- Radikal
Putin Rusya'nın Suriye'de hedeflerine ulaştığını açıklayarak çekilme kararını dünyaya duyurduğundan beri "bu nasıl bir hamledir?" diye yeni bir tartışma başladı.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler 24 Kasım 2015 tarihinden itibaren yeni bir döneme girmeseydi dün 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Anlaşması'nın 95. yıldönümünü kutluyor olacaktık. Bunun yerine iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasının 115. günü idrak edildi. Aradaki fark Türkiye'nin dış politikasının bilançosunda verilen açığa bir kalemin daha eklenmesine yol açtı. Türkiye, tüm dünyada yarattığı yanlış algının aksine, Ortadoğu'yu okuyamadığı gibi, Rusya'yı da okuyamıyor.
Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği yıllarda TBMM Hükümeti ile Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti arasında imzalanan Moskova Anlaşması Rusya'nın Misak-ı Milli'yi tanıması, Sevr Anlaşması'nı tanımadığını kabul etmesi, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile başlatılan kapitülasyonların Rusya açısından kaldırılması gibi çok önemli sonuçlar doğurmuştur. 1921 yılının Ekim ayında imzalanan Kars Anlaşması ile bütünlendiğinde, bugünkü Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan sınırlarımızın belirlenmesi bakımından da tarihi bir aşama olarak kayıtlara geçmiştir. Zaman içinde Türkiye ile Rusya arasında belli konularda görüş ayrılıkları olmuş, özellikle İkinci Dünya Savaşı ertesinde Türkiye'nin NATO üyeliğiyle sonuçlanan gerginlikler yaşanmışsa da, Moskova Anlaşması iki ülke arasındaki karşılıklı saygı ve güvenin temelini oluşturmaya devam etmektedir. "24 Kasım"ın bozduğu ikili ilişkiler ileride yine bu temel üzerinde inşa edilmelidir.
Rusya 1991'de yıkılan Sovyetler Birliği'nin tarihi mirasını üstlenen bir ülke olarak dünya üzerinde yeniden güçlü bir küresel aktör haline gelebilme çabasını son yirmibeş yıldır ısrarla sürdürüyor. Bunu sürdürürken de başta ABD olmak üzere Batı'yı kışkırtacak ve Rusya'yı saldırgan gösterecek türden adımlar atmak yerine hep Batı'nın adımlarına tepki veren ve kendi açısından "meşru" görülen davranışlarla kazanımlar elde ediyor. Gürcistan ve Ukrayna örneklerinin bu tür gelişmeler olduğu, her iki durumda da Rusya'nın "stratejik derinliği"ne yönelik meydan okumalara karşı bir tür "meşru müdafaa" açıklamasıyla hareket ettiği bugün Batı'da dahi birçok uluslararası ilişkiler uzmanı tarafından kabul ediliyor.
Suriye deneyimini ise Rusya'nın ABD'nin yarattığı boşluktan yararlanmak suretiyle kendini küresel güç olarak kabul ettirme çabasının son halkası şeklinde görmek yerinde olur. Böyle bakıldığında Rusya istediğini elde etmiştir. Türkiye'nin bunu çok önceden okuyabilmesi, "Rusya'nın Suriye'de ne işi var?" diye sormak yerine uluslararası ilişkilerde başarı kıstası olarak genel kabul gören "kazan-kazan" yaklaşımının Suriye'de nasıl hayata geçirilebileceği üzerinde fikir üretmesi gerekirdi. Bu yapılmayınca Suriye'de kazanan Rusya oldu, bizim kazanın da dibi tuttu.
Putin Rusya'nın Suriye'de hedeflerine ulaştığını açıklayarak çekilme kararını dünyaya duyurduğundan beri "bu nasıl bir hamledir?" diye yeni bir tartışma başladı. Aslında o kadar yorulmaya gerek yok. Rusya'nın çekilme kararının başlıca beş temel nedeni var.
1. Askeri kuvvet kullanımı ile yapılan hamleler iyi bir siyasi hedef belirlenmediği ve çıkış planına ilişkin zamanlamanın iyi yapılmadığı durumlarda fiyasko ile sonuçlanır. Bunu en iyi bilen devletlerden biri Rusya'dır zira Afganistan deneyimi Sovyetler Birliği'ni hırpalayan hatta çöküşüne yol açan gelişmeleri hazırlayan unsurlardan biri olmuştur. ABD'nin Irak ve Afganistan deneyimleri de başarı hanesine yazılabilecek örnekler değildir. Bugün bu iki ülkenin de hal-i pürmelali bellidir. Dolayısıyla Rusya Suriye'de zamanın aleyhine dönmeye başlamasından önce hedeflerine ulaştığını açıklayarak çekilme kararı almakla son yıllarda gördüğümüz en başarılı taktik müdahaleyi gerçekleştirmiştir.
