Böyle ‘dost’ olduktan sonra düşmana ne hacet

10 May 2019

Mazereti ve gerekçesi ne olursa olsun” diyerek söze başlayınca “meydan okumanın” bir başka veçhesiyle karşı karşıya olduğumuzu anlamamız için başkaca bir şeye bakmaya gerek kalmıyor maalesef…

Ya da “Yazık bir arpa boyu yol almamışız” diyerek 17 yılın birikimini bir poşete doldurup çöp kutusuna atmaya yeltenmişseniz, maksadınız çoktan “üzüm yemenin” ötesine geçmiş demektir.

Tek bir maksatları olduğunu biliyorduk. Erdoğan’a çizik atmak… Mümkünse meşru/gayri meşru ne kadar aktör varsa birlikte Erdoğan’ı siyasetten tasfiye etmek.

Maksatlarına ulaşmak için vermedikleri söz, yapmadıkları eylem, girmedikleri angajman kalmamıştı. Bunu da biliyorduk.

Ne dışarıdaki “ahbap”ları, ne içerideki aparatları… Açıkta hiçbirini bırakmadılar. Her fırsatta “Bir araya gelemez” denenlerle bile gizli kapaklı iş tuttular.

Hazırlandılar. Hazırlık yaptılar. Beklediler.

7 Şubat MİT krizinde, Gezi’de, 17/25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da nihai hedef hep aynıydı: Erdoğan.

Çünkü Erdoğan tespihin imamesidir. Yani birliğin sembolüdür. Bir arada tutmanın adıdır.

İyi de o tespihi “yol arkadaşları” neden dağıtmak istemektedir?

TESPİHİ DAĞITMAK İSTEYENLER

Erdoğan’ı 7 Haziran 2015’ten sonra CHP ile “büyük koalisyon” kurarak Beştepe’ye hapsetmeyi de planladılar, 24 Haziran 2018’de “geniş bir mutabakat” ile “çatı aday” olarak çıkmayı da…

Ne var ki hem içerideymiş gibi yapıp hem dışarıdaki tüm aktörlerle flört edenler bugüne kadar yapmak istediklerini bir türlü yapamadı.

Yol ayrımına geldikleri halde, bu kez 31 Mart 2019’dan hemen sonra “içeriden”miş gibi ses verdiler.

“Partim” diyerek söze başlayıp, 30 kez “partim” kelimesini tekrarlayıp ne Ak Parti’nin hukukunu ne Erdoğan’ın hukukunu korudular.

Yetinmeyip üstüne bir de “Bize yapılanları, biz güçlenince başkasına yapıyoruz” minvalinden “otoriterleşme” gibi irrite edici yaftalamalara tevessül ettiler.

Oysa Erdoğan’ın, “Kardeşim” dediği biriydi. Bir diğeri, “Hocam ilmine saygım var” dediğiydi.

En sonunda dayanamayıp Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul seçimlerinin yenilenmesine ilişkin kararı üzerinden sözüm ona “partilerini” sözüm ona “liderlerini” tartışmaya açtılar.

“Mazeret ve gerekçesi ne olursa olsun” dedi biri, diğeri, “Bir arpa boyu yol almamışız” diyerek devam etti.

Ve ne hikmetse “çıkışları” dışarıdaki ve içerideki Erdoğan düşmanlarıyla senkronize oldu yine.

Amerika’dan, Avrupa’dan, İsrail’den yükselen seslerle onlarınkiler arasında ton farkı bile yok.

Dışarıdakilerin söylemleriyle onlarınkiler arasındaki uyum; tencere/kapak misali.

PARTİYİ KURACAKLAR DA NE YAZIK Kİ HÂLÂ ERDOĞAN DA AK PARTİ DE YETERİNCE YIPRANMADI!

Bu köşede 2018’in Aralık ayından bu yana “Ak Parti içindeymiş gibi” görünenlerin 2 ayrı parti kurmak için çalıştıklarını yazıyorum.

Bunlardan biri Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başını çektiği grup. Diğeri Sayın Abdullah Gül’ün.

