- Sözcü
Değerli okurlarım,
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin dış politika rotasını tartışılmaz biçimde ABD ve AB'ye çevirmiş görünüyor. Nitekim bu kararlılığı ifade eden; “Türkiye'nin yeri Batı kampındadır…”, “Türkiye ABD ile ilişkilerinde sağlam dostluk ve ittifak ilişkilerine dayalı yeni bir sayfa açmak istiyor…”, “Türkiye iki ülke arasındaki ilişkileri ilerletmek ve sağlamlaştırmak için gerekli adımları atmaya hazır” şeklindeki ifadeler Cumhurbaşkanı'na ait. Ayrıca “Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da ve AB içinde olduğu” yolunda sayısız açıklaması var.
Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu söyleşimizde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dış politikadaki keskin virajının nedenlerini ve bugünün konjonktüründe ne gibi sonuçlar doğurabileceğini irdeleyeceğiz.
★★★
UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Batı dünyasıyla ilişkilerini geliştirmeyi hedefleyen bu açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
EKONOMİ, ERDOĞAN'I BATI YANLISI POLİTİKA İZLEMEYE ZORLUYOR
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Erdoğan'ın, Biden yönetimine yönelik son çarpıcı mesajlarından biri aynen şöyle: “Türkiye olarak Amerika ile ortak menfaatlerimizin görüş ayrılıklarımızdan daha fazla olduğu inancındayız. Bu anlayışla uzun vadeli bir perspektifle kazan-kazan temelinde yeni Amerikan yönetimiyle işbirliğimizi daha da geliştirmek istiyoruz. Türkiye, iki ülke arasındaki müttefiklik ve stratejik ortaklık ilişkilerine yakışır şekilde üzerine düşeni yapmayı sürdürecektir (20.02.2021).” Erdoğan'ın bu mesajla, Türkiye'nin ABD'nin sağlam ve güvenilir müttefiki ve stratejik ortağı olmak için gerekli adımları atmaya ve NATO/ABD çizgisinde bir politika izlemeye hazır olduğunu vurguladığı açıktır. Erdoğan'ın Biden yönetimine böyle bir taahhütte bulunmasının temelinde siyasi ve ekonomik nedenler var. Erdoğan, kendisinin ve partisinin oy kaybından ciddi endişe duyuyor. Aynı zamanda, yaklaşan seçimlerde ekonominin durumunun siyasi geleceğini tayin edecek temel faktör olduğunun farkında. Hızla çöküşe doğru yol alan ekonominin ayakta tutulabilmesi için gerekli mali kaynak ihtiyacının ancak Batılı finans kurum ve piyasalarından sağlanabileceği gerçeğinin de bilincinde… Bu gerçekler, Erdoğan'ı AB ve ABD'ye yönelik “zeytin dalı politikası” ve “mutî” (yumuşak başlı, itaatkâr) bir siyaset izlemeye zorluyor.
(UD): AKP iktidarı, demokratik ve ekonomik reform programlarını bu amaçla mı açıkladı?
(ŞE): İktidarın son aylarda AB ve ABD'ye şirin gözükmek için gerçekleştirmeye çalıştığı söz konusu reform hamleleri, ne ABD'yi ne de AB'yi etkilemiş gözüküyor. Erdoğan'ın ekonomik reform alanında atılan adımlar konusundaki açıklamaları hakkında Batı basınında aşırı şüphecilik dışında en ufak bir olumlu değerlendirme görmedim. Merkez Bankası Başkanlarının “iç çamaşırı değiştirir” gibi değiştirilmesi de Avrupa ve Amerika finans çevrelerince “skandal” ve “güven kırıcı” olarak yorumlandı. Demokratik reformlara gelince; bu alanda AB ile ABD'nin beklentisi, Türkiye'nin, güçler ayrılığı sistemini güvence altına alacak, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve hesap sorulabilirliği ilkelerine dayalı bir demokratik yönetim tarzını benimsemesiydi. Bu bakımdan, Erdoğan'ın, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” nin bazı kozmetik değişikliklerle muhafazasını öngören söylem ve tutumu, AB/ABD yönetim ve siyasi çevrelerinde düş kırıklığı yarattı. Türkiye'nin, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi de kuvvetli tepkilere yol açtı. Yani, hem ekonomik, hem de demokratik reformlar ölü doğdu. Sonuç olarak, iktidar, Batılı yatırımcıları Türkiye'ye çekecek ve özellikle onları üretime dayalı doğrudan yatırımlar yapmaya teşvik edecek istikrarlı ve güvenilir bir ortam yaratma becerisini gösteremedi.
