- Yakın Doğu Haber
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, Hizbullah'ı "Savaşın vazgeçilmez unsuru" olarak niteledi ve Suriye'nin Hizbullah güçlerine olan ihtiyacının devam ettiğini söyledi.
YDH-Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın el-Alem televizyonuna verdiği özel mülakatın ikinci bölümünü sunuyoruz. (Söyleşinin 1. bölümü için tıklayınız)
- Kamuoyunda, Suriye’deki İran’daki ve Lübnan’daki analistler arasında ve tüm gözlemcilerde şöyle bir kanı var. Biz İran’ın Suriye’deki varlığından bahsettiğimizde bundan kastedilen askerî varlığıdır. Ancak son dönemlerde bu varlığın mahiyetinin ne olduğunu bilemiyoruz. Kimilerine göre bu varlık, Suriye’deki İranlıların kimliğine bağlı. Bazıları ise onları danışman olarak niteliyor. Hatta Suriye Dışişleri Bakanı dahi onları askerî danışman olarak adlandırdı. Ama Suriye’de çok sayıda İranlının öldüğünü gördük. Sayın Başkan bize açık bir şekilde söyleyebilir misiniz Suriye’deki İranlıların kimliği nedir?
- Danışman kelimesi bazen çok geniş anlamda ve kapsamda kullanılıyor. Yani bu danışmanlar, iki ülke arasındaki tarihi ilişkiler çerçevesinde savaş öncesinden beri Suriye’de bulunuyordu. Çünkü iki ülke arasındaki askerî ilişkiler oldukça güçlüdür. Bu askerî teşkilat, savaşa doğrudan girdiği zaman “danışman”dan “savaş gücü”ne dönüşüyor. Bu kelimenin birçok yönü ve boyutu vardır.
Suriye’de kesinlikle İranlı askerî danışmanlar var. Ayrıca İranlı gönüllü gruplar da Suriye’ye geldiler. Onlara İranlı komutanlar komuta ve liderlik ediyor. Dolayısıyla İran, Suriye halkını savunmak için savaştı ve bu yolda kan verdi. Bu açıdan “danışman” biraz genel ve kapsamlı bir kelimedir.
Biz, İranlıların Suriye’deki varlığını resmî olarak söylemekten çekiniyor falan değiliz. Danışman terimini kullanıyor olmamızın sebebi İran’ın Suriye’de resmî savaş birliklerinin olmamasıdır.
- Yani tam bir askerî teşkilatı mı kastediyorsunuz?
- Evet, İran’ın tugay, tümen, kolordu gibi tam bir askerî teşkilatı yok. Ayrıca böylesi bir şey zaten saklanamaz. Kaldı ki böyle bir şey olsa onu açıklamaktan neden çekinelim?
Rusları, yasal olarak Suriye’ye gelmeleri için çağırdığımıza göre bundan da çekinmeyiz. Eğer İran’ın ülkemizde askerî teşkilatı olursa bunu açıklarız. Böylesi bir iş iki ülke arasında anlaşma yapılmasını ve bu anlaşmanın meclisten geçirilmesini gerektirir, dolayısıyla böyle bir ilişkiyi gizlemek mümkün değildir.
- İranlı danışmanları Suriye’ye gelmeleri için siz mi davet ettiniz?
- Evet, biz başından beri İranlılardan ve Ruslardan Suriye’de bulunmalarını istedik. Çünkü onların yardımlarına ihtiyacımız vardı. İran da bizim isteğimize olumlu cevap verdi.
- Birçok defa İran’ın Suriye’de askerî üssü olmadığını açıkladınız. İlk sorum şu Rusların Suriye’de askerî üssü olduğu halde İran’ın neden askerî üssü yok?
- İran da Rusya gibi Suriye’nin müttefiki olan bir ülkedir ve böylesi bir üssün kurulmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
- İran eğer bu konuda talepte bulunursa, siz onu onaylar mısınız?
- Biz istersek, o ülkenin de onay vermesi gerekir veya tam tersi; yani biz, bize yardım etmeleri için ülkemizde üs kurmasını isteriz. İran böylesi bir talep söz konusu etmedi. O ülkenin tek çıkarı da terörizmle mücadele etmektir. Ama savaşın çapının genişlemesi, İran’ın varlığının da artmasına neden oldu. Aynı şey Ruslar için de geçerli.
Başlangıçta, Rusların desteği, tıpkı İran’ınki gibi bugünkü durumdan farklıydı. Ama Suriye ordusunun teröristlere karşı koyması ile terörizme verilen uluslararası desteğin çapı genişledi. Bunun sonucunda da Rusya ve İran’ın askerî varlığı arttı.
