AKP’nin bu yalanlarına inanmak ülkeyi emperyalistlere teslim etmektir

15 May 2019

000 IMF reçeteleri kasıtlı değildi, ancak kışkırtıcı idi. Küresel serseri sermayenin bol kazanç sağlayacağı mekân araması döneminde, finansal piyasalarına serbesti getiren Türkiye bu talebe olumlu yanıt oluşturdu. Tasarruf açığı olan bir ülkenin dış kaynak kullanımı anlamlı olabilir. Ne var ki, bu kaynaklar anlamsız siyasi amaçlara kurban edilmeyip, bir ekonomik plana uygun şeklide kullanılmalıydı.

TÜRKİYE’NİN ALDIĞI KONUMU ÖRTÜLÜ EMPERYALİZM UYGULAMASINA ÖRNEK

Kapitalizmin içinden geçtiği derin kriz nedeniyle uluslararası piyasalarda üretim ve tüketim piyasası arayan firmalar da etrafı kolaçan ediyordu. Türkiye uyguladığı IMF politikaları ile üretim ve tüketim piyasası konumuna gelmeye amade hale geçirildi. Ekonominin serbestleştirilmesi hem özelleştirilen değerli kamusal birikimin devrine hem de ithal ürünlerin iç piyasada alıcı bulmasına olanak sağlıyordu.

Ancak ithalatın yükseltilmesi ve iç ekonominin bir pazara dönüştürülmesinde bir sorun vardı; ithalatın ve tüketimin nakit kaynağı nasıl sağlanacaktı. İşte yabancı sermayenin gerek finansal yatırım, gerekse reel yatırım olarak ülkeye girmesi nakit ihtiyacına da kısmi çözüm üretebiliyordu. Kısacası dış kaynaklar Türkiye’yi her alanda piyasa olarak kullanıma yönelirken, gerekli parasal kaynağı da, yüksek faiz getirisi karşılığında bizzat kendisi sağlıyordu. Modern çağın sömürü ilişkisinin tüm araçları kurulmuştu. Yıllar sonra bugünkü Türkiye’yi inceleyecek ekonomistler ve siyaset bilimcileri dünya ekonomisinde Türkiye’nin aldığı konumu örtülü emperyalizm uygulamasına örnek olarak derslerde anlatacaklardır.

SİYASİ İKTİDARIN EKONOMİK KRİZ KILIFI

Bu durum, şu anda içinde bulunduğumuz, Merkez Bankası’nın dövizlerinin çok daraldığı, her an bir krizin kapıyı tıklatacağı sıkışıklığın oluşum görüntüsüdür. Sorun şudur: IMF’nin yapmış olduğu böylesi kışkırtıcı özellikleri haiz programı ve ona destek sağlayan dış kaynağı bu şekilde kullanarak ülkenin sıkışıklığa sürüklenmesine yol açması kader mi idi? İşte, olayın düğümlendiği yer burasıdır. Önce sorunun yanıtını vermek gerekirse, tabiatıyla bu durum bir kader olmayabilirdi, eğer siyasi irade politikaları çok daha basiretle götürme beceri ve niyete sahip olmuş olsa idi.

 

