- Yakın Doğu Haber
Suriye krizinin onuncu yılına dört gün kala, hem Suriye’yi hem de ilgili tüm tarafları yakından ilgilendiren son gelişme; Katar, Türkiye ve Rusya dışişleri bakanlarının 11 Mart’ta Doha’da başlattıkları “yeni istişare süreci" 1oldu.
Bu yeni platform, potansiyel işlevi bakımından değil; ama bu ‘süreçte’ Rusya’yla birlikte olmak isteyen taraflarının niteliği, vaatleri ve bu vaatlerle bağdaşmayan rolleri bakımından dikkat çekici.
Dolayısıyla bu gelişmeyi Rusya ile birlikte olma isteği, Katar ve Türkiye’nin ortak bildirideki vaatleri ve bu vaatleriyle bağdaşmayan fiili rolleri bakımından incelemek, bir bakıma Suriye krizinin 10 yıllık özetini de ortaya koyacak.
Yeni üçlü platformun potansiyelleri
Lavrov ve Muhammed bin Abdurrahman’ın “üçlü sürecin Astana'ya rakip olmadığını” vurgulaması ve Lavrov’un "Katar'ın Suriye'deki trajik durumun bertaraf edilmesi için gerekli koşulların yaratılmasına katkıda bulunmak istemesini sadece memnuniyetle karşılarım" 2açıklaması, hem bu sürecin rolünü hem de Rusya’nın yeni ortaklarına bakışını ortaya koyuyor.
Elbette bu platformun işlevinin Astana sürecine katkı sağlamakla sınırlandırılması, onun önemini azaltmıyor. ‘Astana’ya katkı ortağı’ olarak kabul edilen Katar’ın artık 2011’deki etki kapasitesinden eser dahi taşımıyor olması da yeni sürecin küçümsenmesini gerektirmiyor.
Bu yeni platformun neden önemsiz olmayabileceğini ve neden küçümsenmemesi gerektiğini Türkiye örneğinden hareketle açıklamayı yazının ilerleyen bölümlerine bırakarak 2017’deki Astana sürecinin nasıl doğduğunu hatırlayalım.
Suriye sorununun çözümü konusunda somut çözümler üreten tek uluslararası platform olan Astana Formatı, başta Türkiye olmak üzere çok geniş bir kesimin direncine rağmen 30 Eylül 2015’te gerçekleşen Rusya’nın askeri müdahalesi sayesinde ortaya çıkabildi.
Astana’ya kadar Suriye kronolojisi
15 Mart 2011: Adına ‘Arap Baharı’ denen ve 6 bölge ülkesinde yaşanan isyanların Suriye’de başladığı tarih olarak kabul edilir.
7 Ağustos 2011: Suriye’de yaşanan olayları kendisinin iç meselesi 3olarak tanımlayan Türkiye, Şam’a devlet yapısını değiştirmek üzere şartlar dayattı. Şam’ın iktidarı aşamalı olarak Türkiye’nin belirlediği gruplara terk etmesini dayatan şartlarını reddetmesi üzerine, bu kez Katar devreye girdi.
14 Aralık 2011: Katar’ın dönem başkanlığını yaptığı Arap Birliği, Suriye için başlattığı girişimin ardından çözüm olarak Şam’dan ‘Yemen formülünü’ uygulanmasını istedi. Bunu reddetmesi halinde ise Şam’ı ‘Libya formülü’ ile tehdit etti.
Yemen formülü, Cumhurbaşkanı Esed’in yetkilerini yardımcısına bırakarak gitmesi, ‘Libya formülü’ ise dış müdahale anlamına geliyordu.
4 Şubat 2012: Arap Birliği ve Fransa, tıpkı Libya’ya olduğu gibi Suriye’ye de ‘sivilleri koruma’ gerekçesiyle askeri müdahalede bulunulması için BM Güvenlik Konseyi’ne karar teklifi sundu. Ancak bu karar Rusya ve Çin tarafından veto edildi.
24 Şubat 2012: Aralarında Türkiye ve Katar’ın da bulunduğu ülkelerin Suriye’de başlatacakları vekalet savaşına destek sağlamak üzere kurduğu ‘Suriye’nin Dostları Grubu’ adlı uluslararası platform ilk toplantısını Tunus’ta yaptı.
