekstil sektöründe de hissettirmeye başlayacaktır. Önümüzdeki dönemde emeğiyle geçinmeye çalışan pek çok insanın işini kaybedeceği rahatlıkla söylenebilir. İşte bu noktada, liberal mantığın, her sorunu çözdüğü iddia edilen serbest piyasa tezinin çöktüğünü tekrar görmüş bulunuyoruz. Batının güçlü ve büyük görünümlü kapitalist devletleri, emekçi halkın ödediği vergileri, batan şirketleri kurtarmak için kullanıyor. Kapitalizmin hüküm sürdüğü bütün ülkelerde, burjuva politik iktidarları, işsiz kalan, geleceksiz, sağlık güvencesiz bırakılan, onurlu ve insanca bir yaşam isteyen emekçi halkların yığınsal hareketlerini bastırmak için savunma harcamalarını arttırıyor.

Bütün bunlar, dünyaya binlerce yıl hükmettikten sonra tarihin çöplüğüne gömülen köleci imparatorlukları hatırlatıyor. Sistemini sürdürmek için köle bulmak ve mevcut köleleri de kontrol altında tutmak isteyen, bu yüzden sürekli büyük ordular bulundurmak zorunda kalan ve zaman içinde kendi büyüklüğünün getirdiği masrafların altında ezilen devletiyle ve çökmeye yüz tutan ekonomisiyle Roma imparatorluğu gibi ülkeler var günümüzde. Onları da, tarih kitaplarından okuyacağımız günler çok uzak olmasa gerek…

 

18 May 2012
paylaş