- Birgün
15 Nis 2020
İnsana, insan canına değer vermeyen ‘sürü bağışıklığı’ fikrini liberal ahmakların adeta kıble saydığı İngiltere yerine Çin ortaya atsa acaba neler olurdu. Çin dünyaya bir ‘kriz yönetimi dersi’ verdi hem de en iyisinden.
Salgın en fena inşaatçıları vurmuş. Sektörün ileri gelen firmalarından birinin sözcüsü 'neredeyse üç aydır Vuhan’da bir tek konut bile satılmadı. Devam eden ve iptal edilemeyecek kadar büyük projelerimiz var. Sektörün durumundan endişeliyiz' diye dert yanıyordu. Çinlilerin yatınca rüyasında inşaat gören, kalkınca inşaat hayali kurarak yaşayan bir doğa ve insan sevmez; ama beton ve yağmaya tapar yöneticilerinin olmaması ne fena…
Bir-iki gün önce buradaki en büyük lokanta-eğlence mekânları zinciri firmanın hükümete yazdığı ve “kiraların düşürülmesi, borçlar ve çalışan maaşları için destek talep eden” mektubu basına yansıdı. Merkezi hükümetin özellikle küçük esnafa yönelik bir destek paketi üzerinde çalıştığı haberleri duyuyoruz. İşini kaybeden çalışanların payına ne çıkacağını, ne düşeceğini ise henüz bilmiyoruz. Zira buradaki işini kaybeden ve şansını salgından az etkilenen veya hiç etkilenmeyen bölgelerde denemek için ayrılanlar olduğunu duyuyoruz. İşini kaybedenlerden bahsedince aklıma geldi. Çevre yerleşim birimlerindeki fabrikalar için yüzde doksan civarında kapasiteyle çalıştıkları söyleniyor. Fakat çalışan sayılarının salgın öncesinin ancak yüzde altmışı civarında olduğuna dair haberler okuyoruz, duyuyoruz. Çalışanların bazılarının salgın korkusuyla dönmediği biliniyor. Geri kalan çalışanların bazılarının iç mekânda güvenli mesafeyi koruma önlemleri kapsamında “şimdilik” izinli sayıldığı, bazılarının ise işten çıkarıldığı söyleniyor.
BEYAZ MELEKLER EVLERİNE DÖNDÜ
Salgının en zorlu günlerinde ülkenin dört bir tarafından Vuhan’a gelen sağlık ekiplerinin çoğu artık kendi bölgelerine döndüler. Ayrılan her ekibin sıradan insanların sevgi seliyle uğurlandığını gösteren birkaç video izlemiştim. Can kurtarmak için insanüstü bir çabayla çalışan bu adanmış sağlıkçılara insanlar 'Beyaz melekler' diye sesleniyorlardı. Yaşanan o duygusal atmosfere tanık olmak için son kafileyi uğurlamaya ben de gittim. İki arkadaşımıza birlikte gitmeyi teklif ettiğimde “Biz daha önce uğurlamaya gittik” dediler. Yüzümdeki 'Ne olmuş gittiyseniz, gelin ve bir kez daha uğurlayın' diyen ifadeyi anlamış olmalılar ki, bir arkadaşımız önce “Bazı şeyleri bir türlü öğrenemedin Kam. Senin Çinli olduğundan kuşku duyuyoruz” diye takıldı. Ardından “Şükranlarını sunmak isteyen başkaları da var. Biz gidersek kalabalık yüzünden onlar gelemezler” dedi. Kent yöneticilerinin uğurlamalarda kalabalıktan kaçınılması yönünde yaptığı uyarıya halk bu şekilde kendi içinde organize olarak çözüm bulmuş. Bir defa uğurlamaya giden ikinci defa gitmiyor ve böylece gereksiz kalabalık önleniyor. Doktor ve hemşirelere gösterdikleri sevgi ve sundukları şükran görmeye değerdi. Şehrin nasıl bir felaketin içinden geçtiğini ve ne acılarla üstesinden geldiğini en canlı biçimde, iliklerine kadar hissetmenin de en kestirme yolu… Burada ilk başlarda hakkında çok az bilinen bir düşmana karşı bir can pazarı yaşanmış. O can pazarında imdada koşan sağlıkçıları şimdi 'Beyaz melekler' olarak onore ediyorlar ve gözyaşları içinde sevgi seliyle uğurluyorlar. Bir doktor-hemşire için bundan daha büyük bir ödül var mıdır, bilmiyorum. Şimdi aklıma geldi: İnsana, insan canına değer vermeyen “Sürü bağışıklığı” fikrini liberal ahmakların adeta kıble saydığı İngiltere yerine Çin ortaya atsa acaba neler olurdu.
