- ABC Gazetesi
'Meşruiyet' sıkıntılı bir kavramdır. Örneğin, 'yasal' veya 'yasadışı' kavramları öyle değil. Bunlar nispeten teknik kavramlar. Yasalar vardır; uyarsanız yasal, uymazsanız yasadışı olursunuz. Elbette yasalar da farklı yorumlara açıktır, esnetilebilir, boşlukları bulunur; ama yine de daha belirgin bir çerçeve söz konusudur.
Meşruluk meselesinin ise çok farklı boyutları var. Mızrak gibi bir kavramdır, çuvala sığması mümkün değil. Üstüne üstlük sıkıntılı ve çalkantılı dönemlerde gündeme girer bu kavram. İşleri yürütmek için yasaların yetmediği dönemlerde, gerek iktidarlar gerekse muhalifler bu kavrama başvurmak zorunda kalırlar.
Yasallık tartışmasında hukukçular öne çıkar, meşruluk tartışmasında ise politikacılar, hatta savaşçılar. Dolayısıyla yasallık masa başında tartışılırken, meşruluk arenada tartışılır. Daha doğrusu meşruluk tartışılmaz; kabul ettirilir, dayatılır.
Bir toplumsal hareketin yasal olup olmadığına esas olarak hukukçular karar verirken, meşru olup olmadığına toplum karar verir. Toplum da homojen bir yapı olmadığı için, gücü yetene durumu söz konusu olur. Bu nedenle savaşçılar öne çıkar diyorum.
Örneğin 12 Eylül 1980 faşist darbesi yasal mıydı? Faşist diyoruz, darbe diyoruz… elbette değildi. Geldi, yasalarını koydu ve yasal oldu.
Peki, meşru muydu? Meşru olduğunda vurdu zaten son darbeyi. Nasıl 'meşru' olduğunu, o dönemi yaşayanlar çok iyi bilir: 1 Mayıs 1977’den 12 Eylül 1980’e kadarki üç küsur yıl içinde yaşanan sayısız komplo, provokasyon, cinayet, suikast, katliam ve manipülasyon girişimleriyle toplum nezdinde 'meşruluk' kazandı; meşruluğunu bu yolla dayattı.
Özellikle hâkim sınıflar ve gerici iktidarlar açısından meşruluk son derece kirli yöntemlerle kazanılır. Çıplak zor (hatta savaş), yasallık kazanmak için yeterli olabilir ama meşruiyet kazanmak için yetmez. Bu nedenle 'komplo', hâkim sınıflar için en önde gelen 'meşruluk kazanma' aracıdır.
Öyle ki, hâkim sınıfların tarihi, ta Sümer’den beri, komplolar ve karşı-komplolar tarihi olarak okunabilir. Bilim dışı bir komplo teorisi yapmıyorum; sosyolojiye (ve toplum psikolojisine) dayanan bir politik araçtan söz ediyorum. Dayatılan 'güvenlik ihtiyacı' ve bunun dayatılmasıyla bastırılan 'özgürlük ihtiyacı'dır söz konusu olan. Toplum bir kez güvenlik mi, özgürlük mü ikilemine sokuldu mu, tercih edilen (yani 'meşru' olan) her zaman güvenlik olur. Komplolar, toplumun, hâkim sınıflarca bu ikileme sokulmasının aracıdırlar.
Machiavelli, başta 'Hükümdar' olmak üzere bütün eserlerinde döne döne ve son derece ayrıntılı örnekler vererek bu konuyu işlemiştir. “Machiavelli’nin ustaları” diyebileceğimiz önceki siyaset adamları ve düşünürler de (Sun Tzu’lar, Kautilya’lar, Sezar’lar, Nizamülmülk’ler vb.) hep bu araç üzerinde kafa yormuşlardır. Machiavelli’nin farkı, Hükümdar’a öğüt verirken, "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" misali, bize verdiği tüyolardır. Komplolar böyle ulu orta konuşulur mu hiç?!
* * *
Neyse, gelelim günümüze… Erdoğan iktidarı yasal mıdır? Elbette yasaldır. Nasıl olmasın ki; yasaları kendisi koyuyor!
Peki, meşru mudur? Toplumun yüzde 52’sinin desteğiyle seçimi kazanıp başkan olmasına rağmen bu sorunun yanıtı açık. Açık olduğunu bizzat Erdoğan’ın kendisi de biliyor. Bu nedenle can havliyle ve var güçleriyle 'meşruluk mücadelesi' veriyorlar.
Meşruluk için sandıktan çıkmak (orası da şaibeli ya…) yetmiyor, 'Tanrı’nın lütufları' da gerek. Tanrı’nın lütfu bile yüzde 50’yi ikna edemedi. Bu nedenle yakın zamanda başka 'lütuflar' da bekleyebiliriz.
* * *
Peki, muhalefet ne yapacak? Muhalefet derken, 'destancı' ve 'adam kazandıcı' sözde muhalefetten söz etmiyorum; emekçi halk ve onun öncüsü iddiasında olanlardır kastım.
İlk önce 'meşruiyet mevzileri' üzerinde düşünülmeli. Yasallık mevzileri darmadağın; ama -biraz geri çekilerek- meşruiyet mevzileri kazılabilir. İktidarın zayıf karnıdır meşruiyet meselesi.
Halk kitleleri, ne kadar örgütsüz, öncüsüz, politik bilinçten yoksun ve siyaset arenasının dışındıysa (siyasetin öznelerinden biri değil de nesnesiyse) komplolar da o kadar mümkün ve başarılı olur. Bugün durum bu, halkımız hamur gibi. Öte yandan hesap sorulamazlık da komplolara davetiye çıkarır. Bugün Türkiye’de hesap vermek zorunda olmayan bir iktidar var. Dolayısıyla meşruluk meselesi temel mücadele konularından biridir.
Emekçiler ve öncüleri nasıl meşruiyet kazanabilirler? Karşı-komplolarla mı? Belli aşamalar göz önüne alınarak tamamen reddedilemez ama deneyimler bu alanda hâkim sınıflarla yarışmanın -hele dünyanın mevcut koşullarında- pek geçerli olmadığını gösteriyor.
Tabii bir de özgücüne dayanma, nesne değil özne olma (yani el atına binmeme) ilkesi var. Machiavelli bu noktayı da müthiş açıklıyor ama ona ihtiyacımız yok; çünkü bizim de bu noktada acı, tatlı, trajik, komik bin türlü deneyimimiz var.
Meşru olunmalı. Halk nezdinde ve tarih nezdinde… Meşruiyet mevzileri kazılmalı. Bizim araçlarımız komplolar değil, gerçekler ve bilimsel yöntem olabilir ancak.
Bunun politikalarını ve somut araçlarını tartışmaya devam ederiz.
Not: Türk devleti -her büyük devlet gibi- komplo ve provokasyonlar konusunda son derece becerikli. Kaldı ki bu topraklarda komplo yapan sadece Türk Devleti de değil. Dolayısıyla Türkiye solu olarak, çoğunun muhatabı olduğumuz oldukça yoğun bir komplolar tarihimiz var. Bu kadar deneyime karşın, solun bu konuyu hâlâ bilince çıkartamamış ve damıtılmış kıstaslar koyamamış olması şaşırtıcı ve üzerinde durmaya değer. Komplolar konusunda uyanık olunmazsa meşruluk hayal olur.