- ABC Gazetesi
ÇOK-NİTELİKLİ CUMHURBAŞKANI ADAYI
“Hayır Cephesi” için bir cumhurbaşkanı adayı aranıyor.
Hem CHP’li, hem MHP’li, hem HDP’li, hem SP’li, hatta hem AKP’li, bir parça da sosyalist olacak.
Hem İslamcı hem laik, hem modern hem muhafazakâr, hem Türkçü hem Kürtçü, hem Alevi hem Sünni, hem liberal hem kamucu, hem Atatürkçü hem Osmanlıcı… olacak.
Hem Atlantikçi hem Avrasyacı, hem Amerikancı hem Rusyacı, hem AB’ci hem Ortadoğucu, hem İsrailci hem İrancı olacak.
Böyle biri var mı? Daha doğrusu böyle biri olabilir mi?
Olabilir ve vardır!
Türkiye’de bu niteliklere haiz ve liderlik potansiyeli taşıyan tek bir kişi tanıyorum: Recep Tayyip Erdoğan!
Bir farklılık olması için “Tayyip Recep Erdoğan” diyelim. Muhalefet cephesi RTE’nin karşısına TRE’yi çıkarmalıdır ki başarılı olabilsin!
Zaten iş o noktaya doğru gidiyor. En son Abdullah Gül’e de razı olundu. O da olmazsa, kim olabilir dersiniz? Ondan bir ötesi kim?
Emin olun, bu arayış, döner dolaşır Recep Tayyip Erdoğan’ı yeniden cumhurbaşkanı yapar.
SOSYALİSTLERİN CHP İLE İMTİHANI
Bilim (ve siyaset) dünyası o kadar kafa patlatmasına karşın bugüne kadar iki konuya net bir yanıt üretemedi.
Birincisi Neandertaller ile Sapienslerin ilişkisi, ikincisi de CHP ile sosyalistlerin ilişkisi.
Aşk ilişkisi midir nefret mi, yoksa ikisi arası bir şey midir, bir türlü karar verilemedi.
İlkini antropologlara bırakalım. Onlar her yeni buluntuyla zaten bu ilişkiyi sil baştan ifade edeceklerdir.
İkinci konu ise çok daha netameli ve son derece güncel. Ve bir o kadar da tarihi.
Kendimi bildim bileli bazı sosyalist grup ve kişilikler CHP içinde çalışmaktan, CHP’yi ele geçirmekten, en azından orada bir yerlere gelip -örgütleri veya sosyalist ideolojileri adına- etkilemekten dem vururlar. Bu çizgi başarılı olmuş mudur?
Bir açıdan bakıldığında başarısız kalınmıştır. Hâlâ CHP’yi sosyalize etmekten söz edildiğine göre demek ki öncekiler başarılı olamamıştır. Ama başka bir açıdan bakıldığında son derece başarılıdırlar. Çünkü CHP’nin her kademedeki yöneticilerine, belediye başkanlarına, vekillerine bakıldığında çok sayıda “eski sosyalist”e rastlanabilir. Demek ki CHP’yi ele geçirmişlerdir!
Şaka bir yana, onlarca yıllık deneyimden çıkan ders şudur: CHP’yi ele geçirmeye çalışanlar CHP tarafından (daha doğrusu düzen tarafından) ele geçirilmişlerdir. CHP, sosyalistler ile düzen arasında bir köprü (tünel) işlevi görmüştür ve görmeye de devam etmektedir.
Aynı çizginin bir başka versiyonu da işi gücü bırakıp sürekli CHP’yi eleştirmektir. Sanırsınız ki CHP baş düşmandır. CHP’nin ne kadar pısırık, pasif, korkak, etkisiz olduğu söylenir durur; CHP’ye “nitelikli” bir genel başkan aranır, şu veya bu kliğe karşı bu veya şu klik desteklenir.
Son olarak iş, Kılıçdaroğlu Referandum gecesi kitleleri sokağa çağırmamasının nedeni olarak karşı tarafın silahlı olduğu duyumu aldıklarını söyleyince, CHP yönetiminin “silahlı mücadeleyi göze alamamakla” eleştirilmesine kadar varmıştır.
Oysa ne yapsın Kılıçdaroğlu? CHP’nin ordusu, milis kuvveti mi var? CHP böyle bir parti mi? CHP’den silahlı mücadele vermesini mi bekliyoruz da vermedi diye eleştiriyoruz? Karşı taraf silahlıysa, CHP mi yönlendirecek böylesi süreçlerde bu halkı? Dahası, CHP’yi bu noktada eleştiren sosyalist, neden aynı eleştiriyi öncelikle sosyalist örgütlere yöneltmiyor?
