- Yeni Şafak
Tahran Zirvesi’nden saatler önce Rusya ve Suriye ordusunun İdlip’i bombalamaya başlaması İdlip düğümünün dolayısıyla Suriye barışının bu zirvede çözülemeyeceğinin açık işaretlerini taşıyordu. Zira ASTANA barış sürecinin garantör ülkelerinden Rusya ve İran İdlip’te ayrım yapmaksızın terörle mücadele konusunda ılımlı muhalif gruplarla HTŞ gibi terörist grupları aynı kefeye koyan askeri bir operasyon yaklaşımını benimsemişlerdi.
Oysa Türkiye görevlendirdiği bazı bakanları ve MİT Müsteşarı vasıtasıyla RUSYA ve İRAN’a, İDLİP’e askeri bir müdahalenin Suriye’yi kan gölüne çevirebileceği hatta Türkiye’ye yeni bir göç dalgası başlatabileceği uyarısını en üst düzey yetkililer nezdinde yapmıştı. Bu görüşmelerde RUSYA’YI İHA’lar ile tehdit eden NUSRA ve türevi terör örgütlerine karşı güvenlik ve istihbarat alanında işbirliği yapılarak bu tehdidin birlikte bertaraf edilmesine yönelik girişimlerde de bulunulmuştu. Türkiye’nin bu insancıl çabalarının Rusya’da bir karşılığının olmaması karşılıklı güveni de sabote eden bir durum. Ancak, Astana barış sürecinin kuruluş gayesi veya ruhuna aykırı bu durumun failleri olan Rusya ve İran Suriye’nin geleceğinde ESAD faktörünü Türkiye’ye dayatmaya çalışırken, Rusya aynı zamanda sıcak denizlere inme stratejisini Panslavizm’i gerçekleştiriyordu. Bu nedenle neredeyse dünyada bir ilk olarak naklen yayınlanan Tahran Zirvesi’nde Türkiye Başkanı Erdoğan’ın İdlip’te yaşayan 3 buçuk milyon sivilin endişelerini giderme adına Rusya ve İran liderlerine yaptığı ‘’ATEŞKES’’ çağrısına PUTİN ve Ruhani’nin olumlu cevap vermemesi üstelik Putin’in ‘Sivilleri koruma inisiyatifi içinde terör örgütleri korunamaz’ şeklinde ortaya konuşması hoş değildi doğrusu. Bir müddet sonra PUTİN’in İDLİP’te NUSRA, HTŞ başta olmak üzere tüm terör örgütlerine silah bırakma çağrısını Erdoğan’ın isteği üzerine yaptıklarını açıklamasından 24 saat geçmeden Rusya ve Suriye savaş uçaklarının tekrar İdlip’in güneyi Hama’nın kuzeyini vurmaları bu operasyonların amacının teröristleri bitirmekten öte yeni bir göç dalgasını yaratmak mı acaba diye düşünmekten insan kendini alamıyor.BU SALDIRILAR ASTANA SÜRECİNE ZARAR VERİR Mİ?
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ‘Üç garantör ülke olan Türkiye, Rusya ve İran burada askeri gözlem noktaları kurdu. Türkiye’nin 12 gözlem noktası bulunuyor. Türk askerlerinin varlığı, muhtemel bir saldırıyı önlemenin tek garantisi. Zira Rus savaş uçakları ve rejim kara kuvvetleri, Türk askerleri oradayken bir saldırı gerçekleştirmeyi göze alamaz (sivilleri ve meşru, ılımlı muhalif güçleri umursamadıklarını biliyoruz). Terörist grupların ortadan kaldırılması gerekçesiyle İdlib’e yapılacak herhangi bir saldırı Astana sürecini baltalayacaktır’ dedi.
FIRAT’IN DOĞUSU’NDAKİ TEHLİKE
Tahran Zirvesi’nde Başkan Erdoğan’ın üzerinde durduğu önemli bir nokta Fırat’ın doğu’sundaki ABD varlığıydı. “Bizler İdlib’e odaklanırken, dünya gözünü buraya çevirmişken Fırat’ın doğusunda tehlikeli olaylar yaşanıyor. DEAŞ tehdidi ve tehlikesi kalmamış olmasına rağmen ABD’nin bir diğer terör örgütünü desteklemesinden rahatsızız. 3 bine yakın kargo uçağını bölgeye göndermesi, yardımda bulunmasıyla bu terör örgütünün ne denli güçlendiği ortadadır. Bu durum sadece bizim milli güvenliğimizi değil, Suriye’nin toprak bütünlüğünü de bozuyor. Ortak tavır almalıyız.” Kısaca Tahran’daki zirvede İdlib meselesine nokta değil virgül konuldu. Bundan sonrası Türkiye’nin İdlib’deki çabasına, AB’yi devreye sokmasına ve BM bünyesinde başlayacak siyasi sürecin başlamasına bağlı. O sürece geniş Suriye muhalefeti katılmadığı takdirde ortaya yeni bir Suriye fotoğrafı çıkmaz gibi görünüyor. Başkan Erdoğan’ın bu haklı konuşmasına destek İran Cumhurbaşkanı Ruhani’den geldi. Fırat’ın doğusunda sorun var açıklaması sonrasında ABD’nin Suriye’yi derhal terk etmesi gerektiğine işaret eden Ruhani Fırat’ın doğusunda ABD PKK/PYD ortaklığına karşı Türkiye’ye büyük destek verebilir zannımca. Rusya ve Putin ile ilgili olarak kafamı kurcalayan bir iki olay var. İlki Karlov Suikastı’nın arkasından CIA kontrolündeki FETÖ’cülerin çıkması karşısında Putin’in kuzuların sessizliğine bürünmesinin arkasında ne var, CIA işbirliği mi ? İkinci olay ise ABD’nin Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD işbirliğiyle zengin petrol kuyularını ve bölgeyi işgal ederken Rusya’nın da bu işgale sessiz kalmasının sebebi Fırat’ın batısının Rusya’da kalacağına yönelik örtülü bir anlaşma mı söz konusu. El Kaide, Nusra, HTŞ terör örgütleri içinde CIA’nın etkisi ve ynlendirmesini sağır sultan bile duymuşken hayatı RUS İSTİHBARATI içinde geçmiş PUTİN hala Suriye veya İDLİP’te askerlerine karşı yapılan saldırılarda HTŞ’yi kullanan CIA yerine İDLİP’teki ılımlı muhalifler ve sivilleri Suriye ile birlikte vurması enteresan doğrusu. 2011 Suriye iç savaşı başladığında NUSRA ve EL Kaide liderlerini DEAŞ’a katılmaları için serbest bırakan ve bu teröristlerle devamlı irtibat halinde olan ESED’den de haberi yok zannımca. PUTİN ABD ile bazı örtülü anlaşmalar yapmamış olsaydı bugünkü konjonktürde Rusya için tarihi bir fırsatı tepmez, ESED’i değil Türkiye’yi tercih ederdi hiç şüpheniz olmasın?