Lavrov'un Perviy Kanal'a verdiği mülakat: Savaştan sonra dünya neye benzeyecek?

17 Mar 2023

Çevirmenin notu: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçtiğimiz günlerde Perviy Kanal’da yayınlanan “Bolşaya İgra” (Büyük Oyun) programında açıklamalarda bulundu. Lavrov; Gürcistan ve Moldova’da yaşanan protesto gösterileri, Ukrayna’daki durum, Moskova’nın Washington yönetiminin Trump döneminde tek taraflı olarak çekildiği Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması’nı (START) askıya alması, Kuzey Akım boru hatlarını hedef alan sabotaj, Rusya ile Çin arasındaki ilişkilerin gelişimindeki ivmelenme ve son G20 zirvesinde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile ayaküstü yaptığı görüşmeyi değerlendiriyor. Mülakatın tam dökümü Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yayımlandı.

Mid.ru — 10 Mart 2023

Soru: Son haberlerle ilgili bir soruyla başlayacağım. Tiflis’teki durum, Hükümet aslında protestocuların tüm taleplerini, herhangi bir kısıtlayıcı koşul olmaksızın, protestoculardan herhangi bir taviz vermeksizin karşıladı. Yine de protestoların devam edeceğini işitiyoruz. Protestocuların talepleri giderek artıyor. Olaylar 2014’deki Kiev Maydan’ını andırmaya başladı. Neler oluyor? Ve sizce ne kadar ileri gidebilir?

S.V. Lavrov: Kiev’deki Maydan’a çok benziyor. Bütçelerinin yüzde 20’si oranında yurt dışından fon alan sivil toplum kuruluşlarının kayıt altına alınmasına ilişkin yasanın iktidarı zorla değiştirme teşebbüsü başlatmak için sadece bir bahane olduğuna kuşku yok.

Yasanın kendisini ele alıp karşılaştıracak olursak [birçok siyasi analistin Tiflis’te ayaklanmaların başladığı son günlerde yaptığı gibi], ABD’de, Fransa’da, Hindistan’da ve İsrail’de kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik düzenlemelerle kıyaslandığında “sönük” kalıyor. Bunların hepsine bakılabilir.

ABD’de buna benzer bir yasanın ihlali, cezai kovuşturmanın bir parçası olarak 250 bin dolara kadar para cezası ve beş yıla kadar hapis cezası gerektiriyor. Gürcistan’da bu miktarlar bununla boy ölçüşemeyecek kadar az: Yaklaşık 9 bin dolar ve cezai kovuşturma yok.

Pek çok Avrupa ülkesinin bu konuda çok daha sert kurallara sahip olmasına rağmen AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi J. Borrell gözünü kırpmadan Gürcülerin [iktidar partisi Gürcü Rüyası] desteklediği yasanın Avrupa değerlerine aykırı olduğunu ve Gürcistan’ın Avrupa Birliği üyeliğine engel teşkil ettiğini ifade etti. İkiyüzlülük apaçık ortada.

Hükümet, iktidar koalisyonu ve iktidar partileri nihayetinde [duyulduğu üzere] yasayı geri çektiklerini ve gözaltına alınan 170 kadar ayaklanma kışkırtıcısını serbest bıraktıklarını açıkladılar. Hem de sergiledikleri şiddetin video kanıtları olmasına rağmen. Bu her türlü demokratik normun ihlali ve yargılanmayı hak ediyor. Yine de hükümet onları serbest bıraktı. Muhalefet ise hiç duraksamadan, hayır, sadece ilk konuda bizimle birlikte hareket ettiniz ve şimdi istifa edeceksiniz dedi.

Batı’nın, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, sivil topluma yönelik bu tür bir tutumun kabul edilemez olduğunu hüzünlü bir tonda ilan eden tutumu insanı gülümsetiyor. Batı’nın bahsettiği “kurallar” tam da bunlar. Biz uluslararası hukuktan bahsediyoruz, onlar ise dünya düzeninin dayandırılabileceği “kurallardan” bahsediyorlar. Gürcistan’da muhalefetin istediğini yapmasına izin verilmekle kalmayıp hükümet buna mecbur bırakılırken, Moldova’da mevcut hükümete karşı yapılan protestolar kınanıyor. Zira Gürcistan’daki muhalefet Batı’nın çıkarlarını yansıtırken, Moldova’daki muhalefet başka çıkarları, hükümet ve devlet başkanı da Batı’nın bu ülkedeki çıkarlarını yansıtıyor.