Belirli bir aşamada biz Ruslarla birlikte Suriye ordusunun havadan desteklenmesi için hava üslerine ihtiyaç olduğunu gördük.
Bugün eğer İranlılarla işbirliğimiz ve koordinasyonumuz içinde İran’ın askerî üslerine ihtiyaç olduğunu hissedersek bu konuda hiç tereddüt etmeyiz. Ama halihazırda İran’ın yardımlarının mevcut şekli iyi ve etkilidir.
- Rusya’yı ziyaret ettiğiniz halde İran’ı neden ziyaret etmediniz?
- Aslında birkaç ay önce programımda İran’a ziyaret vardı; iptal edilmedi ama ertelendi. Ertelemenin sebebi de Suriye’deki savaşla ilgili yaşanan olağanüstü şartlardı. Ziyaret ertelendi ama bu konuda hiçbir engel yok.
İlk fırsatta İran’ı ziyarete edeceğim. Bu son derece doğal ve yalnızca lojistikle ilgilidir.
- Bir başka konuya geçelim. Geçen hafta Dünya Kudüs Günü idi. “Yüzyılın Anlaşması”nın gündeme gelmesi ve ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınmasıyla Filistin meselesi çok daha zorlu bir aşamaya girdi. Suriye, hâlâ Filistin davasına yardım edebilir mi?
Zaten Suriye’ye dayatılan savaşın en önemli hedeflerinden biri de Suriye’yi Direniş Ekseni’nden çıkarmak ve Lübnan ve Filistin direnişlerine yardım edemez hale getirmek değil miydi?
- Filistin meselesi 1948’den beri hep karmaşıktı. Bunun sebebi de bölgenin karmaşık olması ve İsrail’in destekçisi olan Batı emperyalizminin belirli hedefler için çeşitli unsurları ortaya çıkarması, yani Arapları umutsuzluğa düşürmeye çalışmasıydı. Bunlar, tarihsel açıdan hep Filistin meselesiyle irtibatlıydı. Çünkü Araplar bunu bir milli mesele olarak görüyor; hatta ulusal açıdan bunu hissediyordu.
Öte yandan Arap halklarının zihinlerini saptırmaya, devletleri, genel olarak da toplumları, tali meselelerle meşgul etmeye ve Filistin meselesini, İsrail işgalini düşünemez hale getirmeye çalıştılar. Bu konuda bir ölçüde başarılı da oldular.
Bu meselelerden biri de “Arap Baharı” denen devrimlerdi. Bunlarla Arap ülkelerinin siyasi, askerî ve toplumsal altyapılarının yok edilmesi hedeflendi.
Bütün bunlara rağmen, son dönemde yaşanan olaylar, ispat etti ki Arap halkları hâlâ vicdani açıdan Filistin meselesiyle ilgilidir.
Suriye olaylarıyla da bu planların bir parçası olarak Arapların geneline darbe vurmak, öncelikle de Suriye’nin Filistin davasına yardım etmekten vazgeçmesini sağlamak hedeflendi.
Daha önce de işaret ettiğim gibi siyonist ordunun saldırıları, Suriye’de huzur ve sükunun yeniden sağlanması, terörizmin yok edilmesi, işgalci siyonistlerin ülkemizdeki projelerinin başarısız olması, kesinlikle Suriye’nin Filistin davasına yardım etmesiyle ilgilidir.
Bu durumun doğrudan veya dolaylı olarak etki yapması mümkündür. Ama onun doğrudan etkileri, Filistin içindeki durumla irtibatlıdır.
Şunu unutmamak gerekir ki Filistin içerisinde de İsrail işgaline karşı mücadele eden direniş grupları ile direnişe muhalif olan uzlaşmadan teslimiyetten yana olan gruplar ve direnişi din örtüsü altındaki siyasi hedefleri için bir araç olarak kullananlar, bölünüp ayrıştılar. Bu politika da İhvanu’l Muslimin grubunun yöntemidir.
- Siz, Hizbullah’tan Suriye’den çıkmasını istediniz mi? Bir süre önce Seyyid Hasan Nasrullah, bir konuşmasında dedi ki “Bizden resmî talepte bulunan Suriyeli resmî yetkililer istemedikçe bizi Suriye’den hiç kimse çıkaramaz.
- Suriye savaşı uzun ve devam etmekte olan bir savaş. Bu üçlü ittifakın varlığına ihtiyaç hissediliyor. Hizbullah’ın girmesiyle bu ittifakı dörtlü ittifak olarak görebiliriz. Biz konuşurken ülkelerden, devletlerden bahsettiğimiz için bu ittifakı üçlü ittifak diye adlandırıyoruz.