18 Temmuz 2012: Mayıs ayından itibaren ABD’nin koordinasyonu ve Körfez ülkelerinin finansal desteğiyle Türkiye’de eğitilen ve donatılan silahlı gruplar, Şam’daki Ulusal Güvenlik Binasına bombalı saldırı düzenledi savunma bakanı ve cumhurbaşkanı yardımcısının da bulunduğu üst düzey güvenlik yetkililerinin öldürüldüğü bu saldırıyla eş zamanlı olarak vekalet savaşı resmen başlatıldı.
30 Eylül 2015: Rusya askeri müdahalesini başlatarak ve İran, Suriye, Irak ve Hizbullah’la koordineli bir şekilde sahaya ağırlığını koyarak Suriye’nin kentlerini tahrip eden ve devlet altyapısını çökerten vekalet savaşındaki dengeyi Suriye lehine değiştirdi.
24 Kasım 2015: Rusya’nın Suriye’deki silahlı gruplara yönelik askeri müdahalesi, büyük bir uluslararası dirençle karşılaştı. Türkiye, bir Rus savaş uçağını düşürdü.
12 Aralık 2016: Suriye’nin en büyük ikinci kenti olan Halep, ‘Dostlar Grubu’ tarafından desteklenen silahlı grupların işgalinden kurtarıldı. Dostlar Grubu’nun 11 Eylül 2014’te IŞİD karşıtı koalisyona dönüşmesi ve Amerika’nın kontrolünü kaybettiği vekalet savaşından çekilmesi üzerine askeri alanda dengenin yeniden silahlı gruplar lehine değişmesinden umudunu tamamen kesen Türkiye, Halep’in kurtarılması konusunda kolaylaştırıcı oldu. Bundan dolayı da üç hafta sonra Astana formatına kabul edildi.
23 Ocak 2017: Rusya ve İran’ın geliştirdiği Astana formatı Türkiye’nin de katılımıyla çalışmalarını başlattı.
Dostuna dahi havuç ve sopadan başka bir şey vaat etmeyen ABD diplomasisinin mucizevi sonuçları!
Suriye krizinin son on yılı, Amerikan diplomasisinin sahip olduğu olağanüstü imkanları sıfıra eşitleyen benzersiz fiyaskolarıyla dolu!
Amerika liderliğindeki ‘Suriye’de devrim’ projesinin kuşkusuz en işlevsel aracı ‘Dostlar Grubu’ydu. Dostlar Grubu, 12 Aralık 2012’de Marakeş’teki toplantısı için yüzden fazla ülkeyi seferber etmeyi başarmış, dönemin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu da Amerika’nın Katar’da kurduğu Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu (SMDK)adlı örgüte "Bizler burada 115 ülke olarak size yalnız olmadığınızı söylemek istiyoruz”4 diye güçlü bir mesaj vermişti.
SMDK adlı bu güçlü uluslararası destekten dolayı öyle bir özgüven içindeydi ki Marakeş toplantısında Amerika’nın el-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi adlı örgütü terör örgütleri listesine almasına tepki göstermiş ve ‘kararın tekrar gözden geçirilmesini’ istemişti.5
Amerikan diplomasisinin 2012’de 115 ülkeyi Suriye’de başlattıkları vekalet savaşına destek için seferber eden ‘Dostlar Grubu’ harikasından bir yıl sonra geriye ABD müttefiki üç Avrupa ülkesi ile Türkiye ve Körfez ülkelerinden başka kimse kalmadı.
Dostlar Grubu’nun Türkiye ve Körfez ülkelerinden oluşan bölgesel üyeleri Temmuz 2013’teki Mısır darbesi sebebiyle önce birbirine ‘çelme takanlar kulübüne’; 11 Eylül 2014’teki Cidde konferansında ise toptan IŞİD karşıtı koalisyona dönüştü.
