- Milliyet
İktidardakiler CNN Interna- tional’ın 12 Kasım’da yayımladığı haber üzerine heyecanlandılar, medyalarını da buna ortak ettiler...
Haberde özetle, ABD Başkanı Barack Obama’nın Esad devrilmeden IŞİD’in mağlup edilemeyeceğinin farkına vardığından ve ulusal güvenlik ekibine ülkesinin mevcut Suriye politikasını gözden geçirmeleri için talimat verdiğinden bahsediliyordu.
Bu haber, Suriye’deki rejimi gönüllerindeki ile değiştirmek için 2011’de kalkıştıkları vekaleten savaş macerasında ülkelerini görülmemiş ulusal güvenlik riskleri ile yüz yüze bırakıp yenildiklerini hala idrak edemeyenlerin durduk yerde umutlanmalarına yol açtı.
CNN haberi vesilesiyle medyaya, Amerikalıların da nihayet kendilerinin yıllardır savuna geldikleri doğruları gördüğünden ve IŞİD’le mücadele ederken Esad’ı da devirme çizgisine kaydığından söz ettiler.
Oysa Temsilciler Meclisi’nin Silahlı Hizmetler Komitesi’nin 13 Kasım’daki özel oturumunda konuşan ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel “IŞİD’in ana hedefleri olarak kalmaya devam ettiğini” söylemiş ve bu haberi sadece bir gün sonra zımnen yalanlamıştı. Hagel şunları söylemişti:
“Stratejimizde bir değişiklik yok. Esad elbette ki denklemin bir parçası ama sadece onunla mücadele etmek IŞİD’i yola getirmez. Esad’ı hemen bugün bile değiştirebiliriz ama bu bütün dinamikleri ortadan kaldırmaz. Esad’ın yerine kimi koyacaksınız? Ne tür bir ordu IŞİD’i yok edebilir? Suriye’deki stratejimizin sonuç vermesi için zaman, sabır ve sebata ihtiyaç var. Suriye’deki hedeflerimizin hepsine bir defada ulaşamayız. ABD’nin pozisyonu şudur: Esad yönetme meşruiyetini yitirmiştir. Ama Suriye’deki çatışmanın sadece askeri bir çözümü de yoktur. Esad rejimini tecrit etme ve yaptırım uygulama çabalarımızın yanı sıra stratejimiz ılımlı muhalefeti önce bulundukları bölgeleri savunmaya yeter derecede güçlendirmek, ardından saldırıya geçerek IŞİD’e kaptırdıkları bölgeleri geri almalarını sağlamak ve nihayet yetenekleri ve güçleri arttıkça Suriye’de bir siyasi çözümün şartlarını oluşturmaktır.”
Bir an için Hagel’ın bu sözlerinin gerçek durumu yansıtmadığını ve Ankara’daki hüsnükuruntu sahiplerinin sanmak istediği gibi ABD’nin gerçekten de Esad’ı devirmeye meylettiğini varsayalım...
O zaman, IŞİD’e karşı günde ortalama 15 sortiyle (Libya Harekatı’nın onda biri) minimalist bir hava operasyonu ve amaca özel (ad hoc) bir kriz yönetimi izlemekle yetinen ABD’nin, 10 yıl öncesine göre kısıtlanmış kaynaklarına rağmen birden bire Suriye rejimine karşı kapsamlı bir savaşa kalkışacağına da hükmetmemiz lazım.
Mesela uçuşa yasak bölge uygulaması...
Bunun için önce Suriye hava savunma sistemlerini ve hava kuvvetlerini kapsamlı bir harekatla savaş dışı bırakmak gerekiyor.
Ankara’dakilerin istediği bu...
Bizimkilerin kurduğu denklem aslında basit: Suriye hava kuvvetleri bir mülteci krizi bahanesiyle devre dışı bırakılırsa rejim kendiliğinden düşer...
Düşer de, kimin eline düşer?
Problem de bu zaten.
Ankara ve Washington’ın Esad’ın düşmesi gerektiğinde prensipte hemfikir olmaları sahadaki şu gerçekleri değiştirmiyor:
Suriye’deki rejimin alternatifi yok.
Rejimin kendisi, IŞİD’den daha acil ve doğrudan bir güvenlik tehdidi oluşturmuyor.
Rejimin düzeni, IŞİD ve bilumum cihatçıların kaosuna tercih ediliyor.
Dolayısıyla rejimi askeri yoldan devirmenin maliyeti göze alınamıyor.
Halep’in rejim tarafından geri alınması halinde oluşabilecek yeni bir mülteci krizi bu gerçekleri değiştirmeyecektir.
Amerikalılar IŞİD’le savaş stratejilerinin Suriye ayağının sakat olduğunun farkındalar. Bu sakatlığı dengelemek için Türkiye’deki üslerden saldırı amaçlı faydalanmak istiyorlar. Türkiye’deki üsler kullanılmayınca, bir uçağın sadece bir IŞİD aracını vurmak için Körfez’den kalkıp havada birkaç kez yakıt ikmali yaparak sekiz saat uçması maliyet etkin bir çözüm olmuyor.
Ankara’dakiler de durumu iyi bildiklerinden üsleri ancak rejimi devirmeyi öngören sözde “entegre bir strateji”nin uygulanması için açabileceklerini söylüyorlar. “Elimizi taşın altına koyarız” demelerinin anlamı budur.