- Birgün
2016’nın ilk dokuz ayında Türkiye ile dış dünya arasındaki sermaye hareketleri kargaşa içindedir.
Çalkantılar Türkiye’ye özgü değildir. FED’den başlayan iktisadî belirsizliklere Brexit ve Trump’ın yol açtığı siyasî şoklar eklendi. Emperyalist sistemin kumanda merkezlerinde “küreselleşmenin sonu mu; neleri kurtarabiliriz?” sorusu gündeme geldi. Her zaman olduğu gibi, metropoldeki huzursuzluklar sistemin çevresinde dalgalanmalara yol açtı.
Ne var ki, bu çalkantılar Türkiye’ye yansırken “kargaşa” biçimi aldı. Bununla ne kastediyorum? Dış kaynak hareketlerindeki dalgalanmaların Türkiye’ye çok sık, daha sert boyutlarda gelmesini; giren/çıkanın belli olmadığı, karanlık durumların yaşanmasını…
Peki, “sermaye hareketlerinde kargaşa” niçin sakıncalıdır? Yanıt, Türkiye ekonomisinin sadece büyümek için değil, ayakta durabilmek için dahi dış kaynaklara gereksinim duymasında yatıyor. Ekonominin dışsal kırılganlığı, bu olgudan, yani kronik dış açıklardan kaynaklanıyor. Finansal akımlarda iniş-çıkışlar, hele yön değiştirmeler, reel ekonomiye önce döviz fiyatları, tahvil faizleri, borsa endeksi, rezervler aracılığıyla yansır. Bunlardaki dalgalanmalar, ekonomiyi genişleme, durgunlaşma, küçülme patikalarına yönlendirir. Kısa dönemli milli gelir hareketleri de, siyasi iktidarın denetleyemediği bu çalkantılılara bağımlı olur.
Türkiye ekonomisi 2016’da bu kargaşanın içinde yalpalamaktadır.
Ocak-Eylül 2016’nın genel görünümü
2016’nın ilk dokuz ayına ait yabancı, yerli ve kayıt dışı sermaye hareketlerini veriyor; 12 ay öncesiyle karşılaştırıyor. Toplam sermaye, bu üç öğenin toplamından oluşur. Cari işlem dengesi ve rezerv hareketleri de bunlarla bağlantılıdır.
Tabloda tek istikrar öğesi cari işlem açığında gözleniyor. On iki ay öncesine göre sadece %1 civarında artmıştır (Satır 6).
AKP’li yıllarda ekonominin dış dengelerini sistematik olarak destekleyen kayıt dışı sermaye hareketleri 12,7 milyar dolardan 5,5 milyar dolara inmiştir; ancak net giriş doğrultusunu sürdürmektedir (Satır 3). Terminolojiyi değiştirmek zamanı gelmektedir. Körfez kaynaklı kara para hareketlerinin aktığı ülkelerin başında herhalde Türkiye gelmektedir. Ocak-Eylül 2015’te cari işlem açığının yarısını kapatan; son dokuz ayda da rezervlerdeki erimeyi karşılayan bu karanlık kaynak, “hesap hatasıdır; her yerde var” diye geçiştirilemez.
İki yıl arasındaki en önemli fark, yerli banka, şirket ve rantiyelerden dış dünyaya akımların azalmış olmasıdır: Yerli sermaye hareketlerinde 2015’in ilk dokuz ayında 22,3 milyar dolarlık çıkış, bir yıl sonra 2 milyara inmiştir (Satır 3). Bu sayede yabancı, yerli, kayıt dışı kalemleri (tablodaki ilk üç satırı) kapsayan toplam sermaye hareketleri (satır 4), Ocak-Eylül 2016’da %47 oranında artmıştır. Yabancı sermaye girişlerindeki 3,4 milyar dolarlık (%11 oranındaki) daralmanın (Satır 2), Türkiye burjuvazisi tarafından fazlasıyla telafi edildiği ortaya çıkıyor.
Dokuz ayda beş dalga
Sermaye hareketlerindeki kargaşa, Ocak-Eylül verilerinin toplamında değil, aylık verilerden türetilen Tablo 2’de “beş finans dalgası” biçiminde gözleniyor.
İster yabancı, ister toplam sermaye hareketlerine (Sütun 3, 4’e) bakınız; aylık dalgalanma (artış/azalış) oranları daima %50’nin üzerinde seyretmiştir.
Peki, sonuçlar? Tablonun son iki sütunu her dönem için finansal sistemin iki önemli değişkenini ortaya koyuyor: 1 dolar + 1 avro’dan oluşan döviz sepetinin fiyatında ve TCMB rezervlerinde meydana gelen değişimlerin yüzdeleri… (Sütun 5,6)
Genellikle döviz fiyatlarının artış dönemlerinde rezervler erir. Sermaye girişlerindeki daralma, finansal gerilim yaratır; artan döviz talebi fiyatları yukarıya çeker; TCMB rezervleri ya kendiliğinden aşınır; ya da döviz piyasalarını beslemek amacıyla eritilir. Sermaye girişleri canlanınca bu hareketler tersine döner: Döviz ucuzlar; bir bölümü rezervleri besler, artırır.
Tablonun son iki sütununda yer alan (dördü aylık, biri beş aylık) döviz fiyatlarında ve rezervlerdeki değişim oranları yüksektir; reel ekonomiye sert sonuçlar taşıyabilecek boyuttadır. Bu etkilerin kanallarını, oluşan kırılganlıkları sık sık inceledik.
