- Radikal
Kissinger'ın 1975'teki hadiseyle ilgili bu çıkarsaması aslında ABD'nin Kürtler ile ilişkisini tarif eden bir şablon.
ABD, 2014’te, tam da ‘Kobani düştü düşerken’ IŞİD ile savaşan YPG güçlerine havadan silah yardımı yapmıştı. Evet bu büyük olaydı.
Evet, bunu Türkiye’yi çok kızdırmak pahasına yaptı. Amma velakin bu olayı kerteriz alarak ABD’nin PYD’ye her daim koltuk çıkacağını sanmak safdillik olur.
Çünkü aslına bakarsanız PKK’nin ve tabanının ABD’nin dış politikasındaki yeri ile, mesela Barzani ve Talabani’nin tabanı olan Irak Kürtlerinin yeri farklıdır. Yıllar içinde Irak Kürtleri’ni Irak yönetimine karşı durmaya teşvik etmiştir. Ama iş Türkiye’deki Kürtlerin hakkına hukukuna geldiği vakit, bir NATO üyesi olan Türkiye’yle köprüleri sağlam tutmayı her zaman tercih eder. Barzani’nin tabanı ABD için ne kadar ‘fırsat’ ise, PKK ve tabanı olan Kürtler o kadar ‘derttir.’
Bunları biliyoruz.
Fakat Suriye krizinde uluslararası aktörlerin ciddi biçimde devreye girdiği, Cenevre görüşmelerinin bu aktörlerin tepişmesi nedeniyle ayağa kalkamadığı şu günlerde bazı ‘bilinen gerçekleri’ tekrar etmekte fayda görüyorum.
**
Gayet net: Suriye’nin geleceğiyle ilgili tarafların (ayrı odalarda da olsa) masaya oturacağı önemli bir fırsat tepildi. Temel sebeplerinden biri Türkiye’nin PYD’nin temsiliyeti ile ilgili çıkardığı maraza. “PYD muhalefetin içinde olmasın. Olacaksa Esad’ın tarafında olsun” diyor. Yıllarca Esad tarafından ezilmiş, 2013’ten beri de hem Esad hem IŞİD ile savaşan bir halkın siyasi temsilcisine diyor bunu.
Türkiye devletinin Kürtler sözkonusu olduğundaki reflekslerini bilenler için bu sürpriz değil.
Ama silah yardımı yaptığı, John Kerry tarafından ‘Kobani’deki cesur savaşçılar’ olarak anılan bir grubun Cenevre’de yer almamasını bir biçimde kabullenen ABD’nin tavrı şaşkınlık yaratabilir.
Halbuki hiç yaratmasın.
ABD’nin Kürtler ile ilişkisi böyledir. 1975’te Dışişleri Bakanı Kissinger ve Başkan Nixon’ın Bağdat’a karşı isyan etmesi için teşvik ettiği Mustafa Barzani’yi (Mesud Barzani’nin babası) nasıl ortada bıraktığını hatırlayın. Mustafa Barzani’nin ABD’de sürgünde, bir nevi kahrından öldüğünü de…
**
25 yıl kadar sonra Kissinger bu olayı şöyle yorumlamıştı: “1975’te Irak Kürtlerini kurtarmak demek Sovyet sınırına yakın kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda yeni bir cephe açmak demekti. Ayrıca Şah (Saddam ile anlaşmak konusunda – eb) kararını vermişti ve bizim elimizde onu vazgeçirmek üzere bir argüman ya da strateji bulunmuyordu. Bir vaka olarak Kürt trajedisi bir çok konuda malzeme sunuyor: Ulaşılmak istenen amaç en baştan belli olmalı. Eldeki imkanlar o amaca ulaşabilecek mahiyette olmalı. Operasyon belirli aralıklarla yeniden değerlendirilmeli. Ve tabii müttefikler arasında insicam.”
Vietnam’da, Doğu Timor’da, Şili’de yaptıklarına bakarak Kissinger’ı ABD’nin en manipülatif en makyevelist diplomatlarından biri olarak kabul edebiliriz.
Amma velakin…
Onun 1975’teki hadiseyle ilgili bu çıkarsaması aslında ABD’nin Kürtler ile ilişkisini tarif eden bir şablon.
Suriye’de savaşan Kürtler ilgili ‘altı kaval üstü şişhane’ minvalindeki politikasına da bu şablon içinden bakmak gerek.
Esad’ın bir kitle imha silahıyla dünyayı tehdit etmemesi, İsrail’in korunması ve IŞİD’in bir alanda muhafaza edilmesi dışında bir önceliği yoktur. Kürtlerin hakkına hukukuna dair hele hiç…
YPG güçlerine IŞİD’le savaştıkları için destek verse de, onun siyasi kanadı PYD’nin Cenevre’de temsil edilmesi yahut Rojava, Kobani, Tel Abyad kantonlarının meşruiyet kazanması için kılını kıpırdatmayacaktır.
Meseleye, aynı Kissinger’ın anlattığı biçimde bakar: Suriye’de ne yapmak istiyorum? Elimdeki imkanlar buna uyuyor mu? Belli aralıklarla, değişen durumlara ve aktörlere göre konumumu ayarlayabiliyor muyum? Müttefiklerimle arayı iyi tutuyor muyum?
Bunlardan öte, ABD’den medet umanlara, hesabını ‘ABD’nin desteği’ üzerine kuranlara küçük bir hatırlatma yapma ihtiyacı hissettim.