BALIK PAZARI HALEN KAPALI
Virüsün yayıldığı kaynak olarak görülen balık pazarı halen kapalı. Şehirde hayat normale dönene, insanlar kendilerini güvende hissedene kadar açılacağını sanmıyorum. Çinliler için su ürünleri yemek ibadet gibi bir şeydir. Bu ürünleri yemekten men edilmek bir nevi zulüm gibi olsa bile herkes durumun farkında. Süpermarketlerde birkaç çeşit balık var ama pazarda satılan ürünlerin yanında çerez sayılır.
İki hafta kadar önce Euronews, “Çin’de yaban hayvanı pazarları yeniden kuruluyor” diye bir yalan haber yaptı. Konu Çin olunca dünyanın en büyük haber ajanslarından birinin bile gözünü kırpmadan yalan haber yapması ibret verici. Oysa Guangdong eyaleti yaban hayvanı satışını bir ay kadar önce tamamen yasakladı. İki hafta kadar önce, merkezi hükümet de ülkede bu tür hayvan satışını yasaklayan bir yasa çıkardı. Ne kadar uygulanacağına dair bazı kuşkularım olsa bile, tehlikenin ne kadar büyük ve ciddi olduğunu herkesin görmüş olması umudumu artırıyor.
Hiç bilmediğim hayvanları görmek ve onlar hakkında uydurulmuş hurafeleri dinlemek niyetiyle Çin’in dört bir tarafında onlarca bu tür hayvan pazarı gezdim. Gördüğüm hayvanların çoğunun adını bile bilmiyorum. Pazarda söylenen Çince adlarını ise unuttum. Hatta batı basınının “Köpek eti festivali” diye anmayı adet edindiği fakat yerel halkın “Yaz Gündönümü Festivali (21 Haziran)” olarak kutladığı Yulin’deki o festivale de gittim. Köpeklerin başına gelenleri gözlerimle gördüm (Üç-dört yıl önce, Eyalet yönetimi bu festivalde köpek eti satışını yasakladı). Bunun üzerine, "Köpekleri ısıran adamlar" başlıklı bir yazı da yazdım (20 Ekim 2013). Pazarlarda bazıları Çin’de bile yaşamayan (dolayısıyla kaçakçılığı yapılan) onca tuhaf hayvan görmüş olmama rağmen bir tane bile yarasa görmedim. Bilgisine güvendiğim eş dosta da sordum ve onlar da benim kanaatimi doğruladılar: Yani Çinliler yarasa yemezler. Üstelik bahsettiğim tuhaf hayvanları da her Çinli yemez. Yiyenlerin sayısı nüfusa oranla çok az sayılır. O yaban hayvanlarını satanlar, meraklılarına aslında o hayvanlar (ve etleri) üzerine türetilmiş hurafe, martaval ve yalan satıyorlar. Yani memlekette “Diyanet”in yaptığını burada yaban hayvanı satıcıları yapıyor.
VUHAN'DA TEDBiRLER SÜRÜYOR
Pasif taşıyıcılar yani hiç semptom göstermeyen kişiler burada biraz endişe konusu. Hiçbir semptom göstermedikleri için bilinmeyen, tespit edilmemiş bu olası vakalardan sağlıklı insanlar olarak dolaşıyorlar. Uyarılar özellikle bu tür vakalar hakkında. Korunma için fiziki mesafenin önemi anlatılıyor ve COVID-19 semptomlarından kuşkulananların derhal sağlık kurumlarına başvurmaları hatırlatılıyor. Yani erken müdahaleye güveniyoruz. Kişiler arası 'fiziki mesafe' ise sanırım bu salgından geriye kalan en belirgin iz olacak, en azından aşı bulunana kadar.
