Dimyat'a pirince giderken...

17 May 2022

Üç aya yaklaşan Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin hem uluslararası kamuoyunda hem de Türkiye'de yapılan değerlendirmeler iki farklı uca savruluyor. 

Bir yanda Rusya'yı acımasızca eleştirenler, öte yanda bir futbol takımının fanatik taraftarı gibi ölümüne savunanlar var. Taban tabana zıt iki yorumun ortak noktası ise, bu değerlendirmeleri yapanların neredeyse tamamının “gerçek” Rusya hakkında kitaplardan edindikleri bilgiler dışında fikirleri olmaması. 

Geçenlerde Moskova Devlet Dil Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyo-Politik Bilimler Enstitüsünden Doç. Dr. Mehmet Emin İkbal Dürre'nin, bu yazıyı yazmama vesile olan bir Twitter paylaşımını gördüm. Dürre, “Her kim ki Rusya büyük bir ülke olarak bütün siyasi ve askeri adımlarını çok ayrıntılı ve uzun vadeli hesaplanmış planlara göre yürütür diye düşünüyor ise Rusya’yı tanımıyor” diyordu. 

Milliyet muhabiri olduğum dönemde Moskova'ya öğrenci olarak geldiğinde tanıştığım Dürre, 30 yılı aşkın süredir Rusya'yı “içeriden” yani orada yaşayarak takip ediyor. “Rusya nasıl yönetiliyor” diye bir soru sorulsa ben de herhalde onunkine benzer bir cümle kurardım. 

Rusya'nın köklü bir devlet geleneği olduğu elbette doğru ancak bu, her kararın akılcılık temelinde alındığı anlamına gelmiyor. Tersine, özünde bir Doğu ülkesi olan Rusya'nın kararlarını duygularının ve ruh halinin kimi zaman etkilediğini, kimi zaman belirlediğini gösteren pek çok örnek var. Dış politikada davranışlarını yönlendiren temel dürtü ise, yüzyıllardır yaşadığı saldırıya uğrama ve işgal edilme korkusu. Bu korkunun tarih boyunca kimi zaman gerçekleşmiş olması da Rusları panik içinde harekete ettirebiliyor. 

Örneklere geçmeden önce bir tespit yapmak gerekiyor: Batı küresel mücadelede rakip olarak gördüğü Rusya'yı gerçekten de kuşatmaya, kolunu kanadını kırmaya çalışıyor. 

Kuşatılmışlık ve köşeye sıkışmışlık duygusu Rusya'nın yakın geçmişteki önemli kararları almasında belirleyici unsur oldu. 

Son yıllarda Ukrayna savaşı dahil Moskova'nın dış politikada attığı adımların neredeyse tamamı önü arkası düşünülmeden, hesap kitap yapılmadan, ortaya çıkan durumların Rusya'nın varlığını tehdit ettiği endişesiyle alelacele alınmış kararlar. 

Bunların başında Kırım'ın 2014 yılında ilhak edilmesi geliyor. Ukrayna'da Batı yanlısı bir hükümetin iktidarı ele geçirmesinin yarattığı “NATO burnumuzun dibine gelecek” korkusu Moskova için büyük stratejik önem taşıyan yarımadanın Kiev'deki olaylardan sadece haftalar sonra işgal edilmesinin gerçek nedeniydi. 

Hemen sonra, 2015 yılında Suriye'ye müdahale edilmesinin perde arkasında Rusya'nın Batı kuşatmasını yarmak için yine panik halde harekete geçmek zorunda hissetmesiydi. Kim iktidarda bulunursa bulunsun Rusya'yı yönetenlerin birinci amacı koltuklarını korumak olduğu için “Arap Baharı” isyanlarının Suriye'nin düşmesinin ardından sıranın önce İran'a, ardından da kendilerine geleceği korkusu müdahalenin asıl nedeniydi. 

Hem Kırım hem de Suriye örneklerinde büyük planlar aramanın anlamı yok çünkü ortada öyle bir plan yok, Rusya'nın varoluşunun tehlikede olduğu varsayımıyla çabucak alınan kararlar var. 

Ukrayna meselesine gelince... 

Rusya'yı işgale götüren ise, bağımsız bir devlet olmasını zaten hiçbir zaman hazmedemediği Ukrayna'nın NATO'ya üyeliğinin Batı'nın çemberini daha da daraltacağı korkusuydu. Yine ortada büyük plan yoktu, panik içinde alınmış bir karar vardı. 

Bu karar telaş içinde alınmasaydı, cephede kazanılsa bile Rusya'ya vereceği hasarın çok ağır olacağı görülebilirdi. 

Söz konusu olan savaşın sadece can kaybı ve maddi anlamdaki faturası değil: Rusya'nın uluslararası hukuka uygun davranma iddiasıyla aslında haklı bir talebi olan kendisine saygı gösterilmesi arzusunun yerle bir oldu, yıllardır “kovboyluğunu” eleştirdiği ABD ile aynı elbiseyi giydi ve bölmeye çalıştığı NATO'nun birleşmesini ve daha da güçlenmesini sağladı. 

Her şey bir yana, Rusya kendi çıkarları ve mantığı içinde bile çelişkili davranarak ayağına kurşun sıkmış oldu. 

Bu gerçek ortadayken, zaten hamasi olan “Peki Rusya ne yapmalıydı? Saldırmasaydı saldırıya uğrayacaktı” argümanı boşlukta kaybolup gidiyor, anlamını yitiriyor. 

Doğru, yerden yere vurmadan önce elbette Rusya'yı anlamaya çalışmalı ama anlamaya çalışmakla hak vermek aynı şey olmamalı. 

paylaş