Sen Nehri taştığında

Bugünlerde Avrupa'nın gündeminde iki şey var: seçimler ve grevler. Grev kelimesi, Fransa'nın başkenti Paris'de, şehrin içinden geçen Sen Nehri'nin kıyısındaki La Greve meydanından gelir. Zamanında çalışma koşullarından memnun olmayan işçiler, işi bırakıp bu meydanda toplanırlarmış. Tepkisini ortaya koyan ve  "biz çalışmazsak, sen yaşayamazsın" mesajı veren işçiler adı geçen meydanda toplandıkları için bunlara grevciler denirmiş. Zamanla çeşitli amaçlarla topluca iş bırakanlara grevci, gerçekleştirilen eyleme de grev denilir olmuş.

Dünyanın pek çok yerinde işçilerin, emekçilerin greve gidiyor olması rastlantı değil. Krizin etkileri  bütün dünyayı sarmış durumda. Dünya genelinde petrol, otomotiv ve dayanıklı tüketim mallarına olan genel talep geçen yıla göre çok daha alt bir düzeyde seyrediyor. Yani kitlelerin tüketim gücü azalmış. Kapitalist üretim sisteminin içinde bulunduğu süreç yavaş yavaş yeni bir çöküntü aşamasına yaklaşıldığının habercisi niteliğinde. 2012 yılı, ülkemizde ve dünyada, enflasyonun genel olarak hızlı bir şekilde yükselmeye başlayacağı silsilenin başlangıcı olarak görülüyor. Dünya kapitalizminin patronları olan Avrupa ve ABD tekellerinin kontrolündeki merkez bankalarının krizi ertelemek adına uyguladıkları ve Euro'nun, Dolar'ın değerinin düşmesi pahasına, piyasayı bolca paraya boğan politikaları, büyük çöküntü öncesindeki son çırpınışlar...

Toplumsal çelişkiler ve küresel ekonomik kriz ezilen emekçi yığınları sokağa itiyor. Emekçi halkların bastırılamayan öfkesine, yakın zamanda, Arap ülkelerinde tanık olduk. Benzeri bir durum Avrupa geneli için de geçerli. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya'da süregelen grevler ve ayaklanmalar buna dair bir örnek. Bununla birlikte, emperyalist sömürü mekanizmasının küresel çapta içine düştüğü açmaz, sendikal hakları törpüleyen, güvencesizliği ve geleceksizliği dayatan, savaş çığırtkanlığı yapan burjuva siyasal iktidarlarını zaman zaman kılık değiştirmeye, kalabalıkların bastırılamayan öfkesini yatıştırmaya çalışmaya da yöneltebiliyor.

Zamanında Babeuf gibi büyük devrimcilerin kanlarıyla sulanan topraklarda da durum uzun süredir farklı değildi. Son seçimlerin ardından yıllar sonra Sosyal demokrasi rüzgarı yeniden Fransa'yı etkisi altına aldı. Neoliberal politikalarla birlikte iyice vahşileşen kapitalizmi sevimli göstermekle görevli "iyi polis" Fransa Sosyalist Partisi yeniden başkanlık koltuğuna yerleşti. Adının sosyalist olması kimseyi yanıltmasın. Bir kere, Avrupa genelinde Sosyalist denildiğinde bu ille de fabrikaların, tarlaların kamulaştırılacağı anlamına gelmiyor. Avrupa'da Sosyalist nitelemesi, toplumculuk kapsamında ele alınabilecek her türlü politika anlayışına ve akımına tekabül edebiliyor ve bu şekilde alabildiğine genellik arz ediyor. Öte yandan Fransa Sosyalist Partisi'ni ele aldığımızda, toplumcu, halkçı, sosyal demokrat, hatta kimi zaman gerçekten sosyalist seçim söylemleriyle kampanyalar yürüten, ama iktidara geldiğinde gayet özelleştirme taraftarı ve gayet liberal bir tutum takınabilen bir oluşum karşımıza çıkıyor.

Fransa tarihi bu noktada ilginç derslerle dolu. Seksenli yılların başında işçilerin sosyal haklarını iyileştireceği, ülkedeki başlıca sanayi kuruluşlarını kamulaştıracağı, yerel yönetimlerin yetkilerini genişleteceği sözünü veren, ancak iktidara geldikten belli bir süre sonra bunların tamamen tersini yapan "Sosyalist" Mitterand, tam da şimdilerde olduğu gibi derinleşen bir ekonomik bunalım ortamında sahneye çıkmıştı. Tarih kendini tekrar etmez, ama bazen böyle karikatürlük durumları da yaratabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, göçmenlerin üzerine biber gazı, Libya halkının üzerine bomba yağdıran Sarkozy kadar olmasa bile, yeni Cumhurbaşkanı Hollande, Fransa'daki büyük iş çevrelerinin çıkarları için çalışan ve başkanlık koltuğunda "göbeğini kaşıyan müdür" olmaktan başka bir iş de yapmayacak gibi duruyor. Fransa'nın toplumsal koşullarında ilerici nitelikte bir kırılma olacaksa bu kesinlikle başkanlık sarayında başlamayacaktır. Bunun olacağı yer emekçi halkın gerçek iradesinin yansıdığı sokaklar olabilir ve bu sadece Fransa için değil, bütün dünya ülkeleri için geçerlidir.
 
 
 

10 May 2012
paylaş