- Sendika.org
ABD ekonomisi dolar bazında hâlâ dünyanın en büyük ekonomisi. 2014 yılı için GSYH’si 17,4 trilyon dolar. Dünya GSYH’nın %22,5’u, yani beşte birinden büyük. ABD ekonomisi tekledi mi, dünya ekonomisi cümleten çuvallıyor. Bu senkronizasyon küreselleşmenin, entegrasyonun, her türlü manipülasyona açık piyasalar egemenliğinin sonucu. Dolayısıyla, ABD’nin iktisat politikalarındaki değişiklikler şu ya da bu şekilde diğer ülkeleri etkiliyor, etkilemeye devam edecek.
2007’de su yüzüne çıkan yapısal iktisadi krizin artık aşıldığı, ABD ekonomisinin yeni bir büyüme dönemine girdiği propagandası yakın zamana kadar oldukça yaygındı. Yerli medyada da kabul görüyordu bu görüş. O sıralar, ABD Merkez Bankası’nın sıfırlanmış faiz hadlerini artık yavaş yavaş yükselteceği, dolayısıyla büyüme sonucu “ısınmaya” yüz tutmuş ekonomiyi yavaşlatacağı haberlerinden geçilmiyordu. Günümüzde ise, durumun değiştiğini, yeni bir küresel duraksama dönemine girildiğini en ortodoks iktisatçılar bile kabul ediyor. Medya da, her zaman olduğu gibi arkadan gelerek bu egemen görüşü yansıtmaya başladı. O zaman, soğukkanlı bir biçimde duruma eğilelim ve “Bugün itibariyle gerçek durum nedir?” sorusu ile yüzleşelim. Çünkü, hem dünya ekonomisi hem de seçim sonrası o ekonominin batağına boğazına kadar batmış Türkiye için yaşananın tespiti hayati önem taşıyor.
Önce ABD’deki büyüme masalı ile başlayalım, ardından da o kıtipiyoz büyümenin kime yaradığına bakalım. Bir hafta önce Financial Times, “America’s disappointing economic recovery” (Amerika’nın hayal kırıklığına uğratan iktisadi toparlanması) başlıklı bir haber yayımladı. Yazıda, hem “büyümenin” ne menem bir şey olduğuna hem de ABD Merkez Bankası’nın izleyeceği politikalara ilişkin net değerlendirmeler vardı. Hep söylerim, Financial Times, yani sahibinin sesi, sermayeye lafı dolandırmadan, ne ise onu aktarmak zorundadır. Dünyanın her köşesinde CEO’lar, muhtemelen Türkiye hariç her yerde başkanlar, başbakanlar güne Financial Times ile başlarlar.
Büyümeye ilişkin HSBC’nin yaptığı ilginç bir gözleme de yer verilmişti yazıda: 1980’li yıllardan günümüze kadar ekonomik büyümenin tepe noktaları tespit edildikten sonra o yılları izleyen yedi yılın ortalama büyüme hızlarındaki çarpıcı düşüş. Düşüş o kadar çarpıcı idi ki gözlerime inanamadım, Bureau of Economic Analysis‘in resmi verilerine dayanarak tekrar hesapladım. HSBC’nin gözlemi ile örtüşen sonuçları grafiğe dönüştürdüm, aşağıda veriyorum. Benim kıtipiyoz büyüme dediğim durumun vahametini, yorum gerektirmeyecek kadar gösterdiğini düşünüyorum.
Kaynak: Bureau of Economic Analysis verilerine dayanarak yaptığım hesaplamalar ve Financial Times, “America’s disappointing economic recovery”, 24 Mayıs 2015.
Aynı yazıda ABD Merkez Bankası başkanı Janet Yellen’in itirafları da var! 2015’in ilk üç ayında sadece yüzde 0.2 “büyüyen” ABD ekonomisinin gidişatını nasıl gördüğü sorulduğunda Yellen: “Bunca yıldır ekonomik projeksiyon yapma deneyimime dayanarak hangi spesifik tahmini yaparsam yapayım yanlış çıkacağına, hem de bayağı yanlış çıkacağına garanti verebilirim” diyor! Bu açık sözlü ifade, hükümet edilemez bir durum ile karşı karşıya olduğumuzun ifşasıdır.
Artık post-Piketty, post-biz yüzde 99’uz çağındayız: “Büyüme, büyümedir, miktarı bizi ırgalamaz” deyip, cebini doldurmaya devam edenleri biliyoruz. P. R. Tcherneva’nın Growth for Whom? (Kimin için Büyüme?) yazısından aktardığım aşağıdaki şekil en az yukarıdaki kadar çarpıcı. Az olsun çok olsun her büyümenin bir şekilde paylaşılması söz konusudur. Dolayısıyla, nüfusun ne kadarının verili büyümenin sağladığı gelirin ne kadarını aldığı önem kazanır. Tcherneva da 1949’dan günümüze, ABD’deki büyüme dönemlerine tam da bu soruyu sorarak bakmış: Nüfusun en zengin yüzde 10’u ile geri kalan yüzde 90’ının büyümeden aldığı payların nasıl değiştiğinin seyri. 1949-53 büyüme döneminde nüfusun ezici çoğunluğu, yüzde 90’ı, yüzde 80 civarında gelir payı elde ederken, o günden bu yana bu pay sürekli düşerek son kıtipiyoz büyüme döneminde (2009-12) ise bırakın kısmi pay almayı, aslında bir gelir azalması yaşamıştır! Aynı dönemde, sermayenin bu acımasız yoksullaştırma politikası yüzünden en zengin yüzde 10’un gelir artması ise absürt bir biçimde yüzde 116 seviyesinde gerçekleşmiştir. Buna da kıtipiyoz büyüme pornografisi diyelim.
Kaynak: P. R. Tcherneva, 2014. Growth for Whom?
Yine de bu yıl içinde, hatta Eylül’de ABD Merkez Bankası’nın faiz hadlerini yükseltmesini bekleyenler var. Özellikle bizim tipimizde, yani dünya ekonomisine bağımlılığı derin, yabancı sermaye akımlarına mahkum ülkelerde haklı bir telaş var. “ABD Merkez Bankası faiz hadlerini yükseltir ve de sermaye ABD’yi tercih ederse ne yaparız?” sorusunun yarattığı telaş. Bazı ülkelerde “acaba faizleri ne kadar yükseltirsek sermaye kaçışlarını önleriz?” tartışması başladı bile. İşte bu yarı panik ortamında olmayacak şeyler oluyor. Sermaye kontrolü bile, tabiri caiz ise küt diye gündeme geliyor. IMF, OECD bünyesinde bile bu “tehlikeli” politika tartışılmaya başlıyor (Financial Times, “Emerging markets ready themselves for Fed’s acid test“, 24 Mayıs 2015). Tıpkı, ABD hükümetinin dünyanın en büyük sigorta şirketi AIG’yi 2008 krizinin paniği içinde devletleştirmesi gibi.
Türkiye’de ise durum malum, Merkez Bankası’na “indir de, indir” halleri!