(UD): S-400 sorunu nedeniyle Türk-Amerikan ilişkileri tıkanmış görünüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD YÖNETİMİ S-400'LER KONUSUNDA ANKARA'YA YOĞUN BASKI UYGULUYOR
(ŞE): Biden yönetimi Ankara'ya karşı, S-400 meselesine odaklanmış bir baskı ve sıkıştırma politikası uyguluyor ve bu bağlamda Türkiye'ye şu üç mesajı veriyor. Birincisi, Türkiye'nin jeo-politik kimliği hakkındadır. Biden yönetimi bu bağlamda Türkiye'nin, Rusya safında mı, yoksa ABD/NATO safında mı olduğu konusunda kesin karar vermesini istiyor. Ayrıca ısrarla, Türkiye'nin S-400 konusunda yapacağı tercihin, hangi safta olduğunun göstergesi olduğunu vurguluyor. İkincisi, Biden yönetimi, S-400 konusundaki kararının, “2021 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası” ile tescil edildiğini ve bu yasal kararın kesin olduğunu, bundan geri dönüşün söz konusu edilemeyeceğini ısrarla açıklıyor. Bu bağlamda, Biden yönetimi, S-400 sorunu çözülmeden Türkiye ile ikili ilişkiler gündemindeki diğer sorunları ele almayacağını belirtiyor. Bu arada, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın, S-400 sorununun çözümü için, Yunanistan'ın Girit'te S-300'lere uyguladığı yöntemin model olarak alınabileceği önerisi Washington tarafından kabul edilmedi. Washington'un bu konuda daha radikal bir çözüm beklediği anlaşıldı. Üçüncü mesaj, bizzat Dışişleri Bakanı Blinken tarafından verildi. Blinken, Türkiye'nin S-400'ler konusundaki tutumunu değiştirmemesi ve direnmesi durumunda, ilave CAATSA yaptırımlarına maruz kalacağını söylüyor. Böyle bir durumda uygulanacak yaptırımlar, öncekilere nazaran daha sert ekonomik ve mali nitelikte olacak ve Türkiye'nin kırılgan ekonomisini felce uğratabilecektir.
(UD): Bu baskı politikası ABD Kongresi'nin Türkiye'ye karşı düşmanca tavrından mı kaynaklanıyor?..
BIDEN, CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'LA GÖRÜŞMEYEREK PSİKOLOJİK BASKI YAPIYOR
(ŞE): Kongre, ülkemize karşı aşırı histerik ve hasmane bir tutum içinde. Bu nedenle, S-400'ler konusunda direncini sürdürdüğü takdirde Türkiye'ye sert ekonomik yaptırımlar uygulanması için Biden yönetimine baskı yapması beklenmelidir. İlginç olan bir husus da, Biden yönetiminin Türkiye'yi hedef alan bu baskı ve sıkıştırma politikası bağlamında psikolojik yöntemlere de başvurmasıdır. Nitekim Biden'ın göreve başlamasından bu yana üç aya yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmemiş olması, AKP iktidarına yönelik psikolojik baskının çarpıcı örneğidir. Keza Biden yönetiminin Yunanistan'a sağladığı siyasi ve askeri destekle Balkanlar ve Doğu Akdeniz savunmasında merkezi bir görev verilmesi, bu psikolojik baskının bir parçasıdır.
(UD): Biden yönetimi Türkiye'ye neyi kabul ettirmek istiyor?
TÜRKİYE'YE YAPILAN BASKININ AMACI S-400'LERİ ELDEN ÇIKARTTIRMAK
(ŞE): Bu politikanın amacı, önce AKP iktidarına S-400'leri elden çıkarmasını “empoze” etmek, sonra da Türkiye'nin ABD/NATO çizgisinde bir dış politika izlemesini sağlamaktır. Amerika, Türkiye'nin NATO ittifakından kaynaklanan ortak çıkarlara riayet etmesini istiyor. Rusya ile siyasi/askeri yakınlaşmasına ve özellikle askeri “angajmanlara” girmesine karşı çıkıyor.
(UD): Bu yorumunuzu biraz daha açar mısınız?
(ŞE): Sovyet tehdidinin yoğun ve acil olarak değerlendirildiği Soğuk Savaş döneminde ortak çıkarların tarifi açık ve netti. Türkiye, ABD/NATO merkezli bir dış politika izliyordu. Varşova Paktı'nın dağılmasından ve Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra, Türkiye'nin dış tehdide ilişkin değerlendirmeleri büyük ölçüde değişti. Bu nedenle ortak çıkar kavramı da netliğini kaybetti. Ama Washington, Türkiye'nin bir NATO üyesi olarak bu ittifaktan doğan taahhütlerine uyması, yani ABD/NATO çizgisinden sapmaması gerektiğinde ısrarlı.
(UD): Peki NATO'nun Türkiye'nin güvenliğine katkısı eski etkinliğini koruyor mu?