Amerikan diplomasisinin ikinci ‘mucizesi’! Suriye’ye siyasi gelecek tayin etmek üzere başlatılan Cenevre Konferansları dizisiydi. 23 Ocak 2014’te Montrö’de yapılan Cenevre konferansları dizisinin ikincisine Amerika’nın onayını alamayan İran’ın dışında neredeyse tüm dünya -mesela Brezilya, Japonya ve Güney Afrika bile- katıldı. 6
Artık kimsenin hatırlayamadığı sayıda ülkenin katıldığı, kimsenin hatırlayamadığı sayıdaki konferanstan hiçbir sonuç alınamadı. Nitekim sahada vekalet savaşının kontrolünü kaybeden, Dostlar Grubu’nun ‘entrikacılar kulübüne’dönüşünü izleyen Amerika, nihayet bir diplomatik zeka parıltısı göstererek Suriye Destek Grubu toplantılarında İran’a uyguladığı yasağı kaldırdı; ancak o süreçten de Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tanıyan kapanış bildirilerinden başka hiçbir somut sonuç çıkmadı.
İlki 30 Haziran 2012’de yapılan Cenevre konferansları, ilki 24 Şubat’ta yapılan Dostlar Grubu toplantıları, ilki 30 Ekim 2015’te yapılan Suriye Destek Grubu toplantıları Amerikan diplomasisinin elindeki olağanüstü araçlardı; ancak bunların tümü ya yarım kaldı, ya başarısız oldu veya sonuçsuz kaldı. Bu yüzden de artık bunların ne sayısını hatırlayan var ne de sonucunu merak eden.
Düşmanını dahi hedefine ortak eden Rus diplomasisinin kazanımları
Şam ve müttefikleri, son on yılda hem maddi hem de siyasal güç bakımından Amerika ve müttefikleriyle kıyaslanmayacak kadar naçiz imkanlara sahip oldu.
Örneğin Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Örgütü Gözlem Evi adlı muhalif örgütün 31 Aralık 2013’te yayınladığı yıl sonu raporuna göre, savaşın en şiddetli günlerinin yaşandığı 2013’te Suriye’de ölenlerin toplam sayısı 130 bin 433’e yükselmişti.
Bunların 66 bin 203’ü sivil, Suriye ordusundan ayrılarak muhalif saflarda savaşırken yaşamını yitiren Suriye askerlerinin sayısı 2 bin 233; Suriyeli olmayan cihatcılardan ölenlerin sayısı 6 bin 913’tü.
Savaşta en fazla kaybı veren ise Suriye ordusuydu. Suriye ordusunun kaybı 32 bin 13; Suriye ordusuna terörle mücadelede destek veren Halk Savunma Güçleri’ne mensup Suriyelilerin sayısı 19 bin 729’du.
2013 yılının Mayıs ayında Kusayr’daki çatışmalara müdahil olarak Suriye’deki savaşta aktif bir şekilde yer al almaya başlayan Hizbullah’ın kaybı 262, Suriyeli olmayan ama Suriye yönetimi safında savaşan savaşçılardan ölenlerin sayısı da 286’ydı. 7
Muhalif örgütün raporunda da görüldüğü üzere savaşta en büyük kaybı Suriye ordusu vermişti; ama savaşı kışkırtan ve silah akıtan ülkeler değil, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed ‘Suriye halkının katili’ diye suçlanıyordu.
Savaşın başında 325 bin olan Suriye ordusundaki asker sayısının ölenler, sakatlananlar ve kaçaklar sebebiyle Rusya’nın askeri müdahalesini başlattığı 2015 yılının ekim ayında 80 bine kadar düştüğü; buna karşın Körfez sermayesi ve Batılı silahlarla donatılan on binlerce militanın dünyanın her yerinden Suriye’ye akın ettiği göz önünde bulundurulduğunda Şam ve müttefiklerinin direnişinin çapı anlaşılır.
Şam ve müttefikleri ABD liderliğindeki Dostlar Grubu gibi değil 115 değil sadece İran, Rusya, Irak ve Çin’den siyasi veya askeri destek görebildi. Dostlar Grubunun seferber ettiğin on binlerce militan 2011’den beri Suriye’ye girmeye başlarken, Şam’ın müttefiki örgütlerden Hizbullah Mayıs 2013’ten ve Haşd Şaabi güçleri de 2014’ten sonra savaşa dahil oldu.
