AKP’den kurtulmak…

15 Eyl 2017

Erdoğan-AKP iktidarının devrilmesini istiyor musunuz, istemiyor musunuz?

Basit bir soru değil bu. Basit bir soru olsaydı çoktan devrilmiş olurdu.

Yakın geçmişten bir örnek verelim. Bence AKP iktidarının yıkılmaya en yakın olduğu, en fazla çatırdadığı zaman kesiti 2013 Haziran Direnişi günleriydi. Eğer HDP ve Kürt hareketi bu direnişe bütün gücüyle katılsaydı büyük olasılıkla mevcut hükümet devrilirdi. Fakat HDP bunu istemedi. “Ceberut cumhuriyet” güçlerinin ipleri yeniden ele almasından çekindikleri ve bu durumun kendileri açısından daha kötü olacağını düşündükleri için harekete destek vermediler. Çatırdayan iktidar kendini yeniden toparlayabildi.

İktidar açısından diğer bir çatırdama anı 15 Temmuz 2016 darbe girişimiydi. Eğer o akşam Gezi kitlesi (Atatürkçüler, cumhuriyetçiler, solcular vb) de sokaklara, meydanlara çıksaydı darbe (hem de emir komuta zinciri içinde) başarıya ulaşır ve hükümet devrilirdi. Fakat iktidar aleyhtarı bu kitle, darbe girişiminin FETÖ marifetiyle gerçekleştirilen bir Amerikan müdahalesi olduğunu sezdi, destek vermedi, hatta karşı çıktı. Bıçak sırtında olan Erdoğan iktidarı kendini yeniden toparlayabildi.

Demek ki basit bir soru değilmiş. Hâlâ da değildir. 2019’a doğru giden Türkiye’de bu soru bütün haşmetiyle ortadadır.

ABD, Batılı emperyalistler ve Türkiye burjuvazisinin bir bölümü -AKP olmasa da- Erdoğan iktidarından kurtulmak istemektedirler. Ama bunun emekçi halkın inisiyatif alabileceği bir hareketle gerçekleşmesinden ürkmektedirler. Böyle bir gelişme olasılığı karşısında Erdoğan iktidarına katlanma eğilimindedirler.

Öte yandan, yurtsever, laik, cumhuriyetçi, toplumcu, solcu kitlelerin (Haziran kitlesi veya Türkiye’nin aydınlık yüzü diyelim), Erdoğan iktidarından kurtulmak adına, emperyalist müdahalelere destek vereceğini, FETÖ ve PKK girişimlerini görmezden gelmeyi kabul edeceklerini sanmak büyük bir yanılgıdır. Bu tür bir “turuncu devrim” şimdiye kadar Türkiye’de tutmamıştır.

Bunlar Türkiye gerçekleridir. O halde Erdoğan-AKP iktidarından kurtulmak isteyen güçler, bu gerçekleri dikkate alarak bir strateji geliştirmek zorundadırlar.

ABD’nin ve emperyalist odakların stratejisi, geniş kitlelerin de bir şekilde destek vereceği, en azından tarafsız (ve umarsız) kalacağı bir model arayışıdır. 2002 yılında AKP’yi nasıl iktidara getirdilerse aynı şekilde götürmek istemektedirler. Kendileri açısından işi bitmiş bir iktidarın yerine daha taze ve yıpranmamış (halkı da yanıltabilecek) bir yeni iktidar seçeneği oluşturmayı arzulamaktadırlar. CHP’li, Akşener’li, HDP’li seçenekler üzerinde çalışmaktalar.

Fakat bu o kadar kolay değil. Çünkü yukarıda sözünü ettiğimiz geniş yurtsever ve cumhuriyetçi kesim bu parti ve hareketlerin tabanında yoğunlaşmıştır; dolayısıyla bu partilerin yönetimleri (özellikle CHP) açıkça emperyalist projelere katılamazlar. Katılırlarsa tabanlarını kaybederler ve bir anlamları kalmaz.

Peki, Erdoğan-AKP iktidarından kurtulmanın başka bir stratejisi yok mudur? Tabii ki var; fakat onun da çözülmesi gereken birçok problemi var. Ciddi ve gerçekçi bir biçimde bu strateji üzerinde çalışmak gerekiyor.

Bir kere şunu bilelim: Erdoğan iktidarı gidicidir. Çünkü Türkiye’yi yönetemiyor. Erdoğan bir kısır döngü içinde. Türkiye halkının en az yarısını tamir edilemez bir biçimde kaybetti.

İktidarını korumak için kendi tabanını sürekli tahkim etmek zorunda. Dolayısıyla diğer yarıya karşı giderek daha da şiddetli politikalar izlemek durumunda. Fakat böyle bir çizgi muhaliflerinin de tahkim olmasına yol açtığı gibi kendi tabanında da çözülmelere yol açıyor.

Sonuç itibarıyla ülkeyi yönetme şansını kaybetti.

Devrimci bir strateji, en başta, Erdoğan-AKP iktidarının artık iflas ettiği ve miadının dolduğu saptamasını yapmalı. Bu nedenle, Erdoğan’a el uzatan, onu mevzidaş kabul eden, “onsuz olmaz” diyen, anti-emperyalist olduğunu sanan bir politik çizginin, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabileceği için, olgulara ters olduğu için, hiçbir şansı yok. Böyle bir çizgi - arzulamadığı halde- emperyalist projelerin güçlenmesine yarayacaktır (ve izleyicilerinin Erdoğan’ın kaderini paylaşmaları sonucunu verecektir) sonuç olarak.