Kelimenin tam anlamıyla gözlerimizin önünde birbirine benzer iki protesto hali yaşanıyor. Tiflis’teki protestolar barışçıl olmaktan çok uzaktı. Gördüğünüz üzere göstericiler arabaları devirdi, göz yaşartıcı gaz ve sis bombaları kullandı. Kişinev’de böyle bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Benzer bir eylem olsa bile, tutum temelde farklı. Bana öyle geliyor ki Rusya Federasyonu çevresindeki tüm ülkeler, ABD’nin ilgi alanında olan bir sorumluluk bölgesine çekilmenin ne kadar tehlikeli olduğu konusunda kendilerine sonuçlar çıkarmalı. Bu bölge artık tüm dünyayı kapsıyor. Bunun üzerine daha önce de konuşmuştuk. ABD ve NATO müttefiklerinin Ukrayna’daki olaylar ve özel askeri harekatımız hakkında yorum yaparken, bunun varoluşsal bir çatışma olduğunu açıkça kabul ederek Rusya Federasyonu’nun savaş alanında stratejik bir yenilgiye uğratılmasını istemeleri tesadüf değil. Bu çatışmanın sonucu, Batı’nın küresel güvenlikteki çıkarlarına, ABD liderliğindeki hegemonya beklentilerine ve dünya meselelerindeki hakimiyet beklentilerine bağlı.

Soru: Bana öyle geliyor ki Tiflis’te yaşananlar 2014 yılında Kiev’de yaşananlara başka bir açıdan benziyor. Kiev’de Devlet Başkanı Yanukoviç liderliğinde bir hükümet vardı ve bu hükümet, kendilerine yöneltilen suçlamaların aksine hiçbir şekilde Rusya’nın müttefiki değildi. Avrupa Birliği ile ortaklık istediklerinden ve Avrupa yolunu seçtiklerinden söz ediyorlardı. Sizce de bu yarı hamile olmak gibi bir şey değil mi? Bu şekilde “transatlantik bölgeye” girmeyi seçen eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeler, hükümetler, böylece egemenliklerinin büyük bir bölümünden fiilen vazgeçmiş oluyorlardı. Kendilerini savunmakta zorlanıyorlardı ve Rusya’nın yardımlarına koşma imkanını kendileri sınırlıyorlardı.

S.V. Lavrov: Kesinlikle. Hatta 2014’teki Maydan’dan değil, 2004’ten başlayacağım. 2004 yılında Ukrayna’da başka bir seçim sorunu vardı. O zaman da Rusya taraftarı güçler, Batı’nın üzerine bahis oynadığı güçlere karşı çıkmıştı.

Avrupa Birliği yetkililerinin ve bu ülkelerin dışişleri bakanlarının Ukraynalı seçmenleri kimin yanında olduklarına karar vermeye çağırdıklarını çok iyi hatırlıyorum: Rusya mı Avrupa mı? “Ya/ya da” retoriği, AB ile ilişkilerimizin o kadar da muğlak olmadığı 2004 yılından bu yana işitiliyordu: Ortak alanlara ilişkin planların ana hatları çizilmişti, sosyal ve iktisadi entegrasyon ciddi bir şekilde tartışılıyordu, kolaylaştırma anlaşmaları ve ardından vizesiz rejime geçiş şekillenmeye başlamıştı, Manş Denizi’nden Vladivostok’a kadar ortak bir güvenlik ve iktisadi kalkınma alanı vs.

“Ya bizden yanasın ya da Rusya’dan” felsefesi, AB tarafından SSCB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan jeopolitik durumun en başından beri besleniyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin görüşmelerinde ve röportajlarında defalarca bu konudan söz etmişti. 2013 yılında Ukrayna bir anlaşmaya varmaya çok yaklaşmıştı. Ukrayna, AB ile bir ortaklık anlaşması yapmaya çok yaklaşmıştı. O dönemde, Rusya’nın Ukrayna ile büyük miktarda ticaret, yatırım ve diğer iktisadi bağları olmasına rağmen müzakereler hakkında bilgilendirilmemiştik. Ukraynalı dostlarımız, Yanukoviç’in hükümeti, hiç de Rusya taraftarı değildi. Onlar AB ile yakın ortaklık ilişkileri kurmakla ilgileniyorlardı.