Düşüncelerimin aksine bu iki ismin Ali Babacan ismini de anarak birlikte parti kuracakları ileri sürülmüştü. Davutoğlu ile Gül’ün bir araya gelme ihtimallerinin çok düşük olduğunu hatta mümkün olmadığını bu yüzden de iki partinin kurulması için 31 Mart seçim sonuçlarının beklendiğini söylemiştim.

“İÇERİDEN MUHALEFET ET” STRATEJİSİ

Seçimden sonra, Davutoğlu’nun partisinin 1 ay içerisinde deklarasyon yayınlayacağını 2 ay içerisinde de tabelasını asacağını yine bu köşede yazdım. (16 Nisan 2019 Yeni Şafak)

Hatta yazının yayınlanmasından birkaç gün sonra Sayın Davutoğlu’nun “manifesto” denen ama Ak Parti ve Erdoğan eleştirisinden başka bir şey olmayan metni çıktı ortaya. (Burada yanıldığımı söylemeliyim. Ben altında başka isimlerin de imzasının olacağı bir deklarasyon beklerken, tek bir imza ile yayınlanan manifesto çıktı ortaya. Gerçi, Davutoğlu medyasında ‘ortak akıl’ ile bir metin hazırlandığı yazıldı.)

Sonra benim kulağıma kadar ulaştırılan şu bilgiyi yaydılar: “Parti kurulmayacak. Ak Parti içerisinde bir ‘iyilik hareketi’ olarak muhalefet yapılacak.”

GÜL, TÜM MUHALEFETİ YÖNLENDİRMEYE SOYUNMUŞ

Sayın Gül cenahındaysa işler daha bir komplike. Çünkü Gül ve ekibinin hem HDP ile hem CHP ile hem de Saadet Partisi ile ilişki kurma, görüş alışverişi yapabilme, hatta birlikte strateji geliştirebilme becerileri var. Bu kombinasyona İyi Parti’yi (İP) de dahil etmek istediler ama olmadı. Belki ileride olur bilemiyorum.

Gül ve ekibi, “dışarıdan” aldıkları sufle ile neredeyse bütün muhalefeti örgütleme ve yönlendirme işine soyunmuş görünüyor. En son İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ile ilgili YSK kararını eleştireyim derken, “367” garabetini hatırlatan ve “Yazık bir arpa boyu yol alamamışız” diyen Gül’ün YSK’yı eleştirmekten çok “muhalefeti bir arada toplama” gayreti buna işaret.

Bu çabasının nedeni, kendi cumhurbaşkanlığını 367 garabetiyle engelleyen “egemenlere” karşı bir adım geri çekilmeyen Erdoğan’ı YSK kararı üzerinde yıpratmak değil de nedir?

Gül ile senkronize olan bir İstanbul adayı ve o aday etrafında birleşen “karmakarışık bir ittifak” söz konusu olunca tablo daha net değil mi?

Her siyasetçinin gönlünde yatan bir aslan vardır. Parti kurmak, seçim kazanmak. Memlekete siyasetçi olarak hizmet etmek gibi amaçların tümü meşrudur ve kimsenin söz söyleme hakkı yoktur.

Eleştiri de haktır. Sonuna kadar hem de… Hukuku koruyarak yapılacak eleştirinin faydası da vardır.

Lakin hem Sayın Davutoğlu’nun hem Sayın Gül’ün YSK kararı üzerinden Erdoğan’a ve Ak Parti’ye yönelik hamlesi “eleştiri” değildir. Maksatlıdır ve bir stratejinin ürünüdür.

Ne diyelim, böyle dost olduktan sonra düşmana ne hacet!

Yanılıyor muyum?

Not: YSK’nın İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ile ilgili kararı “murdar” edilen seçimlerin kırklanması için bir vesile olmuştur. Murdar kap kırklanarak temizlenebilir. Ve 23 Haziran’da İstanbul seçimleri kırklanarak temizlenecektir. Hayırlı olsun.

paylaş