Erdoğan-AKP iktidarından kurtulmanın (bu elde var bir) anti-emperyalist, laik, demokratik, tüm emekçi halkı birleştiren bir yolu bulunmalı; bu yolun stratejisi oluşturulmalı ve örgütsel adımları atılmalı. Başka bir yol yok.

Önünde sonunda bu strateji oluşturulacak ve bu yol döşenecek. Türkiye halkı, yüz yıl önce çok daha olumsuz koşullarda yaptığını bugün de yapabilecek birikime sahiptir.

Sorun şu: Daha fazla musibetler (Erdoğan politikalarının yaratacağı iç çatışmalar ve emperyalist müdahaleler) yaşadıktan sonra mı döşenecektir bu yol, yoksa acilen mi?

Devrimciler ve sosyalistler, ıvır zıvır meseleleri, toplumda hiçbir karşılığı bulunmayan iç çekişmeleri bırakıp bu stratejiyi oluşturmanın, öncülük etmenin, en azından etkili bir parçası olmanın adımlarını atmalılar.

İSYAN ET, RAHAT ET!
Böyle bir atılımın koşulları yok sanılıyor ve bir umutsuzluk hakim. Böyle bir eğilimin çeşitli biçimlerini en yakın çevremden dahi görebiliyorum.

Huzur ve güvenlik talep etmektedirler arkadaşlar. Yorulmuşlardır, gönül rahatlığıyla işlerine bakmak, mesleklerini yapmak, geçimlerini sağlamak, refah düzeylerini artırmak arzusundadırlar.

Huzur ve güvenlik en temel talep, herkesin isteği. Ama nasıl sağlanacak? Herkesin günlük yaşamında dahi karşı karşıya kaldığı kritik soru şudur: Güvenlik kazanılacak bir şey midir yoksa lütfedilecek bir şey mi? İki farklı güvenlik anlayışıdır bu.

Kazanmak için mücadele etmek gerek. Bu da bizimki gibi ülkelerde pek güvenli ve huzurlu bir yol değil; oldukça riskli. Bu noktada yönetici/hakim sınıfların güvenlik anlayışı devreye girer: “İtaat et, rahat et”. “Baş eğmek ile baş ağrımaz” diye ifade etmiş bunu atalarımız.

Devletimiz de itaat etmeyenlerin nasıl rahatsız olabileceklerini, baş eğmeyenlerin başlarının nasıl ağrıyacağını somut örnekler üzerinden göstermekte de oldukça mahirdir doğrusu…

Gençliklerinde çok solcu, çok mücadeleci pek çok kişinin, iş güç sahibi olup, çoluk çocuğa karışıp, belli mevkilere ulaştıklarında bu tür bir güvenlik anlayışına nasıl meylettiklerine, mücadeleyi bir “lüks” olarak görmeye başladıklarına, devletçi ve düzen içi eğilimler geliştirdiklerine, apolitizme kaydıklarına çok tanık oldum. Solcular için bu tür geçişlerin oldukça “solcu” ve “politik” yolları da mevcuttur.

İşte Türkiye gibi gerilimli bir ülke bu arkadaşları da rahatsız etmektedir. Çünkü bu ülkede “itaatçi güvenlik” anlayışının da bir garantisi yok. Biliyorsunuz, çok değil 3-4 yıl önce, huzurlu olmanın, işini gücünü sürdürmenin yolu Cemaat ile iyi geçinmekti; Cemaate dokunan yanıyordu. Peki şimdi? Yine daha dün, liberalizmi savunmak, Kürt hareketine yakın durmak kariyer yapmanın ön şartı gibiydi. Ya şimdi?

Dolayısıyla bugün de Erdoğan ve AKP ile bir şekilde iyi geçinmenin, mevzidaş olmanın, devletçiliğe meyletmenin de hiçbir garantisi yok. Devran çok çabuk dönüyor Türkiye’de. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, teslim olmamak riskli, teslim olmak daha da riskli! Her devrin adamı olmaya olanak yok bu ülkede! Apolitik de kalamıyorsun. Hangi deliğe girsen, politika gelip seni orada buluyor.

Gözünü sevdiğimin ülkesi… Risk almamaya çalışmak çok riskli! Düzen-içi, hele devlet-içi siyaset yapmak kadar risklisi ve tehlikelisi yok! Başın belaya girer; hem de başkasının riski uğruna… Çünkü artık ortada devletçilik yapılacak bir devlet yok!

Türkiye gibi karşı-devrim ile devrimin sınırlarında gezinen ülkelere özgü bir “oyun teorisi” kuralı önerebiliriz belki: Uzun vadede en risksiz (güvenli) yol, kendi riskini almak! Yani kendi güvenliğimizi kazanmaya çalışmak.

Bunun bireysel yolu ülkeden kaçmak. Kaçabilen kaçıyor zaten. Önerimiz, toplumun kaçamayacak yüzde 99,99’u için: Huzur verilmez, alınır; mümkünse örgütlü olarak.

Emin olun, gençlik heyecanı veya bunaklık maceracılığıyla ile değil 40 yılın deneyimiyle söylüyorum: İsyan et, rahat et!

paylaş