Bu beş finans dalgasına biraz yakından bakalım.
Ocak 2016: Kötü bir konjonktürün son ayı
Institute of International Finance, 2015’te “yükselen piyasa” ekonomilerine yabancı sermaye akımının 293 milyar dolarla sınırlı kaldığını hesaplamıştı. Bir yıl öncesine göre 800 milyar dolarlık bir daralma söz konusudur.
Bu dalga, Türkiye’ye de yansıdı: Yabancı sermaye girişleri, 2014’te 51, 2015’te 37 milyar dolar olarak kayda geçmiştir.
Bu olumsuz dalganın yansıdığı son ay Ocak 2016’dır. Yabancı sermaye girişleri 2,7 milyar dolardır ve 12 ay öncesine göre %63 oranında daralmıştır.
Sonuç, bir ayda döviz fiyatlarının %1,5 artması; TCMB rezervlerinin 3 milyar dolar (%3) civarında erimesi olmuştur (Satır 2).
Şubat-Haziran 2016: 5 aylık bir “Lale devri”
Uluslararası finans ortamında 2016’daki canlanma, AKP iktidarını da “yeni bir Lale devri” beklentisine sürükledi.
2003-2007 ve 2010-2011 yıllarında hızla yükselen uluslararası sermaye hareketleri, Türkiye ekonomisinde de hızlı büyüme tempolarını mümkün kılmıştı.
Tablo 2’deki veriler (Satır 3), yabancı ve toplam sermaye girişlerinin beş ayda iki misli dolaylarında (%77 ve %134) tırmandığını; dövizin ucuzladığını; rezervlerin 9 milyar dolar (%10) arttığını gösteriyor.
Ne var ki, bu “Lale devri” ortamı hızla tükendi. Çevre ekonomilerindeki canlanma devam ederken Türkiye 15 Temmuz’un sarsıntısıyla karşılaştı.
Temmuz-Eylül 2016: Üç ayda üç sert dalga
Sonraki üç ay, tam anlamıyla kargaşadır ve kötüye gitmektedir.
Darbe girişimi elbette iktisat-dışı bir şoktur. Sonuçları Tablo 2’den (Satır 4) izlenmektedir: 12 ay önceki akımlarla karşılaştırılırsa yabancı sermaye net çıkışa (“eksi” değerlere) geçmiş; düşme oranı %100’ü aşmıştır. Döviz %4’ü aşkın oranda pahalılaşmış; rezerv erimesine yol açmıştır.
Ağustos verileri (Satır 5), “normale dönüş” doğrultusunda çıktı. Uluslararası piyasalar Brexit’i pek umursamadı; finans akımlarında canlanma devam etti. Batı liderlerinin darbe girişimi karşısındaki “ikircikli” tavırları, Türkiye’ye dönük yatırımcıları etkilemedi; Temmuz kayıpları telafi edildi. Toplam sermaye “net çıkış/eksi” değerlerden 5,2 milyar dolar girişe (%885 artışa) dönüştü. Döviz ucuzladı; rezervlerde 3 milyar dolarlık (%3 civarında) artış gerçekleşti.
Finans kapital, siyasete (örneğin insan haklarına) karşı duyarsızdır. Mülkiyet haklarında güvence ilkesi üzerinde ise aşırı duyarlıdır. Eylül’de bu hususta ciddi tedirginlikler açığa çıktı. Moody’s, Gülen bağlantılı şirketlere dönük uygulamalara açık referans vererek Türkiye’nin kredi puanını “çöp” konumuna indirdi.
Bu olumsuz dalganın sermaye hareketleri, döviz fiyatları ve rezervlerdeki yansımaları Tablo 2’deki Eylül verilerinde (Satır 6) gözleniyor. “Net çıkış/ eksi değerler”e dönüşen yabancı sermaye akımı, %600’ü aşkın küçülmeye tekabül etmiş; toplam sermaye çıkışları hızlanmıştır.
Bir küçülme çevrimi mi başlıyor?
Ekonomi, Eylül’de bir küçülme çevrimine girmiş olabilir. Sanayi üretimi bir önceki yıla göre %4,1 geriledi; ilk dokuz ayın üretim artışı, %1,8 ile sınırlı kaldı. Bu sanayi verilerinden hareketle, milli gelirin aynı dönemde %1,5 civarında büyümüş olduğu öngörülebilir.
Ne var ki, dolaylı göstergelere göre, Eylül sonrasında sermaye hareketlerinin olumsuz seyri devam ediyor. Moody’s’in uyarılarını, daha örtülü bir üslupla IMF uzmanları da tekrarladı. Trump şoku tüm çevre ekonomilerini olumsuz doğrultuda etkiledi. Aralık’ta Fed’in faiz artışı bekleniyor.
Bu ortamda ülkeyi yöneten zevat, Başkanlık sevdasına Türkiye içinde destek sağlamak için dünyaya meydan okuyor.
Kapitalizmin en ilkel biçimine tutkun olduklarını biz biliyoruz; ama uluslararası sermaye daha fazlasını bekler; kendisi için eksiksiz güvence talep eder. Rantiye çevreler, Türkiye’yi yönetenlerin serseri mayın görüntülerinden tedirgin olur.
Ekonominin 2016’nın son üç ayında küçüldüğü ortaya çıkarsa şaşırmayalım.