Altın vuruş olarak S-400 alımı

17 Haz 2019

S-400 alımı Türkiye Cumhuriyeti’ne zoraki eksen değiştirtecek. Bu ülkeyi iki yüzyıllık Batı’ya yönelen hattından ayıracak. Buna karşılık S-400 hangi ülkeden, nereden kaynaklanan hangi tehdide karşı bizi savunacak ve alımı neden zorunlu bilemiyoruz.

Prof. Dr. Serhat Güvenç, konuğum olarak katıldığı çarşamba günü ArtıTV’de yayınlanan Dünya ve Biz programımda S-400 alımının Türkiye’nin ABD ve NATO nezdinde “mavi kuvvetten kırmızıya olmasa da, sarıya geçtiği” anlamına geldiğini belirtti. Yine Serhat Hoca programın sonunda “siz olsanız nereden başlamayı önerirdiniz?” yollu varsayımsal soruma “Suriye siyasetini değiştirmekten” yanıtını verdi. Yalnızca İstanbul değil ülkemiz için önemli bir siyasal dönemeç olacağı anlaşılan 23 Haziran seçimlerine odaklanmışken bana öyle geliyor ki sanki perde açılacak ve korkarım, biz kendimizi bambaşka bir sahnede bulacağız. Bu bakımdan ben de, saygıdeğer Serhat Hoca’ya koşut biçimde, S-400 alımı ve Suriye konularının ülkemiz tarihi için merkezi önemi haiz olduklarını düşünüyorum.

Teknik açıdan S-400 alırsak neler olacak? Hava kuvvetlerimizin belkemiği olan F-16’lar yavaş yavaş uçamaz duruma düşecek. NATO’ya entegre hava savunma ve erken uyarı sistemimiz işlemez hale gelecek. CAATSA yaptırımları zaten had safhada kırılganlaşmış ulusal ekonomimizi doğrudan yıkım aşamasına hızla yaklaştıracak. Özellikle hava ve deniz kuvvetlerimizde peyderpey ama mutlaka ve artan ivmeyle ortaya çıkacak zafiyetin önünü almak için Rusya’dan SU-57 uçakları ve daha fazla sayıda S-400 sipariş etmemiz gerekecek. Bunların bakımı, mühimmatı, eğitimi için de Rusya’ya bağımlı hale geleceğiz.

Siyasal açıdan, tüm bunlar, aslen profesyonel istihbaratçı Putin’in tek bir hamleyle, NATO üyesi, NATO’nun kanat ülkesi Türkiye’ye iki S-400 bataryası iteleyerek belki 2007’den bu yana Rusya’nın Batı’ya karşı başlattığı yeni sürüm “melez savaşın” ilk zaferini getirmiş olacak. İslâmcılar, solcular, milliyetçiler, ulusalcılar aynı cephede saf tutmuş, Türkiye’nin onlara göre nihayet işin özünde “bağlantısızlığa” adım attığını sanarlar ve kamuoyuna S-400 alımını o yönde pazarlarken, Ankara hamaset şırıngasına abanıp “altın vuruşu” yapmış olacak.

S-400 alımı Türkiye Cumhuriyeti’ne zoraki eksen değiştirtecek. Bu ülkeyi iki yüzyıllık Batı’ya yönelen hattından ayıracak. Buna karşılık S-400 hangi ülkeden, nereden kaynaklanan hangi tehdide karşı bizi savunacak ve alımı neden zorunlu bilemiyoruz. Bataryaların nereye konuşlanacağı sorulduğunda, bizzat Milli Savunma Bakanı “İstanbul olur, belki Ankara olur, belki bir sanayi bölgesi olabilir” gibi muğlak yanıtlar veriyor. Kimileri “Mersin’e kuralım, Kıbrıs’a hakimiyet tesis edelim” gibi ilkokul çocuklarını güldürecek akla zarar önerilerde bulunurken, başkaları Fırat’ın doğusunun tarassut altına alınacağından söz ediyor.

Beni boş verin, hadi ben Kürtçü, hain vs. aklınıza ne küfür geliyorsa oyum. Önerim, Arda Mevlütoğlu, Can Kasapoğlu, Sıtkı Egeli, Serhat Güvenç, Aydın Sezer, Mitat Çelikpala gibi ilk batında akla gelen uzmanlardan bazıları, hepsi veya herhangi biriyle ister kapalı oturum, ister kamuya açık panel düzenleyip tartışsın MSB, Genelkurmay, Beştepe, havuz medyası temsilcileri S-400 alımını. Bakalım ikna edebilecekler mi, yahut ikna olmayacaklar mı, bu adımın zorunlu olmayışı ve sakıncaları hakkında.