2. Rusya Suriye'deki siyasi hedefinin ne olduğunu hiç açıklamadı. Hal böyle olunca hedefine ulaştığını açıklaması da kimse tarafından "hayır ulaşamadı" diye küçümsenemeyecek. Esasen dışarıdan objektif bir gözle bakıldığında ortaya çıkan tablo çok net. Rusya'nın desteğiyle Suriye'de Esad rejimi artık masada altı ay öncesine oranla daha güçlü, daha güvenli bir hale gelmiş ve uluslararası toplum tarafından da varlığı daha zor reddedilebilecek bir aktöre dönüşmüştür. Burada kastedilenin mutlaka Esad'ın şahsı olduğu düşünülmesin. Önemli olan Baas Rejimi'nin Irak'ta olduğu gibi bir kalemde üstü çizilebilecek bir aktör olmadığının kabul edilmesidir. Rusya'nın desteğiyle, ister toprak bütünlüğü ve siyasi birlik çerçevesinde, ister üniter devlet yapısının olmadığı bir formülle Suriye Baas Rejimi'nin varlığını sürdüreceği belli olmuştur. Bu da Baas kadar Rusya'nın da kazancıdır zira o rejimin varlığı Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki varlığının teminatıdır.
3. Cenevre görüşmelerinin yeni turunun başladığı bir sırada açıklanan çekilme kararı Rusya'yı Suriye'de esasen siyasi çözümü destekleyen, askeri kuvvet kullanımını da bu amaçla taktik bir araç olarak gördüğünü gösteren bir küresel aktör konumuna yükseltmiştir. Aynı şekilde, Esad da artık masada oyun bozan olmaması için Rusya'dan kuvvetli bir mesaj almış olmaktadır.
4. Rusya'nın üzerindeki en önemli baskıyı Suriye'deki oyun planına ses çıkarılmaması karşılığında Ukrayna'daki hamlesini gözden geçirmesi beklentisi oluşturuyordu. ABD'nin son Münih Güvenlik Konferansı'nda verdiği izlenim de buydu. Gürcistan, Ukrayna gibi eski SSCB coğrafyasının Rusya'nın asla vazgeçemeyeceği bir hayat sahası olduğunu, Suriye'nin ise Rusya'nın uluslararası sahnede kabulünü garantileyecek sınırlı bir "alan dışı" müdahale olduğunu herhalde artık ABD de anlamıştır. Rusya "çekilerek" yapıcı bir siyasi hamle gösterisinde bulunmak ve kendine yönelik olumsuz algılardan arınmak için Ukrayna'yı değil Suriye'yi tercih ettiğini açıkça göstermiştir.
5. Suriye'de IŞİD'in liderlerinden biri olan "Çeçen Ömer" öldürülmüştür. Rusya Suriye'de IŞİD ile mücadele bahanesiyle aslında kendi ülkesine tehdit olarak gördüğü cihatçı unsurlarla mücadeleyi daha çok önemsemişti. Bu konudaki hedeflerinde de önemli kazanımlar elde ettiği anlaşılmaktadır.
Görünen bu nedenler Rusya'nın artık yeniden küresel bir aktör haline geldiğini, taktik ve stratejik hedeflerini iyi belirleyebildiğini, kazanımlarının kayıplara dönüşmesini önleyebilecek bir önsezi ve öngörüye de sahip olduğunu göstermekte. Görünmeyen neden ise tamamen ekonomik. Rusya, düşük petrol fiyatlarının ekonomisini yıprattığı, dünya ekonomisindeki hal ve gidişin de büyük bir krize adım adım yaklaştığı bir ortamda, Suriye'deki askeri varlığının sürdürülebilir olmadığının farkında. Bu durum, gerektiğinde yeniden Suriye'ye dönebilmesine engel değil. Ancak bugün çekilmek yaklaşan ekonomik fırtınaya göğüs gerebilmek için akılcı bir adım oluşturuyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin geleceği açısından bakıldığında, taktik ve stratejik adımlarını nasıl atacağını iyi bilen bir muhatapla, hele kendini küresel düzeyde kabul ettirdiği bir sırada, baş edebilmek daha da zor gibi görünüyor.