- ABC Gazetesi
Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?
Cumhuriyetçiler birbirlerine bu soruyu sorup duruyorlar. Bir kısmı sorumlu olarak saptadıklarına veryansın ederken, diğer bir kısmı derin bir karamsarlığın içinde. Bir diğer kesim ise çoktan dümeni yeni başkanın iktidarına kırmış durumda ve bir yer edinmeye çalışıyor.
Oysa yüz yıllık cumhuriyet tarihimizin çeşitli aşamalarına ve kritik dönemeçlerine göz attığımızda böyle bir sorunun anlamsızlığı ortaya çıkar.
“Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?” diye şaşkınlıkla sormak, aslında 100 yaşına gelmiş bir insan için “neden ölüyor?” diye sormak kadar anlamsızdır.
Cumhuriyet’in ölüm nedeni “çoklu organ yetmezliği”dir. Yani yaşlılık… Tedavisi olmayan bir hastalık… Hastalık diye de nitelememek gerekir; doğa (bu örnekte toplum) kanunudur bu.
Aslında Cumhuriyet fazla bile yaşamıştır. Bu kadar direnebilmesi, mayasının ne kadar sağlam olduğunu ve en önemlisi geniş sürecin (Modernite sürecinin) -en azından başlarda- niteliğine ne kadar uygun olduğunu gösterir.
Bu nedenle Cumhuriyet’in ardından ağlamanın, sızlamanın, şaşırmanın ve karamsarlığa kapılmanın âlemi yok. Cumhuriyet’e teşekkür etmeli, yaşam sürecini iyi tahlil etmeli, devrimci mirasına sahip çıkmalı ve geleceğe bakmalıyız.
* * *
Genç Cumhuriyet’in önder kadroları (Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları) Fransız Devrimi yolunu benimsediler. Sonraları 6 Ok’la da formülleştirilen ulusal bağımsızlık, ulusal birlik, laiklik ve özgür yurttaşlık (halkçılık) ilkelerini hayata geçirmeye çalıştılar. Bu yolun tutulması, devrimci milli burjuvazi önderliğinde ortaçağ kalıntılarının köklü bir biçimde tasfiyesini gerektiriyordu. Kısacası geç kalmış bir demokratik devrim (burjuvazi önderliğindeki Modernite devrimi) atılımıydı Cumhuriyet devrimimiz.
“Geç kalmış” diye nitelememizin nedeni, o dönemde dünyada devrimci bir burjuvazinin artık kalmamış olmasıydı. Bırakılım bizim gibi mazlum toplumları, bizzat Fransa’da ve diğer ileri kapitalist ülkelerde dahi burjuvazi devrimci barutunu tüketmiş ve çoktan emperyalist aşamaya geçmişti. Demokratik devrimimizin, demokratik devrimlerin en köktencilerini yapmış ülkeler tarafından boğulmaya çalışılmasından da anlayabiliriz bunu.
Aslında cumhuriyet atılımının günümüze kadar gelmiş ve gelecek için de miras kabul edilmesi gereken kazanımları, genç Cumhuriyet döneminde kurucu kadroların öndeliğinde yapılanlardır. Türkiye açıkça kapitalist yola girip devlet eliyle bir burjuvazinin yaratılmasıyla birlikte bu kazanımlar da törpülenmeye, yani daha o zamanlardan itibaren cumhuriyet yıkılmaya başlandı.
Türkiye burjuvazisi palazlandıkça “milli”, “bağımsızlıkçı”, “laik” ve “demokratik” bir niteliğinin (yani devrimci barutunun) bulunmadığı ortaya çıktı. 1940’lar sonrası, Cumhuriyet’in önce duraladığı, sonra gerilediği, gericileştiği bir süreçtir; daha doğrusu Cumhuriyet’in yıkılış sürecidir.
Bütün bu süreç, Cumhuriyet tarihimiz, çağımızda artık burjuvazinin bağımsızlık, uluslaşma, kamuculuk, laiklik, aydınlanmacılık, demokratiklik gibi Fransız Devrimi ideallerini gerçekleştirecek potansiyelinin kalmadığını göstermiştir. Bu tespitin en iyi görülebileceği laboratuarlardan biridir ülkemiz. Ne laiklik ne demokrasi ne eşitlik ne de uluslaşma (Türk-Kürt sorunu) sorunları hakkıyla çözülebilmiştir ve yeniden önümüzde durmaktadırlar.
