İlhan Cihaner

12 Tem 2019

Siyaset üstü bir tutum mümkün müdür? Ya da verili koşullarda siyaset üstü bir dil ya da tutum kimlerin yararınadır?

Bu soruya aranacak yanıt önemli görünüyor. Çünkü esasen neoliberal çöküşün bir tezahürü/semptomu olarak ortaya çıkan siyasi krizin (özel olarak temsil krizinin) dayattığı siyaset alanının yeniden düzenlenmesi sürecinde en etkili kavramlardan birisi olacak. Hemen tüm Siyasi partilerin iç gerilimlerinde ve kongre, kurultay, ayrılma, yeni parti kurma gibi süreçlerde de belirleyici olacak. O nedenle tekrara düşme pahasına siyaset üstülük iddiasının nasıl sinsi bir tehlike içerdiğini vurgulamakta fayda var.

 

Siyaset üstü olma iddiasıyla, açıkça böyle telaffuz edilmese bile doğrudan siyasetin konusu olan alanlar siyaset dışı/üstü gibi sunulmaya çalışılıyor. Toplumsal yaşamı belirleyen mücadele alanları sanki insanın müdahale edemeyeceği, değiştiremeyeceği kanunlarla belirlenmiş gibi sunuluyor.

Terörle mücadele mi? Siyaset üstüdür!

Ulusal güvenlik mi? Siyaset üstüdür!

31 May 2019

 

Siyasetimizde öteden beri çok da sorgulanmadan benimsenen bir tespit var: Mağduriyet kazandırır!

Ölçülmüş ya da bilimsel olarak temellendirilmiş bir tespit olduğunu sanmıyorum. İktidar ilişkilerini ve tarihin motoru olan toplumsal çelişkileri ikincilleştiren bir yaklaşım… İnsanın bilinçli eylemi ile ve mücadele ederek değiştirebileceği statüleri ancak rastlantısal ya da bireysel durumlara bağlayan bir safsata. 

Mağduriyet yaratan eylem zorunlu olarak iktidardan kaynaklandığına, iktidar da kendisine tehdit olarak gördüğüne saldıracağına göre zaten uzak/yakın alternatif haline gelmiş kişi ya da yapının “mağduriyetler” yaşaması kaçınılmaz. Dolayısı ile mağduriyet ilk ve belirleyici etken değil ancak bir sonuç olabilir.

20 Nis 2019

2023’e giderken yerel seçim sonuçlarının doğru analizi her politik aktör için hayati önemde olacaktır. Yerel seçimlerin kendine özgü dinamikleri, değişen rejimin iktidara sunduğu yeni olanaklar, belediyelerin içine düşürüldükleri zorluklar ve ekonomik kriz koşulları, en önemlisi de merkezi iktidarı elinde bulunduranların (AKP ve MHP seçkinleri ve sermaye) cüreti ve kırılganlıkları göz ardı edilmeden yapılmalı bu analiz.

 

İktidar bloğuna kaybettirme stratejisi bu süreçte kazanma stratejisine ve kalıcı bir oy desteğine evirtilmezse bu sonuçlar, Gezi gibi, 7 Haziran gibi, Adalet Yürüyüşü gibi, politik aktörlerin iç siyasetlerine hizmetten ve nostaljik bir övünçten başka bir işe yaramayacaktır.

22 Mar 2019

AKP-MHP koalisyonu altında birleşen elitler, izledikleri politikalar nedeniyle memleketi çıkmaz yola soktular. Ağırlıklı olarak AKP’li elitlerin “malı götürdüğü” yağma döneminin altın çağı sona ererken, zayıflayan halk desteği MHP’nin takviyesi ile telafi edilmek isteniyor.

Tabiri caiz ise MHP’li elitler “yemedikleri bir yemeğin faturasına ortak” oldular ama “bir parti iki genel başkan” konumdaki İYİ Parti tarafından “yutulmaktan” kurtuldular. Ellerindeki belediyelerin korunması için AKP desteği ile bürokrasiden pay almak da bonus oldu!

İşte bu kadroların benimsediği, dış borç ve özelleştirmelerle finanse edilen, inşaat ve ranta dayanan kof büyüme halkın üzerinde büyük bir borç yükü oluştururken, sermaye sınıfı gelirini sürekli katladı. 12 Eylül’le başlayan “kompradorlaşma” ise zirve yaptı.

08 Mar 2019

Malum, İslamcı ve milliyetçi elitler koalisyon halinde memleketin dümenindeler. Hepimizin her gün çok çeşitli biçimlerde deneyimlediğimiz üzere, işler uzun süredir hiç de iyi gitmiyor. Kapitalizmin “neoliberal rüyasının” kriziyle birlikte dağıtacak “rant”, inandıracak “hedef” yaratmakta zorlanan iktidar bloğu, hepimizin bugününü ve geleceğini tüketmeye devam ediyor. Tercih ettikleri ekonomi politikalarının sorumluluğuyla yüzleşmemek için “hakikatin” üstünü örtecek “hikâyelere” sarılıyorlar. Hakikati gözlerimizin önünden kaçırmaya çalışırken, arkalarında onarılması zor “toplumsal yaralar” bırakmayı göze alacak kadar da çaresizler. Kendilerine oy vermeyen bütün yurttaşları “terörist” ve “cehennemlik” ilan etmekten imtina etmiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki İçişleri Bakanı’nın tek görevi ülke yurttaşlarını “keyfince” terörist ilan etmek!