Kısacası bu tür CHP karşıtları, aslında umutlarının CHP’de olduğunu itiraf ediyorlar. Çok CHP karşıtı gibi gözükmekle birlikte, CHP’lileşmenin ilk aşamasıdır bu yaklaşım. CHP’yi sola çekmeyi hedefleyen bir sosyalist, solda CHP’nin yapamadığı işleri yapabilen bir seçenek yaratarak becerebilir bunu ancak.
Bırakalım CHP’yi CHP’liler eleştirsin. Biz, bu eleştirilerinin karşılık bulamadığını gören kitlelerin gönül rahatlığıyla yönelebilecekleri bir seçenek üretmeye çalışalım; yani kendi işimize bakalım.
YPG-ABD VE SOSYALİSTLER
Tane tane anlatalım.
PKK’nın Suriye’deki PYD-YPG kolu açıkça (ve uzun süredir) ABD’nin komutası altına girmiştir. Bunu zaten artık kimse reddetmiyor; YPG tarafı da, ABD de resmen açıklıyorlar.
Kendisine anti-emperyalist, solcu, sosyalist diyen herhangi bir örgüt veya kişi, ABD politikasının aracı haline dönüşmüş bir örgütü savunamaz. Hangi nedenle olursa olsun savunursa, o da dolaylı olarak o komuta altına giriyor demektir.
Kimse, başta ABD olmak üzere Koalisyon güçlerinin politikası doğrultusunda, Amerikalı generallerin komutasında, Amerikan silahlarıyla yapılan operasyonları devrimci eylem diye yutturmaya kalkamaz.
Deniyor ki, “mecburiyetten” böyle yapılıyor. Doğrudur, mecburiyettendir. Kimse anasından Amerikan askeri olarak doğmaz. Yanlış politikalar, yanlış yere yapılan yığınaklar sizi o “mecburiyetlerin” girdabına çeker. Bir noktadan sonra isteseniz dahi o girdaptan çıkamazsınız.
PKK, 90’lı yılların başına kadar şöyle veya böyle bir halk gücüydü. “Zonguldak-Botan El Ele” bir devrim sloganıydı. Fakat ABD’nin birinci Irak müdahalesiyle birlikte kritik bir karar aldı: “ABD’nin bölge devletlerine yönelik emperyalist saldırılarının yarattığı boşluktan faydalanmak.” Türkiyeli sosyalistler tarafından uyarılmadı mı, uyarıldı; ama o yola girmekte ısrar etti. Yığınaktaki hata derken kastettiğimiz budur.
Bu noktadan sonra adım adım Amerikan politikasının yörüngesine girdi, bölge halklarından (Türk, Arap ve Fars halkları) koptu ve emperyalist saldırı derinleştikçe bugün görüldüğü gibi ABD politikasının bir aracına, vurucu gücüne dönüştü.
Sözü edilen “mecburiyetler” o yığınaktaki hata sonucunda oluştu.
Evet, şimdi ABD’ye mecbur durumdadır; kaderini ABD’nin başarısına bağlamıştır. ABD bir gün tası tarağı toplayıp bölgeden gitmek zorunda kalırsa veya politika değiştirirse (ki Türk devleti buna zorluyor), kendisini dört koldan düşmanlar arasında bulacaktır. İşte “mecburiyet” denilen budur. Ama bu “mecburiyetleri” kendisi tercih etmiştir ve şimdi bu “mecburiyetler” onu ne yazık ki emperyalizmin askeri yapmıştır.
Ama kimse Türkiyeli sosyalistleri o mecburiyetlere mecbur bırakamaz. Bunlar sosyalistlerin ve (Kürt kökenli emekçiler de dahil) Türkiyeli emekçilerin mecburiyetleri değil.
Bir sosyalist, Erdoğan’a karşı mücadele ediyor diye FETÖ’cü generallerin komutası altına girebilir mi? ABD’li generallerin komutasına ise hiç giremez.
Bunu tartışmak ve anlatmak zorunda kalmak, hele bu tartışmanın içinde sosyalistlerin adının geçmesi dahi utanılacak bir durumdur.
***
Yetti artık bize dayatılan bu mecburiyetler. “Sosyalistlerin kendi kaderini tayin hakkı” sanırım bugün en temel mesele.