Zaferin sırrı
Peki bu eşit olmayan saha dengesine rağmen neden Dostlar Grubu’nun devrim projesi başarısız olurken Şam’ın müttefikleri onların son kalıntılarını İdlib’e hapsetmeyi ve Suriye’nin geleceğini kuracak siyasal süreçleri tayin etmeyi başardı?
Şam ve müttefiklerinin bir varoluş, Dostlar Grubu’nun ise güç ve egemenlik savaşı vermesi muhtemelen bu sorunun cevaplarından biri.
Amerika, Suriye krizini de başlatan 2011’deki Arap isyanlarını üç farklı kategoride değerlendirmiş ve doğal olarak da üç farklı politika uygulamıştı.
Birinci kategoride isyanların çok hızlı bir şekilde cumhurbaşkanlarını devirdiği Tunus ve Mısır vardı. Amerika bu ülkelerde engelleyemediği yönetici değişikliğinin birer rejim değişikliğine dönüşmemesi için çalıştı. Nitekim 2013’te Mısır askeri darbe ile Tunus ise uzlaşmayla 2011 öncesi düzene döndürüldü.
İkinci kategoride engellenmesi gereken devrimlerin yaşandığı Bahreyn ve Yemen gibi ülkeler vardı. Suudi Arabistan, 5. Filo’ya ev sahipliği yapan Bahreyn’de rejimi askeri müdahaleye korudu; Yemen’de ise Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Mansur Hadi’yi cumhurbaşkanı yaparak burayı kontrol altında tutmaya çalıştı.
Suriye ise Camp David düzenine teslim olmayı reddeden ülkeler kategorisindeydi dolayısıyla Şam’ı teslim almaya yarayacak alt yapısını çökertip yok etmekten bölmeye kadar her türlü seçenek masaya kondu.
Şam ve müttefikleri ise Suriye savaşının, Amerika’ya hedefini büyütmesini sağlayacak şartlar armağan ettiğini ve artık Amerika açısından İsrail’in güvenliğini garanti edecek bir bölgesel düzen değil, İsrail liderliğinde bir bölgesel düzen hedefi olduğunu görüyordu. Dolaysıyla bu bir var oluş mücadelesiydi.
2011’de “Suriye, İsrail liderliğinde yeni bir bölgesel düzen kurulması için hedef alınıyor” sözüyle komplo teorisi diyerek alay edenler, 13 Ağustos 2020’deki ‘İbrahim Anlaşması’yla buna bizzat tanıklık ettiler.
2011’de Suriye’de savaşı destekleyen ülkelerin ya Türkiye ve Ürdün gibi zaten İsrail rejimiyle resmi ilişkileri olan ülkeler ya da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar gibi İsrail rejimiyle ilişkilerini normalleştiren yahut sırasını bekleyen ülkeler olması tesadüf değil.
Şam ve müttefikleri, kendi jeopolitik bekaları için savaşırken aslında bölgeyi İsrail liderliğinde yağmalanmaktan da koruyor.
30 Eylül 2015’ten sonra Rusya, İran, Suriye, Irak ve Hizbullah’ın oluşturduğu 4+1 terörle mücadele koordinasyonu, Suriye’nin yüzde 80’ini elinde tutan silahlı grupları iki yıl içinde İdlib’e hapsetti.
Suriye’nin bekasını ve oynadığı geleneksel jeopolitik rolün devamını garanti eden Şam ve müttefikleri, şu an 2015 öncesine göre detay sayılabilecek toprak bütünlüğü sorunlarıyla uğraşıyor.
Türkiye de dahil birçok ülkenin terör listesindeki örgütlerin kontrolündeki İdlib, Astana sürecine katkılarından dolayı Türkiye’nin kontrolüne bırakılan ‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin Dalı’ ve ‘Barış Pınarı’ bölgeleri ve Amerika’nın vekil güçlerinin kontrolü altındaki Fırat’ın doğusu Suriye’nin şu anki toprak bütünlüğü sorunlarını oluşturuyor.
