Çin’in salgınla mücadele başarısı-II:

22 Mar 2020

Çin’in salgınla mücadele başarısı-II: Örgütlü toplum, kamusal sağlık anlayışı

İlk önlem artık herkesin bildiği Vuhan’daki o ağır karantinaydı. Salgın diğer eyaletlerde görülmeye başladığında hızla başka önlemler devreye girdi. Bu noktada Çin’in sahip olduğu yüksek teknoloji imdada yetişti. İleri teknoloji uygulamalarının sağladığı olanak ve kolaylıklar kullanılarak belli bir zaman dilimi içinde Vuhan’da bulunanlar gerek cep telefonu kayıtları ve gerekse şehir içi-şehirlerarası yollardaki kameralar aracılığıyla tespit edildi ve izleri sürüldü. Hepsine ulaşıldı, test uygulandı, çok sayıda insan karantinaya alındı. Salgının diğer eyaletlere korkulduğu kadar yayılamamasının nedeni, sert önlemlere ek olarak, bu iz sürmedir.

Yeri gelmişken kısaca değinmek istiyorum: Nerdeyse salgın görülen her bölgede ama özellikle Vuhan’da bir anlamda bir ileri teknoloji gösterisi de izledik. Bütün tıbbi cihazlar-donanım, şehri dezenfekte etmek için kullanılan medikal donanımlı kamyonlar, sokakları ilaçlamak ve halkı bilgilendirmek-uyarmak için kullanılan robotlar, ateş ölçmek için önemli noktalara konulan robotlar, her tarafa yerleştirilen termal kameralar vs… Çin, bu bilim-teknolojiyi üretemeyen, ABD-Batı teknolojisine mecbur bir ülke olsaydı, salgın bugün ne durumda olurdu tahmin etmek hiç zor değil.

Hızlı organize olabilme, örgütlü toplum

Hızlı organize olabilen, örgütlü toplum derken Batı kapitalizminin liberal değerlerinin vazettiğinden farklı bir örgütlülükten söz ediyorum. ÇKP’nin çeşitli örgütleri, en küçük birimlerine kadar yerel idareler, sendikalar, meslek örgütleri, kamu işletmeleri, üniversiteler, sosyal ağlar, ordu vs bir kriz durumunda sorunla başa çıkmak için rol/sorumluluk üstlenen örgütlere dönüşüverirler. Birden her kurumun aslında bir anlamda devletin bir uzantısı olduğunu düşünmeye başlarsınız. Tabii ki öncülük ve öncelik ÇKP örgütlerinindir. Hızla harekete geçer ve toplumun organize olması için inisiyatif üstlenirler.

Kamusal sağlık anlayışı

Çin sağlık sistemi bizim devlet hastaneleri ve Tıp fakültelerine çok benzer bir işleyişe sahip (yaklaşık 20 yıl kadar öncesinden bahsediyorum. Memlekette bu hastanelerin şimdiki durumu nedir pek bilmiyorum). Sağlık sistemine kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın (bildiğim kadarıyla sigorta kaydı gibi bir şey), yabancılar dâhil, herkese tamamıyla ücretsiz olarak sağlık hizmeti ve destek verildi.

Halkın işbirliği yapması

Aslında, herkesin tahmin edebileceği gibi, başarıyı getiren en önemli etmen halkın kriz yönetimiyle işbirliği yapması, mücadele sürecine katılmasıdır. Alınan önlemler ne kadar etkili, ne kadar radikal olursa olsun, halk işbirliği yapmıyorsa önlemler başarısız olmaya mahkûmdur. Halkın kriz yönetimiyle işbirliği yapması iki koşula bağlıdır: (1) Başına ne geldiğini, nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu tüm gerçekliğiyle bilmeli ve (2) krizle mücadele yönetiminde yer alanlara güven duymalıdır. Halkın güven duymadığı veya güveninin sarsıldığı yetkililer krizle mücadele sürecinin başarısını zorlaştırırlar ya da düpedüz başarısızlığa mahkûm edebilirler. Bu nedenle, halkın salgında ihmali bulunduğunu düşündüğü, sorumlu tuttuğu eyaletteki birkaç üst düzey yönetici hızla görevden alındı. Daha bu işin soruşturma süreci var. Görevden almayla kurtulmaları bence çok zayıf bir olasılık.