Burada Çin dünyaya bir 'kriz yönetimi dersi' verdi, hem de en iyisinden. Zaten karantinadan sonraki ilk yazıda da belirttiğim gibi, bunun benim için sürpriz olduğunu söyleyemem. Memleketteki artık her şeyden korkan, daha fazla baskı ve zorbalığın 'biten şarkı'nın derdine çare olacağını sanan ve iyice beceriksizleşen 'bitik adamın kötücül çürük rejimi' korkarım en beceriksiz kriz yönetimi ödülünü alacak. Çünkü ortada bir kriz-salgın yönetimi falan yok. Zaten buna çapları da yetmez. Şu koşullarda bile gittikçe artan sayıda insanın nefretine hedef olmak hakikaten büyük başarı. İktidarın hal-i pür melaline uygun bir Çin atasözüyle bitireyim: İnsanlar güzel şeyleri bir süre hatırlar, kötü şeyleri ise ebediyen…
Salgın en fena inşaatçıları vurmuş. Sektörün ileri gelen firmalarından birinin sözcüsü 'neredeyse üç aydır Vuhan’da bir tek konut bile satılmadı. Devam eden ve iptal edilemeyecek kadar büyük projelerimiz var. Sektörün durumundan endişeliyiz' diye dert yanıyordu. Çinlilerin yatınca rüyasında inşaat gören, kalkınca inşaat hayali kurarak yaşayan bir doğa ve insan sevmez; ama beton ve yağmaya tapar yöneticilerinin olmaması ne fena…
Bir-iki gün önce buradaki en büyük lokanta-eğlence mekânları zinciri firmanın hükümete yazdığı ve “kiraların düşürülmesi, borçlar ve çalışan maaşları için destek talep eden” mektubu basına yansıdı. Merkezi hükümetin özellikle küçük esnafa yönelik bir destek paketi üzerinde çalıştığı haberleri duyuyoruz. İşini kaybeden çalışanların payına ne çıkacağını, ne düşeceğini ise henüz bilmiyoruz. Zira buradaki işini kaybeden ve şansını salgından az etkilenen veya hiç etkilenmeyen bölgelerde denemek için ayrılanlar olduğunu duyuyoruz. İşini kaybedenlerden bahsedince aklıma geldi. Çevre yerleşim birimlerindeki fabrikalar için yüzde doksan civarında kapasiteyle çalıştıkları söyleniyor. Fakat çalışan sayılarının salgın öncesinin ancak yüzde altmışı civarında olduğuna dair haberler okuyoruz, duyuyoruz. Çalışanların bazılarının salgın korkusuyla dönmediği biliniyor. Geri kalan çalışanların bazılarının iç mekânda güvenli mesafeyi koruma önlemleri kapsamında “şimdilik” izinli sayıldığı, bazılarının ise işten çıkarıldığı söyleniyor.
BEYAZ MELEKLER EVLERİNE DÖNDÜ
Salgının en zorlu günlerinde ülkenin dört bir tarafından Vuhan’a gelen sağlık ekiplerinin çoğu artık kendi bölgelerine döndüler. Ayrılan her ekibin sıradan insanların sevgi seliyle uğurlandığını gösteren birkaç video izlemiştim. Can kurtarmak için insanüstü bir çabayla çalışan bu adanmış sağlıkçılara insanlar 'Beyaz melekler' diye sesleniyorlardı. Yaşanan o duygusal atmosfere tanık olmak için son kafileyi uğurlamaya ben de gittim. İki arkadaşımıza birlikte gitmeyi teklif ettiğimde “Biz daha önce uğurlamaya gittik” dediler. Yüzümdeki 'Ne olmuş gittiyseniz, gelin ve bir kez daha uğurlayın' diyen ifadeyi anlamış olmalılar ki, bir arkadaşımız önce “Bazı şeyleri bir türlü öğrenemedin Kam. Senin Çinli olduğundan kuşku duyuyoruz” diye takıldı. Ardından “Şükranlarını sunmak isteyen başkaları da var. Biz gidersek kalabalık yüzünden onlar gelemezler” dedi. Kent yöneticilerinin uğurlamalarda kalabalıktan kaçınılması yönünde yaptığı uyarıya halk bu şekilde kendi içinde organize olarak çözüm bulmuş. Bir defa uğurlamaya giden ikinci defa gitmiyor ve böylece gereksiz kalabalık önleniyor. Doktor ve hemşirelere gösterdikleri sevgi ve sundukları şükran görmeye değerdi. Şehrin nasıl bir felaketin içinden geçtiğini ve ne acılarla üstesinden geldiğini en canlı biçimde, iliklerine kadar hissetmenin de en kestirme yolu… Burada ilk başlarda hakkında çok az bilinen bir düşmana karşı bir can pazarı yaşanmış. O can pazarında imdada koşan sağlıkçıları şimdi 'Beyaz melekler' olarak onore ediyorlar ve gözyaşları içinde sevgi seliyle uğurluyorlar. Bir doktor-hemşire için bundan daha büyük bir ödül var mıdır, bilmiyorum. Şimdi aklıma geldi: İnsana, insan canına değer vermeyen “Sürü bağışıklığı” fikrini liberal ahmakların adeta kıble saydığı İngiltere yerine Çin ortaya atsa acaba neler olurdu.