12 Mart’lardan, 12 Eylül’lerden, Özal’lardan, kirli savaşlardan ve Erdoğan-AKP-Fethullah yıkıcılığından geçerek günümüze gelindiğinde Cumhuriyet’ten geriye ne kaldığını da görebiliyoruz. Kozmik Oda’sını bile korumaktan aciz bir “Cumhuriyet”tir geriye kalan. İşte bu nedenle “çoklu organ yetmezliği” diyoruz.
Bu ölüm sürecine direnen ve isyan edenler de burjuvazi falan değildir. 15 yıldır sokakları, meydanları dolduran örgütsüz ve öncüsüz kalmış emekçi halk kitleleridir direnenler ve isyan edenler. Türkiye’de “ulusal burjuvazi”, “ulusal ordu” vb. arayanlar Vatan Partisi ve Perinçek’in oy oranına bakabilirler; işte ancak o kadardır.
* * *
Peki, Siyasal İslam gibi cumhuriyet düşmanı bir ideolojinin bayraktarlığını yapan Erdoğan’lar kimdir ve ne yapmaktadırlar?
Erdoğan’lar cenaze levazımatçılarıdır; cenazeyi kaldırıyorlar.
Şöyle bir handikapları var: Türkiye’de klasik Siyasal İslam’ın sınıfsal bir tabanı yoktur. Bazı kalıntılar var elbette, ama “Türkiye feodalizmi” diye bir sınıfsal katman yoktur. Yani Erdoğan’lar Siyasal İslamcı bir İkinci Cumhuriyet kuramazlar. Cumhuriyet devrimimizin en önemli kazanımıdır bu.
O halde iktidarlarını korumak için ne yapabilirler? İslamcılıkta ve gericilikte ısrar ettikçe, ister istemez, çürümüş cumhuriyeti yıkan bir güç olmaktan çıkacaklar, çürümüş cumhuriyetin en son aşamasına (en çürük haline) dönüşecekler: Cenaze levazımatçılığı aşaması.
Başkan Erdoğan’ın yeni açıkladığı kabinesi bunun canlı örneğidir. Çürümüş burjuvazimizin en çürümüş temsilcilerinden oluşan bir bakanlar kurulu!
Erdoğan’ın başkanlık dönemi, Birinci Cumhuriyet’in “Zombilik Dönemi” olacaktır.
* * *
Şimdi asıl soru şu: İkinci Cumhuriyeti kim kuracak? Türkiye’de hangi sınıfların yeni bir cumhuriyet kurma potansiyeli var? Türkiye Modernitesinin yeni motor gücü hangi toplumsal kesimler olacak?
Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkan, Cumhuriyet yıkıcılığına karşı direnen ve geleceği isteyen kesimler yeni atılımın motor gücü olacaktır. 15 yıldır türlü hayal kırıklıkları yaşamalarına rağmen yine de her fırsatta harekete geçen emekçi sınıflardan ve gençlikten başka bir aday gözükmüyor. Bu kesimler yüz yıllık Cumhuriyet’in geleceğe bıraktığı tek mirastır aynı zamanda.
İlginçtir, bu halk hareketleri, bir yandan yıkıcı iktidarı zorlarken ve direnirken, diğer yandan mevcut önderlikleri eleye eleye gelişiyorlar. Devlet ve ordu katlarındaki ulusalcıları, çeşitli CHP yönetimlerini, paçasını bir türlü Kürt hareketinden kurtaramayan solculuğu, harekete geçme cesareti gösteremeyenleri deneyip deneyip eleyerek, kenara sürerek yürüyor halk hareketi. Yıllar boyu masa başındaki tartışmalarda çözülemeyen sorunlar meydanlarda kendiliğinden çözülüyor. Cumhuriyet’in iktidarı zombileşirken, muhalefeti de sırayla arz-ı endam edip buharlaşıyor.
Sanırım bu hareketler, genç, diri, modern, yurtsever, devrimci, halkçı, emekçi karakterli, öncü yeni bir Türkiye Sosyalizmi yaratacak. İktidarı, muhalefeti ve devletiyle çürüyen cumhuriyetin, liberal yavşaklığın ve cumhuriyet yıkıcılığının parçası olmaktan kendini kurtarmış eski kuşak sosyalistleri de -eğer ihtiyaç duyarlarsa- göreve davet edecekler.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları ve Türkiye Sosyalizminin 1960 sonlarında başlayan kitleselleşme atılımının öncü kadroları böyle ortaya çıkmıştı. Türkiye Modernite Devriminin ikinci atılımının öncü kadroları da böyle ortaya çıkacaktır. Çaresizliğin çaresi olarak…