İkinci mesele de bu noktada başlıyor; siyasi iradenin ülkeyi böylesi açmaza sürüklemesi hangi mantıkla açıklanabilir? Bunun yanıtı da yaşam boyu iktidarda kalmak ve kendilerine göre saptanmış bazı siyasi ya da toplumsal amaçları gerçekleştirmektir. Zaten siyasi amaçlarla toplumsal amaçlar bir sarmal şeklinde gelişmiştir. Toplumsal amaçları gerçekleştirmek için siyasette kalmak ve sermaye yandaşı yaratmak; siyasette kalmak için de toplumsal amaçları devamlı topluma yutturmak gerekiyordu. Hal böyle olunca, yanlış siyasetin sonuçlarından sorumlu bir “günah keçisi” bulmak zorunlu olmaya başladı. Birincisi, siyasilerin her vesile ile halka telkin ettikleri şekilde, içinde bulunduğumuz durumda dış güçleri sorumlu tutamayız. İçeride bir siyasi kriz olunca, finansal sermaye ekonomiden çıkarken doğal olarak kur ve faiz yükselir. Ancak bu durumu yabancıların ülkemiz üzerindeki oyunu olarak değil de, iç siyasette belirli dürtülerle sorumsuz davranışların sonucu olarak yorumlamak gerekir. Çünkü olayın başlatıcısı iç siyasetteki çatışma, finansal fonların ekonomiden çıkışı ise bu sorumsuz davranıştan etkilenen harekettir. Bunun en tipik örneğini son İstanbul seçimi macerasında yaşanan hukuksal kılıflı özde siyasal olayın yarattığı kur dalgalanmasıdır. Siyasi kadronun söz konusu akıl almaz manevrası karşısında finansal fonların davranışı fevkalade akla ve ekonomi kurallarına uygun iken, maalesef siyasi kadronun davranışı ülke siyasi ve hukuk tarihine kara leke olarak geçmeye mahkûmdur.

SUÇU DIŞARIDA ARAYARAK SEÇMENİ KANDIRMAK

Birincisi, küresel finansal işlemlerin ağırlık kazandığı, ikincisi ülkenin borsa derinliğinin yeterli olmadığı ve üçüncüsü de tasarruf açığının bulunduğu iç dış koşulların kesiştiği alanda, Türkiye tam da bu durumdadır, ülkenin ekonomi ve siyaset yöneticilerinin hırslarından arınmış olarak akıl ve idrak ile davranış sergilemeleri kaçınılmazdır. Türkiye tüm zikredilen risk unsurlarına sahipken, ne yazık ki, siyaset ve ekonomi yönetiminde gerekli yönetim ve mahareti haiz kadroya sahip değildir. Suçu dışarıda arayarak seçmeni kandırmak ne etiksel davranıştır ne de ülkeyi anlamlı sonuca götürür. Bu iddialara gerçekten inanan ya da inanmamakla beraber parti aşkı ile kararını değiştirmeyen seçmenin ise ne ülkeye ne de inandığı kadroya hayrı dokunur.

Söz konusu asılsız iddialara inanarak ya da parti aşkıyla yürüyenlerin ülkeye yaptığı en ciddi zarar ülke siyasetinin farkında olmadan emperyalistlere geçmesine hizmet ediyor olmasıdır. Zira borçlu insan gibi borçlu ülke de, alacaklının dayatacağı, sonu ve amacı belli olmayan siyasi girdaplara savrulabilir. Nitekim bol yabancı paranın gölgesinde ve bugünleri zerre kadar düşünmeden yürütülen politikalarla yükselmiş olan AKP, günümüzde daha baskıcı ve ülkeyi açmaza sürükleyen önlemler ve ortaklıklarla ancak su yüzünde kalabilmektedir. Ne var ki, ülke Ortadoğu bataklığına saplanmış ve ekonomisine çıkış yolu arama sıkıntısıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Her an yükselen kur ve faiz enflasyonu tetikleyip işsizliği yükseltirken, toplumun giderek büyük bölümü yoksulluk ve açlık sınırları altına itilmektedir.

Bunların sebebi ne dış kaynaklardır ne de düşmanların ya da finans baronlarının ülkemiz üzerindeki habis emellerinin sonucudur. Hiç halkı kandırmayalım. Bunların sebebi, alınan ucuz paraların içeride kısa vadeli ve politik parıltı yaratarak siyasi yaşamı sürdürme basiretsizliğidir. Bu deniz bittiği içindir ki, şimdilerde de beka sorunu ortaya atılmıştır. Beka ile kastedilen, israf ve yanlış politikalarla tüketilen siyasi yaşam süresinin “son kullanım tarihi” ni usulsüz yollardan uzatılma çabalarından başka bir şey değildir.  

paylaş