01 Şub 2019

Ne demişti Erdoğan? “Biz milletin hakkının hukukunun özgürlüğünün alanını genişletmeye çalıştıkça bunların faşist yüzleri açığa çıkıyor. Bu ülkenin meşrebi duruşu belli olan Cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır…” Haklı! İnsanlık böyle ağır bir faşizm görmemiştir!

Bu “özgün” faşizm tanımından 10 gün sonra faşizme teslim olarak klasik müzik konserine gitti Erdoğan. Hem de konseri, bir kaç gün öncesinde kaba bir şekilde, ülkemizi ekonomik olarak çökertmekle tehdit eden ABD’nin müstakbel başkanı ile izledi. İç politikada alabildiğine saldırgan ve düşman bir dil kullanan, pek bi Anti-emperyalist AKP ve yayın organları da tüm kutuplaşma ve gerilimi Kemalistlere ve sola yıkıp, Trump’ın özel temsilcisini görmezden geldiler ve klasik müzik ve uzlaşının, normalleşmenin erdemini keşfettiler. Muhtemelen özel temsilci de “işte çağdaş Türkiye bu!” diyerek dönmüştür.

11 Oca 2019

Öteden beri, AKP başta olmak üzere, iktidarların özgürlükleri boğduğu, yağma ve sömürünün arttığı, iç barışın bozulduğu, krizlerin emekçileri ezdiği dönemlerde bir dâhiyane(!) formül dillendirilir: ancak bir merkez sağ parti/lider oyları bölerse iktidar değişebilir!

Bir yurttaş böyle düşünürse, en fazla kendi öngörüsünü test etmiş olur. Ama söz konusu siyasi parti ise, hele hele ülke siyasetine müdahale edebilecek bir siyasi parti ise durum değişir. Seçmenin oy tercihinin siyasetle değişmeyeceği ön kabulünün bir sonucudur bu yaklaşım.

 

Seçmen tercihlerine yön veren dinamikleri ve dünyayı durağan, değişmez gören bu bakış açısının, esasen siyaseti imkânsız ve gereksiz hale getirdiği göz ardı ediliyor. Dönüştürmeye, değiştirmeye ve devrime sırt çevirip, “toplum % 70 muhafazakâr/sağ, % 30 cumhuriyetçi/sol olarak bölünmüş bu da değişmez” dediğinizde, iktidar için önünüzde iki yol vardır: oyları bölecek bir merkez sağ parti/lider ya da sağcılaşmak!

04 Oca 2019

 

Bir ilçe adliyesinde arşiv memuru olarak çalışıyorsunuz ve yaşadığınız ilçeye belediye başkanı olmaya niyetlendiniz. Yaklaşık bir ay önce, 1 Aralık 2018 tarihinde istifa etmeniz gerekirdi. Seçimleri etkileyecek, rakiplerinize karşı avantaj sağlayacak bir kamu gücü elinizde değil, buna rağmen 1 Aralık’ta istifa etmediyseniz geçmiş olsun, aday olmazsınız!

Çok basit, ahlaki ve mantıki bir gerekçeye dayanır bu engel: Adayların görevleri gereği kamu adına ve lehine kullanmak üzere verilen olanakları, kendi lehlerine/rakiplerinin aleyhlerine kullanma ihtimali. Ayrıca tarafsız icra edilmesi gereken bazı görevlerin siyasi kimlikle bağdaşmaması da bir etken. Yetişmiş insan kaynağının kıt olduğu dönemlerde bile bu ahlaki ilke gözetilmiş.

17 Kas 2018

Ekonomik krizle birlikte, bildik klişe tekrar tedavüle sokulmuştu: Hepimiz aynı gemideyiz!

Malum, memlekette işler ne zaman sarpa sarsa egemenler tarafından dillendirilir bu deyim. İşler, -tabiî ki iktidar ve sermayenin işleri- yolunda gidiyorken hiç duymayız bu sözü. Krizde faturanın, krizin çıkmasında payı olmayan kişilere yıkılacağının ve sorumlulukların gizleneceğine dair güçlü bir işaretti bu.

Nitekim krizin sınıfsal niteliğinin ve sorumlularının gizlenmesine, faturanın halka çıkarılmasına dair işareti alanlar -en azından- gemi benzetmesinin elverişsizliğine rağmen bu üç kağıda karşı çıktılar, karşı çıktık. Haliyle iktidar ve yanaşmaları doğrudan “aynı gemide değiliz!” diyenleri, iktidarın sorumluluğunu, sınıfsal niteliğini ve krizi halka fatura etme girişimlerini eleştirenleri vatan haini ilan ettiler.

09 Kas 2018

 

Bir an için dünyada “sol” başlığı altına alabileceğimiz rejimleri, iktidarları, hareket ve mücadeleleri yok sayalım. Hatta solun/sosyalizmin/sosyal demokrasinin insanlığa kazandırdıklarını da yok sayalım. Barınma hakkını, emekçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesini, parasız eğitimi, sağlık hakkını, sosyal güvenlik ve insan haklarını, çevre mücadelesini; özetle insanca bir yaşam için, solun yüz yıllardır büyük bedeller ödeyerek insanlığa armağan ettiği tüm “kazanımları” olmamış sayalım.

Üstüne dünyadaki ana akım siyasetin gidişatının ırkçılıktan/otoriterlikten/sağ rejimlerden/popüler sağ liderliklerden yana olduğunu kabul edelim. Sonuncusunu Brezilya’da gördüğümüz “yarı meczup” liderlerin yükselişinin devam edeceğini düşünelim. Trump, Bolsonaro, Orban, vs. olduğu gibi... Peki, gidişat böyle olsa bile, “biz” bu gidişata teslim mi olmalıyız?

Sayfalar