BALIK PAZARI HALEN KAPALI
Virüsün yayıldığı kaynak olarak görülen balık pazarı halen kapalı. Şehirde hayat normale dönene, insanlar kendilerini güvende hissedene kadar açılacağını sanmıyorum. Çinliler için su ürünleri yemek ibadet gibi bir şeydir. Bu ürünleri yemekten men edilmek bir nevi zulüm gibi olsa bile herkes durumun farkında. Süpermarketlerde birkaç çeşit balık var ama pazarda satılan ürünlerin yanında çerez sayılır.
İki hafta kadar önce Euronews, “Çin’de yaban hayvanı pazarları yeniden kuruluyor” diye bir yalan haber yaptı. Konu Çin olunca dünyanın en büyük haber ajanslarından birinin bile gözünü kırpmadan yalan haber yapması ibret verici. Oysa Guangdong eyaleti yaban hayvanı satışını bir ay kadar önce tamamen yasakladı. İki hafta kadar önce, merkezi hükümet de ülkede bu tür hayvan satışını yasaklayan bir yasa çıkardı. Ne kadar uygulanacağına dair bazı kuşkularım olsa bile, tehlikenin ne kadar büyük ve ciddi olduğunu herkesin görmüş olması umudumu artırıyor.
Hiç bilmediğim hayvanları görmek ve onlar hakkında uydurulmuş hurafeleri dinlemek niyetiyle Çin’in dört bir tarafında onlarca bu tür hayvan pazarı gezdim. Gördüğüm hayvanların çoğunun adını bile bilmiyorum. Pazarda söylenen Çince adlarını ise unuttum. Hatta batı basınının “Köpek eti festivali” diye anmayı adet edindiği fakat yerel halkın “Yaz Gündönümü Festivali (21 Haziran)” olarak kutladığı Yulin’deki o festivale de gittim. Köpeklerin başına gelenleri gözlerimle gördüm (Üç-dört yıl önce, Eyalet yönetimi bu festivalde köpek eti satışını yasakladı). Bunun üzerine, "Köpekleri ısıran adamlar" başlıklı bir yazı da yazdım (20 Ekim 2013). Pazarlarda bazıları Çin’de bile yaşamayan (dolayısıyla kaçakçılığı yapılan) onca tuhaf hayvan görmüş olmama rağmen bir tane bile yarasa görmedim. Bilgisine güvendiğim eş dosta da sordum ve onlar da benim kanaatimi doğruladılar: Yani Çinliler yarasa yemezler. Üstelik bahsettiğim tuhaf hayvanları da her Çinli yemez. Yiyenlerin sayısı nüfusa oranla çok az sayılır. O yaban hayvanlarını satanlar, meraklılarına aslında o hayvanlar (ve etleri) üzerine türetilmiş hurafe, martaval ve yalan satıyorlar. Yani memlekette “Diyanet”in yaptığını burada yaban hayvanı satıcıları yapıyor.
VUHAN'DA TEDBiRLER SÜRÜYOR
Pasif taşıyıcılar yani hiç semptom göstermeyen kişiler burada biraz endişe konusu. Hiçbir semptom göstermedikleri için bilinmeyen, tespit edilmemiş bu olası vakalardan sağlıklı insanlar olarak dolaşıyorlar. Uyarılar özellikle bu tür vakalar hakkında. Korunma için fiziki mesafenin önemi anlatılıyor ve COVID-19 semptomlarından kuşkulananların derhal sağlık kurumlarına başvurmaları hatırlatılıyor. Yani erken müdahaleye güveniyoruz. Kişiler arası 'fiziki mesafe' ise sanırım bu salgından geriye kalan en belirgin iz olacak, en azından aşı bulunana kadar.
Burada Çin dünyaya bir 'kriz yönetimi dersi' verdi, hem de en iyisinden. Zaten karantinadan sonraki ilk yazıda da belirttiğim gibi, bunun benim için sürpriz olduğunu söyleyemem. Memleketteki artık her şeyden korkan, daha fazla baskı ve zorbalığın 'biten şarkı'nın derdine çare olacağını sanan ve iyice beceriksizleşen 'bitik adamın kötücül çürük rejimi' korkarım en beceriksiz kriz yönetimi ödülünü alacak. Çünkü ortada bir kriz-salgın yönetimi falan yok. Zaten buna çapları da yetmez. Şu koşullarda bile gittikçe artan sayıda insanın nefretine hedef olmak hakikaten büyük başarı. İktidarın hal-i pür melaline uygun bir Çin atasözüyle bitireyim: İnsanlar güzel şeyleri bir süre hatırlar, kötü şeyleri ise ebediyen…