Bu konuda buradaki bir sosyolog tanıdığımın şu değerlendirmesi ufuk açıcı olabilir: Ortak bir kader-kader birliği bilinci gelişmemiş toplumlar henüz ulus olamamışlardır, uluslaşamamışlardır. Dolayısıyla hepsini ilgilendiren bir sorun, kriz, felaket karşısında bile bir toplum olarak işbirliği yapmaları, kenetlenmeleri genellikle mümkün olmaz. Cümleleri ters yüz ederek okursak, bu sosyolog tanıdığın halkın kriz yönetimiyle neden işbirliği yaptığına dair cevabını buluruz.

Hazır yeri gelmişken kasaba kahvesi münevveri irfanıyla konuşan bazı adamların “Çin itaatkâr bir toplum. Devlet ne derse koşulsuz uyarlar, itaat ederler. Uymazsan polis vurur” zırvalamalarına da konu bağlamında kısaca değinmek istiyorum. Konfüçyüs felsefesi bir hiyerarşik devlet yönetimi yapısı ve toplum modeli önerir. Hiyerarşinin hem üst basamağı hem de alt basamağı için görev ve sorumluluklar tanımlar. Yani Çin hakkındaki bütün bildiklerini Batı’nın dezenformasyon kaynaklarından edinenlerin dediği gibi alt basamağın üst basamağa körü körüne itaati değildir. Hiyerarşinin üst basamağındakiler alt basamaktakilere karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmezse o hiyerarşi yapısı bozulur. Alt basamaktakiler baş kaldırır ve kaderlerine el koyma kavgasını başlatırlar. Tıpkı 1912 devrimi (İmparatorluğun lağvedilmesi, Cumhuriyetin ilanı) ve 1949 sosyalist devrimi gibi. Bu devrimler, kaderine razı, itaatkar bir toplumunun başarabileceği işler değil. Bu yazdıklarım bağlamında, salgınla mücadelede Çin yönetiminin halka karşı ve halkın yönetime karşı görev ve sorumlulukları nelerdi diye biraz düşünmek iyi bir zihin egzersizi olabilir. Hem bu süreçte yaşananları anlamayı da kolaylaştırır.

Kısa kısa

Kuşkusuz yazılacak daha çok şey, sayılabilecek çok etmen var. Bitirirken başarıda büyük payı olduğuna inandığım aşağıdaki faktörleri de kısaca not etmek istiyorum:

♦ Karantina koşullarını ihlal eden cehalet ve sallapatiliğe sıfır tolerans. Gerekirse zoraki test ve karantina.
♦ Neredeyse kusursuz işleyen koordinasyon.
♦ On günde tam donanımlı büyük bir hastane ve ondan fazla sahra hastanesi kurabilme becerisi.
♦ Çok uzun saatler boyunca çalışan adanmış sağlık çalışanları.
♦ Sınırsız bütçe.
♦ Bunlara ek olarak, “Salgınla mücadele, kültürel özelliklerin rolü” başlıklı yazımda bahsettiğim kültürel özelliklerin bu başarıdaki rolü hiç küçümsenmemelidir.

Son söz niyetine

Dünyanın dört bir tarafından “Koronavirüs salgınından sonra hiçbir şey eskisi olmayacak” sözleri duyuluyor. Bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyorum. Fakat bildiğim başka bir şey var: Artık dünyanın Çin’e bakışı, Çin algısı da eskisi gibi olamayacak. Bu saatten sonra herkesin Çin’i anlamayı-tanımayı daha fazla isteyeceğini düşünüyorum. Beyaz Adam ve onun (ve istihbarat örgütlerinin) kullanışlı maymuncuğu liberal tayfanın yazdığı Çin distopyası artık pek çalışmıyor, işe yaramıyor. Bu distopyanın giderek hızla gözden düşeceğine ve bir yalan külliyatına dönüşeceğine inanıyorum. Artık Çin hakkında yeni şeyler söylemek gerekiyor. Bunun için Çin muhibbi olmaya gerek yok; hatta olunmamalı. Şimdi Çin’e kafalardaki yarım yamalak ezbere, fazla köşeli şablona oturmaya çalışmadan bakma; yani Çin’i anlamak için daha fazla çaba harcama zamanı. Belki de önce “Çin (ve Indochina) kültürü nasıl bir şey?” sorusunu sormakla işe başlamalı. İki bin beş yüz yıllık bir toplum sözleşmesi olan bir kültür üzerine oturan devlet ve sosyal örgütlenme-hiyerarşinin içeriğini anlamadan “otoriteye koşulsuz boyun eğen” yani “itaatkâr bir toplum”, “bir itaat toplumu” lafları etmek düpedüz cehalettir, hatta ahmaklıktır. “Çin emperyalist bir ülkedir” gibi en bi “komünist”, pek bi keskin tespitler ise sadece teoriyi ucuzlatmaktır.

paylaş