Bu sorunlar, en büyük rakiplerini, hatta düşmanlarını bile öngördüğü hedeflere hizmet ettirmeyi başaran Rusya diplomasisi tarafından yönetiliyor.
Dostlar Grubu’nun en hırslı üyeleri olan Türkiye ve Katar’ın Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılık açıklaması ve lokomotifliğini Rusya’nın yaptığı Astana sürecine katkı sunmaya can atması, doğrudan Rusya diplomasisinin ve Şam müttefikleri arasındaki güven ve uyumun sonuçları.
Kaybedilen savaştan en az zararla çıkmak için iyi fırsat
Rusya elbette, İdlib’deki silahlı grupların finansörü Katar’ın Suriye’de terörle mücadeleye bağlılık vaadinin ve Suriye’nin binlerce kilometrekarelik alanını kontrolü altında tutan ve buralara memurlar tayin eden Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılık açıklamasının ardındaki motivasyonun farkında.
Ancak Rusya, muhataplarının vaatlerine güvendiği için değil, seçeneksizliklerini bildiği için ortak olarak kabul ediyor.
Öte yandan 2015’te Rus uçağını düşürdükten sonra kendi hava sahasında bile uçaklarını kullanamaz hale gelen Türkiye de Astana sürecine dahil olduktan sonra Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı kapılarının önüne nasıl açıldığını çok iyi biliyor.
Amerika tarafından 2013’te Suriye dosyasından tamamen alınan ve bir saray darbesine maruz kalan Katar, Türkiye’nin Rusya ile tecrübesini çok yakından izleyen bir ülke ve şu an başta Emirlikler olmak üzere Körfez’deki rakiplerinin Şam’la olan yakınlaşmasını gördükçe yalnızlığını daha derinden hissediyor.
Zira Emirlikler Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesini “kaçınılmaz”;8Mısır ise "hayati bir mesele"olduğunu söylerken9 ve Irak buna destek verirken10Suriye’nin Arap Birliği’nden çıkarılmasına öncülük eden Katar şu an yok hükmünde.
Dolayısıyla Türkiye tecrübesinden hareketle Rusya’nın ortaklarına cömert fırsatlar sunduğunu da gören Katar, Rusya’ya yakınlaşarak Suriye’de oyuna dahil olmaya çalışıyor.
Şark kurnazlığı ihtimali
Türkiye’nin 2018’den beri üyesi olduğu Astana sürecinin hedeflerin değil, geçmişteki Dostlar Grubu’nun hedeflerini önceleyen adımlar atmasına rağmen Rusya’nın ortaklığı bozmadığı biliniyor.
Hatırlanacağı üzere Suriye ordusu ve müttefiklerinin Astana’nın hedefleri doğrultusunda İdlib’i Suriye’nin toprak bütünlüğüne kazandırma hedefi Erdoğan’ın “Eğer Avrupa ve ABD dâhil uluslararası toplum bugün gerekli adımları atmazsa, bunun bedelini yalnızca Suriyeli masumlar değil tüm dünya ödeyecektir.”11diyerek Batılıları müdahaleye çağırması üzerine akamete uğramış; ardından da İdlib’in ‘teröristan’ statüsünün devamını sağlayan Soçi mutabakatı yapılmıştı.
Türkiye ve Katar’ın yeni üçlü platformu, Biden yönetimindeki Amerika’yı Şam’a karşı yeniden oyuna sokmak için kullanma hevesi temelsiz bir ihtimal değil.
Nitekim Suriye başbakanı iken Katar tarafından satın alınan, son olarak da Suudilerin Astana’daki müzakere heyetine başkanlık yapan Riyad Hicab, bu yeni süreçle ilgili olarak “Suriye krizinin sona ermesine katkıda bulunmak için etkin bir Arap rolüne ihtiyaçları olduğunu söyledi." 12
Hicab’ın bahsettiği “etkin Arap rolü”, Washington’ın barıştırdığı Suudi ekseni ile Katar’ın rolü ise Türkiye’nin de normalleşmeye çalıştığı Suudi ekseninin bundan sonraki Suriye tavrını yakından izlemek gerekecek.