Hizbullah, bu savaşın vazgeçilmez unsurudur. Bu savaş uzun ve sürmekte olan bir savaş olduğu için bu askerî güçlere daha uzun süre ihtiyaç duyulacaktır.
Ancak ne zaman gerek duyarsa yani Hizbullah, İran veya diğerleri terörün yok edildiğine inanırsa o zaman biz kendi ülkemize dönmek istiyoruz diyeceklerdir.
Nitekim Seyyid Hasan Nasrullah’ın dediği gibi bu askerî güçlerin de ilgilenmeleri gereken aileleri ve işleri var ve bu da doğaldır. Ama şu an için bundan söz etmek için erken.
- Hâlâ teröristlerin işgali altında bulunan yerler var. Bununla birlikte başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı Arap ülkeleri, Suriye’ye asker göndermeye hazır olduğunu açıkladı. Buna karşın işgalcilere karşı aşiretlerin ve halkın oluşturduğu direniş grupları ortaya çıktı. Acaba bu gruplar gerçekten halk grupları mıdır? Bunlar, Suriye devletinden destek görüyorlar mı? Yani bu, ordu işgalden kurtaramadığı yerlerde aşiretlerden destek aldığı anlamına mı geliyor? Bu durumun mahiyeti nedir?
- Son yıllarda bu direnişin farklı şekilleri ortaya çıktı. Başlangıçta, işgalcilere karşı olmadan önce IŞİD’e karşı koymak için doğu bölgesinde ve orta bölgelerde kuruldular. Şu an çeşitli bölgelerde bu grupların çeşitli şekilleri bulunuyor.
Şu an belki de onları tamamen bilmek mümkün değil. Bazen onlarla ilgili haberleri o bölgelerde birtakım olaylar ve gelişmeler yaşandıkça duyuyoruz. Şu an bu durum daha da arttı. Dolayısıyla bu halk güçleri çabasının tek bir şekle sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Bazen bireysel bazen düzenli gruplarla irtibatsız küçük gruplar, ortaya çıkıyor. Ama hangi şart ve şekilde olursa olsun bizim devlet olarak başından beri bu gruplar karşısındaki tavrımız açıktır.
Suriye devleti, etnik kökenine veya milliyetine bakmaksızın teröristlere veya işgalcilere karşı her türlü direnişi desteklemiştir. Bu işgalci ister Amerikalı olsun, ister Fransız olsun, ister Türk olsun, ister İsrailli olsun fark etmez.
Yani biz işgalcilere karşı olan bu direniş gruplarını ulusal sorumluluğumuz çerçevesinde devlet olarak destekliyoruz.
- Suudi Arabistan gibi ülkelerin Suriye’ye asker gönderme iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bir ülkeden bahsettiğimizde kararlarını bağımsız olarak kendisinin aldığını söylemiş oluruz. Dolayısıyla biz Suudi Arabistan’ın Suriye’ye asker gönderme rolünden söz edemeyiz. Bu işin Amerika’nın kararına bağlı olduğu söylenebilir.
- Suriye’ye karşı savaşta yıkıcı rol oynamış olan bazı Arap ülkeleri, şimdilerde yapım ve onarım için Suriye’ye girmeye çalışıyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
- Suriye’nin onarımı ve inşası, bizim için kaygı verici bir şey değil. Onarım için iki şeye ihtiyaç var: Birincisi insan, ikincisi ise mali kaynak. Suriye gibi bir ülkenin insan faktörü açsından herhangi bir sorunu yok. Bundan dolayı mali bedel de daha azalıyor; bu son derece açık.
Savaş boyunca Suriye’den çok göç olmasına rağmen biz hâlâ onarım gücüne sahibiz. Bundan dolayı da hükümet harekete geçti ve onarım fiilen başlamış bulunuyor. Mali ihtiyaçlara gelince... Suriye halkının sahip olduğu mali imkânların ve sermayenin önemli bir kısmı, Suriye’de değil, yurt dışındadır. Bu sermaye, yatırım için onarımın başlamasını bekliyor.
Öte yandan dost ülkeler, bu konuda bize yardım etmek maddi yardımda bulunmak istiyorlar. Biz de onarıma onların katılmasını istiyoruz.
- Son soru, Zorluklarla dolu bu yıllarda, doğal olarak Suriye halkının ve silahlı kuvvetlerin efsanevi direnişinden söz ediyoruz. Birkaç cümleyle bu yıllarda sizin için en sıkıntılı ve en zorlu durumlarla en iyi ve güzel durumların neler olduğunu anlatır mısınız?