(ŞE): Önceki bir söyleşimizde bu konuyu derinliğine irdelemiştik (SÖZCÜ, 28.04.2019). Yaptığım analizin sonucu, NATO'nun halen, Türkiye ile Batı dünyası arasındaki en önemli kurumsal siyasi/askeri bağı oluşturduğu ve bu bağın kopmasının, Türkiye'nin dış politikasında ve dış güvenliğinde telafi edilemeyecek rahneler (yarık, çöküntü) açacağı merkezindeydi. Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından NATO üyeliğini muhafaza etmesi bir ön koşuldur.
(UD): S-400'ler konusunda ABD'yi tatmin edecek bir çözüm bulunabilir mi?
ABD S-400'LERİN KASALARINA KONULUP NATO DENETİMİNE TABİ TUTULMASINI İSTİYOR
(ŞE): S-400'lerin kasalarına konulup, NATO denetim sistemine tabi tutulması Washington tarafından kabul edilebilecek bir çıkış yolu olabilir. Bu çözüm tarzına göre kasalarına yerleştirilmiş S-400'ler tüm NATO ülkelerinin güvenlik ve standardizasyon için tabi oldukları denetim mekanizması kapsamına alınacaktır. NATO örgütü denetim görevlileri, periyodik olarak kasaları denetleyecekler ve bu konudaki raporlarını Genel Sekreter'e vereceklerdir.
(UD): Biden yönetimi, Ankara'nın S-400'lerden vazgeçmemesi üzerine, Kongre'nin de etkisiyle, Türkiye'ye ağır ekonomik bedel ödetecek sert CAATSA yaptırımları uygulama yoluna giderse AKP iktidarının buna karşılığı ne olur?
(ŞE): Böyle bir durumda iktidar, iki seçenekle karşı karşıya kalacaktır. Birinci seçenek, iktidarın, kasalara konmuş S-400'lerin NATO denetimine tabi tutulmasını kabul etmesidir. AKP iktidarı, S-400'lerin aktive edilmemesinin Girit formülü çerçevesinde kabul edilebileceğini Savunma Bakanı Akar'ın ağzından açıklatmıştı. Bu konuda karar alınırken herhalde bu formülün Yunanistan tarafından da uygulanması nedeniyle maruz kalınacak eleştirilerin “tolere” edilebilecek ölçülerde kalacağı hesap edilmişti. Değişik olan NATO denetim formülünün kabulü ise, büyük olasılıkla kamuoyu tarafından Türkiye'nin egemenlik haklarını ayaklar altına alan haysiyet kırıcı bir karar olarak değerlendirilecek ve iç siyasette ciddi tepkilere yol açacaktır.
(UD): Konunun bir de 2.5 milyar doların çöpe atılması yönü var!…
TÜRKİYE S-400'LER NEDENİYLE VAHİM BİR TABLOYLA KARŞI KARŞIYA
(ŞE): Doğru… İkinci seçenek, iktidarın S-400'leri Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine geçirme kararı almasıdır. Bu durumda Biden yönetiminin Türkiye'ye ağır zararlar verecek sert yaptırımları uygulaması kuvvetle muhtemeldir. Biden yönetiminin bu yola gitmesi, Türkiye ile ilişkileri kopma noktasına getirebilir ve ikili ilişkilerin hasmane bir yapıya dönüşmesine yol açabilir. Böyle bir gelişmenin Türkiye'ye ağır bir bedel ödeteceği açıktır…
(UD): Nedir bu bedel?
(ŞE): Bu bedel, Türkiye'in NATO temeline oturan Amerika ile stratejik ortaklığından vazgeçmesi ve NATO ile transatlantik blok dışında kalmasıdır. Ayrıca böyle bir gelişmenin son derece kırılgan olan Türk ekonomisi üzerinde yıkıcı etkiler yapması kaçınılmazdır. Görüleceği üzere iktidar vahim bir tabloyla karşı karşıyadır. Söz konusu seçeneklerin hiçbirini kabul edebilecek durumda değildir. Çaresizdir!..
AÇMAZDAN ÇIKIŞIN YOLU ERKEN SEÇİMDİR
(UD): AKP iktidarının baş edemeyeceği bir çıkmazda olduğunu vurguluyorsunuz… Peki çıkış yolu nedir?
(ŞE):Yaptığım analiz, kötümser ve karamsar bir siyasi bakışın ürünü olmayıp çıplak gerçekleri yansıtmaktadır. Bu açmazdan çıkış yolu, Türkiye'nin stratejik kimliğinin ne olması gerektiğinin de açıkça tartışılacağı bir erken seçime gitmesidir. Seçimden sonra kurulacak ve Türkiye'yi Avrupa Konseyi denetiminden çıkararak gerçek hukuk düzenini ve demokrasiyi getirecek, saygın ve güvenilir bir yönetimin, bir üçüncü seçenek çerçevesinde müttefikleriyle ortak çıkarlara, karşılıklı saygı ve yarar dengesine dayalı bir ilişki kurma imkânına sahip olacağını düşünüyorum.