Pekiyi 31 Temmuz’a kadarki şu son düzlükte dahi, S-400 alımından vazgeçmenin bedeli ne olabilir? Askeri açıdan bakarsak ilk başlık Idlip. Nitekim alım süreci işlerken dahi bir TSK gözlem noktası 35 adet havan mermisiyle hedef alındı, Suriye ordusunun harekatı da sürüyor. İki milyona yakın sivil Suriyelinin sınırımıza doğru süpürülmesi gündemde. Başka? Moskova için, liman imtiyazıyla birlikte Akkuyu, Türk Akımı doğal gaz petrol hattı zaten cepte. İlave bedel, ikili ticaret ilişkilerinde gelebilir. Öyleyse, vazgeçmeme ısrarı Rusya’nın ödettireceği bedelden değil, ABD’nin istenilenleri yapmamasından kaynaklanıyor. Nerede? Doğu Akdeniz ve Fırat’ın doğusu ilk akla gelenler.

Ekonomik açıdan çöküş anına yaklaşıyoruz. Tedavi yerine teselli, dönüp müdahale yerine öne kaçış, nedenlerle ilgilenme, tanı koymak yerine algı yönetimi, semptomları saklama yöntemiyle gidilecek yolun sonuna geldik. Ulusal ekonomiye ABD’nin bindireceği yük mü daha ağır olur, Rusya’nınki mi? “Kırk katır mı, kırk satır mı” demeyin, doğru yanıt ABD’ninki. Zira, batınca gideceğimiz kapı da IMF, IMF Vaşington’da. F-35 tedarik zincirinden dışlanacak, hatta aralarından bazıları belki iflasa dahi sürüklenebilecek savunma sanayi şirketlerimizin toplam kaybı on beş milyar ABD Doları düzeyinde. Süreç içinde edineceğimiz potansiyel teknik birikim kaybını saymıyorum dahi.

Diplomatik açıdan, sahi diplomasi diye bir şey vardı ya, olması gereken bu seçeneklerde bulunmaktan kurtulmak, kendimizi köşeye doğru boyamamaktı. ABD ile Rusya arasında, F-35 ile S-400 arasında seçim yapmaya zorlanmamış olmamız gerekirdi. Bu içine sürüklendiğimiz anın çevresinden şimdiye dolaşabilmiş olmalıydık. Hiç Moskova yahut Vaşington Büyükelçilerimizden, Dışişleri Siyasi Bakan Yardımcısından, girişimlerden, temaslardan, perde gerisinde yürüyen görüşme trafiğinden söz edildiğini duyuyor muyuz? Hayır.

Adını koyalım, S-400 alımı, örtülü bir Rusya darbesidir. Kremlin’de Rus Devlet Başkanı Putin’in kıs kıs güldüğüne emin olun. Putin için (de) 15 Temmuz askeri darbe girişimi adeta “Tanrı’nın bir lütfu” oldu. Rus uçağını düşürmek ve paraşütle atlamış pilotun havada katledilmesi, Rus Büyükelçi Karlov’un başkentimizin göbeğinde hem de bir polis memuru tarafından vahşice öldürülmesi nasıl ahiren hayallere dahi sığdırılamayacak karanlık olaylarsa, S-400 alımının da mantıkla, stratejiyle, teknolojiyle, diplomasiyle açıklaması yok. S-400 almak, içinde bulunduğumuz güç durumun koşullarını daha da zorlaştıracak. S-400 bataryalarının ülkemiz savunmasına dişe dokunur bir katkısı da olmayacak.

Buraya kadar üşenmeyip okuduysanız, maalesef boşa zaman harcadınız. Zira, bu yazının da S-400 alımı konusunda hiç bir etkisi olmayacak. Sayın Cumhurbaşkanı “alınacak demiyorum, alındı” dedi bile. Öyleyse, NATO ittifak üyeliğimizin sorgulanması TSK’nın yapısının köklerinden sarsılması demek olacak. Batı’yla olan mutsuz evliliğimiz de karşılıklı şiddetli geçimsizlik nedeniyle böylece sona erecek. Eh memlekette elhamdülillah herkes Amerikan düşmanı olduğuna göre, artık mitili arzu edildiği gibi Avrasya bozkırlarına atar, ebedi huzur ve mutluluğa kavuşuruz.

Nicedir iki sözde müttefik ABD ile Türkiye arasında bir ortak tehdit aranıyor, bulunamıyordu. Onun yerine süper ağır sıklet küresel güç ile orta sıklet bölgesel güç birbirlerinden tehdit algılamayı önceledi. Şimdi açık denizlere çıpasız sürüklenecek dış siyasetin maliyeti ne olacak, yaşayarak göreceğiz. Deneyimimiz, her daim mağdur tek adamın bu defa madurolaşarak kendini sağlama alma girişimi midir esasen, onu da yaşayarak belki anlayacağız.

 
paylaş