- Birgün
Malum, İslamcı ve milliyetçi elitler koalisyon halinde memleketin dümenindeler. Hepimizin her gün çok çeşitli biçimlerde deneyimlediğimiz üzere, işler uzun süredir hiç de iyi gitmiyor. Kapitalizmin “neoliberal rüyasının” kriziyle birlikte dağıtacak “rant”, inandıracak “hedef” yaratmakta zorlanan iktidar bloğu, hepimizin bugününü ve geleceğini tüketmeye devam ediyor. Tercih ettikleri ekonomi politikalarının sorumluluğuyla yüzleşmemek için “hakikatin” üstünü örtecek “hikâyelere” sarılıyorlar. Hakikati gözlerimizin önünden kaçırmaya çalışırken, arkalarında onarılması zor “toplumsal yaralar” bırakmayı göze alacak kadar da çaresizler. Kendilerine oy vermeyen bütün yurttaşları “terörist” ve “cehennemlik” ilan etmekten imtina etmiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki İçişleri Bakanı’nın tek görevi ülke yurttaşlarını “keyfince” terörist ilan etmek!
Koalisyonun milliyetçi ortağı, sıkı sıkıya sarıldığı “beka” söylemiyle, vatandaşın gündelik yaşamında deneyimlediği sorunlara yabancılaşmasını ve katlanmasını talep ediyor. Vatandaş işsiz, aşsız kalmış, ne gam! Sırtını “devlete” yaslayan milliyetçi elitler, iktidarın dertsiz tasasız ortağı olmanın keyfini sürüyorlar. Üç gün önce AKP iktidarıyla “seçim pazarlığına” tutuşurken “beka sorunu” görmüyorlardı. Bu milliyetçi elitler bir kere olsun yoksul halkın “sesi” olmak için mücadele etmediler. Milliyetçi hamaset nutukları atarken, bu toplumun sınıfsal gerçeğini görmezden geldiler. Devlet, millet, beka söylemleriyle toplumsal çelişkileri gizlemeye çalıştılar. Geçinmek için dişini tırnağına takıp çalışan, yarını için umut biriktirmekte zorlanan emekçi genci, işçi kadını, devletin rantını yiyenlerle “eşitlemeye” kalktılar. Bu toplumun kaybedenlerinin, “arka sıradakilerin” insanca yaşam umudunu sömürmekte “mutabık” kaldı AKP’li ve MHP’li elitler. Memleket insanını tanzim kuyruklarında biraz daha ucuz sebze için soğukta beklemeye mahkûm ederken, “yokluk değil varlık kuyruğu bu” diyecek kadar yüzlerini kararttılar.
İktidar bloğu, iktidarlarının büyük yara aldığı Haziran günlerinden bu yana, canhıraş bir şekilde hakikati çarpıtmaya çalışıyorlar. Hâlbuki Haziran’ın, yani Gezi’nin iktidara mesajı alabildiğine açık ve barışçıldı. Bu ülkenin gençliği, geleceğinin AKP’yle birlikte giderek karardığının farkındaydı. Aslında yalnızca AKP ile sınırlı kalmayan bir “mesajdı” bu! Kapitalizmin neoliberal ütopyasının “imkansızlığını” bilinçli ya da bilinçsiz biçimde kavrayabilmişti. Gezi, bu memleket gençliğinin “kurucu” isyanıydı. İktidarın aradan geçen yılların ardından Gezi’yi yeniden “yargılamaya” kalkmasının en büyük nedeni, kendi tükenmişliği karşısında Gezi’nin “kurucu ve boyun eğmeyen gücüdür.” Yalnızca yeni bir “öteki”, yeni bir “terörist” yaratmak için Gezi’ye saldırmıyorlar. Gezi, iktidarın gizlemek istediği ne kadar “hakikat” varsa, onları yüzlerine “çarptığı” için şimdilerde bir kez daha yargılanıyor. İktidarın Gezi karşısında Kabataş’ta uydurduğu “hikâye”, geleceğin nasıl şekilleneceğine ilişkin en büyük ipucuydu. O günden bugüne değin iktidar kendi ürettiği “hikâyelere” bizi inandırmak için “zorluyor.”
Satın alınmış ekranların ve besleme basının yetersiz kaldığı yerde imdada iddianameler yetişiyor. Hem de mücadele ettiklerini iddia ettikleri Fetullahçı yargının yöntemleriyle. Sadece yöntem de değil, doğrudan onların yarım bıraktığı hukuk dışı delillerle yapıyorlar bunu.
Elindeki görünür görünmez bütün şiddet araçlarını anlattığı “hikâyeye” inanmamız için kullanıyor. Ancak unutulmasın, “hakikat” her zaman iktidar olmasa bile, haklılığını hiçbir zaman yitirmez. Bu memleketin toplumsal hafızası, iktidarın yalanına karşı “hakikati” savunacak kadar güçlüdür!