- En kötü durumlar, teröristlerin bir yeri ele geçirdiği durumlardı. Tabii savaşın ortasında en iyi ve en kötü durumlar savaştaki gelişmelerle ilgilidir. En kötü durumların teröristlerin bir yeri ele geçirmesi olduğunu söylerken yanlış yapmadım. Bununla bağlantılı olarak savaşta stratejik bir nokta veya nüfusu çok olan büyük bir yer, psikolojik açıdan ve moral açıdan daha büyük etki yapıyor. Fakat burada üzerinde düşünülmesi ve onunla yaşanması gereken şey sürmekte olan durumlardı.
İnsanlar şehit olduklarında bu bizler için her hafta süren bir şey oluyor. Ancak şunu düşünmek gerekiyor ki bir aile sevdiği birini kaybettiğinde onun artık telafisi olmuyor. Belki bir zaferle bir ölçüde... ama aile açısından ve psikolojik düzeyde sevdiğini kaybetmiş o ailenin acının telafi edilmesi mümkün değil.
Bu çok acı veren bir şey ve biz bununla yaşıyoruz. Sürekli olarak onunla karşı karşıyayız; asla durmuyor, hatta savaş dursa bile. Burada savaşın başında ortaya çıkan çok üzüntü veren yönler var. Bu kadar ulusal sorumluluktan yoksunluk duygusu olduğunu görüyorsun. Bunlar belki azınlıktaydı; ama sayıca hiç da az olmayan kişiler, vatanı satmaya hazırdı. Eğer mevcutsa değerlerini pazara sundular, para veya belirli çıkarlar karşılığında...
Buna karşın 2013 yılında her zafer, bir sonraki zafer için motivasyon oldu. Kuseyr’deki tüm zaferler, diğer zaferlerin başlangıcıydı. O zaferlerin zirvesi de 2016’daki Halep zaferiydi, ardından da diğer büyük zaferler geldi. Sonra Deyr ez-Zor zaferi ve bugün ise Şam zaferinin sevincini yaşıyoruz.
Yaşadığımız tüm bu anlarda siz de bizimle birlikteydiniz ve eminim aynı sevinci yaşıyorsunuz.
- Yorulduğunuz veya yorgunluk hissettiğiniz anlar oldu mu? Bir an olsun verdiğiniz kararlarda tereddüt yaşadığınız oldu mu? Ya da her şeyi bırakıp “Her şey bitti artık elimden bir şey gelmiyor, bırakıp gideyim ailemi koruyayım” dediğiniz oldu mu?
- Bu soru, şahsi tarzda sorulabilir, kişisel bir durum olduğunda, bana bir şahıs olarak bunu sorabilirsiniz. Belki birkaç ay sonra umutsuzluğa kapılabilir. Yorgunluk veya çaresizlik hissedebilirim. Yahut bir başka duruma geçip teslim olmak isteyebilirim. Bunlar, bir şahıs olarak tabii mümkün olan şeyler.
Ancak sözünü ettiğiniz şeyler kişisel bir durum değil; ulusal bir durum. Kendinizi başka şartlarda düşünün belki bir inşa ve onarım hali içerisinde yalnızsanız yorgunluk hissedersiniz. Ama bu inşa işinde birçok insanın size yardım ettiğini ve buna karar verdiklerini görüyorsanız yorgunluğu unutuyorsunuz.
Biz şu an ulusal bir durum içindeyiz. Milyonlarca Suriyeliden söz ediyorum. Suriye’nin herhangi bir yerinde bir havan topu düştüğünü ve kurbanların olduğunu gördüğünüzde çaresizlik hissediyorsunuz. Ama bir saat sonra aynı noktaya hayatın geri geldiğini görüyorsunuz ve psikolojik durumunuz değişiyor.
Elektrik ve petrol işçilerinin, öğretmenlerin, memurların, mutsuzluk ve yorgunluk duymaksızın savaşçılarla birlikte hareket ettiğini gördüğünüzde nasıl yorulabilirsiniz?
Bu, kolektif bir harekettir ve bir şahıs olarak benimle ilgili değildir. Bizim insanlık durumumuzla ilgilidir. Biz birbirimizle birlikte bir toplum olarak nasıl yaşıyoruz? İster yorulun ister yorulmayın, eğer Suriye toplumu bir noktada umutsuzluğa ve teslimiyete varırsa kesinlikle ben de onlarla olur ve teslim olurum. Ancak kesinlikle direniş araçlarına sahibim ve bu da son derece açık.
- Sayın Başkan, bize bu fırsatı verdiğiniz ve sorularımızı büyük bir açıklıkla cevapladığınız için çok teşekkür ederiz.
Çeviri: YDH