Sonuç
Türkiye, bir yandan Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılık açıklaması yapıp bir yandan da Astana formatı üyeliğinin sağladığı avantajları kontrolü altında tuttuğu topraklardaki varlığını pekiştiriyor.
Astana sürecinin lokomotifi olan Rusya, bunu kimi zaman Türkiye ile ikili ilişkiler benzersiz fırsatlar sunduğu için, kimi zaman kendisinin uğraşmak istemediği şeyleri Türkiye’ye yaptırdığı için, kimi zaman da Türkiye, Amerikan müttefikliği şemsiyesine sığındığı için görmezden geliyor.
İkili ekonomik ilişkiler ve ABD ile Türkiye’yi karşı karşıya getiren S-400 satışı birinciye, askeri çözüm fırsatı oluşuncaya kadar İdlib’deki silahlı gruplarla uğraşma konusu ikinciye, Erdoğan’ın 2018’de İdlib’e Amerikan müdahalesi için Amerikan basınına yazdığı “İdlib, köprüden önce son çıkış” yazısı da üçüncüye örnek.
Ancak ortada şöyle bir gerçeklik var. Şam’ın bekasını ve geleneksel jeopolitik rolünü garantiye almış olan Şam’ın müttefiklerinin İdlib ve Fırat’ın doğusu konusunda bir acelesi yok.
Suriye’nin toprak bütünlüğüne kağıt üstünde değil gerçekten kavuşması, Şam’ın geleneksel jeopolitik rolünü güvenceye almış olan Moskova’nın veya Tahran’ın önceliği değil, hatta şu an binlerce teröristin rehabilitasyonu ile uğraşacak durumda olmayan Şam’ın da önceliği değil. Ankara’nın önceliği.
Zira İdlib, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı devam ettikçe Amerikan şemsiyesinde ikinci “36. Paralelin kuzeyi”olgusunun geliştirildiği Fırat’ın doğusu da devam edecek. Suriye toprak bütünlüğüne kavuşmadıkça Rusya veya İran değil; Türkiye 4 milyon mültecinin yükünü taşımaya devam edecek.
Mevcut politika sürdükçe, Rusya’nın veya İran’ın değil Türkiye’nin 2011 öncesindeki en uzun ve güvenli sınır hattı en uzun ve en sorunlu sınır hattı olmaktan kurtulamayacak.
- 1. Amerika’nın Sesi, 11 Mart 2021, Çavuşoğlu: "Suriye İçin Rusya ve Katar’la Girişim Başlattık"
- 2. BBC Türkçe, 12 Mart 2021, Türkiye, Rusya ve Katar'dan Suriye için yeni mekanizma: İran dışlanıyor mu?
- 3. Amerika’nın Sesi, 7 Ağustos 2011, Erdoğan: “Suriye İç Meselemiz, Gereğini Yapmak Durumundayız”
- 4. Haberler. 12 Aralık 2012 Tarihli AA haberi, Suriye Halkının Dostları Grubu Toplantısı
- 5. El Cezire Türk, 12 Aralık 2012. Suriyeli muhaliflere uluslararası destek
- 6. AA, 20 Aralık 2013. Cenevre-2 Konferansı katılımcı ülkeler listesi belli oldu
- 7. Alptekin Dursunoğlu, İsa Eren; Suriye’de Vekalet Savaşı, s. 393. Önsöz yy.
- 8. Independent Türkçe, 11 Mart 2021 BAE: Suriye'nin Arap Ligi'ne dönmesi kaçınılmaz
- 9. Sputnik Arapça 3 Mart 2021 وزير خارجية مصر: عودة سوريا إلى الحاضنة العربية أمر حيوي من أجل صيانة الأمن القومي
- 10. El Alem, 23 Şubat 2021. العراق يؤكد ضرورة إعادة سوريا إلى مقعدها في جامعة الدول العربية
- 11. Hürriyet. 11 Eylül 2018, Erdoğan ABD basınına yazdı: Köprüden önce son çıkış
- 12. El Cezire, 11 Mart 2021. بيان من قطر وروسيا وتركيا بشأن الوضع في سوريا