S: Kesinlikle Rus taraftarı değildi.

S.V. Lavrov: Hayır, elbette değildiler. Bize bilgi vermeden AB ile müzakere ediyorlardı. Müzakerelerin sürdüğünü biliyorduk. Ancak değerlendirmelerin paylaşılmasına yönelik nazik ve hassas taleplerimiz göz ardı edildi. Rusya “tekere çomak sokmak”, “mâni olmak” ya da “hegemon” rolünü üstlenmek istemiyordu. Gerçek şu ki müzakereler, Ukrayna ile serbest ticaret anlaşmasının yürürlükte olduğu BDT bünyesindeki diğer formatlardaki ilişkilerimizle tanımlanan konularla ilgiliydi.

Biz sorular soruyoruz. Eğer AB ile ticarette tüm gümrük vergilerini [basının yazdığı gibi] “sıfırlıyorsanız” ve bu bize yapılmıyorsa, o zaman sorun var demektir. AB ile sıfır gümrük vergimiz yok, fakat DTÖ’ye katılım müzakereleri sırasında on yedi yıldır “pazarlık” ettiğimiz çok ciddi koruyucu gümrük vergilerimiz var.

Sonunda Devlet Başkanı Yanukoviç ve yardımcıları bunun bir sorun olabileceğini ve tedbir alınmazsa Rusya’nın Ukrayna sınırını gümrük vergisiz ithalata kapatacağını, aksi takdirde AB’den akın akın mal geleceğini fark ettiler. Ve 2013 sonbaharındaki Doğu Ortaklığı zirvesi sırasında Yanukoviç, bu anlaşmanın imzalanmasının ertelenmesini istedi.

Bundan evvel Ukrayna ve AB ile mevcut ticaret rejimlerimizi ve Brüksel ile Kiev’in imzalamayı planladıklarını masaya yatırmak üzere Rusya-Ukrayna-Avrupa Komisyonu üçlü formatında uzman istişareleri yapılmasını savunmuştuk. Bunun üzerine Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, küstahça bunun bizi ilgilendirmediğini, AB’nin de Rusya-Kanada ticaretiyle ilgilenmediğini söyledi ve uzman toplantısı düzenlemeyi reddetti.

AB ile Rusya ve BDT serbest ticaret bölgesi ile ortaklık anlaşmasını imzalamamanın olumsuz ticari ve ekonomik sonuçlarının ciddiyetini fark eden Yanukoviç, Doğu Ortaklığı zirvesinde sürecin ertelenmesini talep etti. Bu Maydan için tetikleyici oldu.

Soru: Litvanyalı liderlerin nasıl öfkelendiğini hatırlıyorum: “Nasıl oluyor da tüm kusurlarına rağmen Yanukoviç ile konuşmaya hazır oluyoruz. Çok yanlış şeyler yapıyor”.

S.V. Lavrov: Daha “saygın bir toplumdan” bahsedelim.

Soru: Kesinlikle.

Ukrayna’daki ihtilafa bakalım. Bugün “kolektif Batı” açısından Ukrayna’ya ilişkin tutum olması gerekeni olarak algılanıyor. Bunun Amerikan diplomatik geleneğine aykırı olduğunu söylememe gerek yok. ABD’nin ilk başkanı J. Washington, ABD’yi, Amerikan çıkarlarıyla doğrudan ilgili olmayan Avrupa’daki çatışmalara dahil olmaması konusunda kategorik olarak uyarmıştı. Diğer birçok Amerikan başkanı da aynı şeyi söylemişti.

Ukrayna konusundaki anlaşmazlıkta kimin haklı olduğunu bir kenara bırakalım. Bunun Rusya için neden varoluşsal bir sorun olduğu açık. “Kolektif Batı” neden bu kadar öfkeliydi ve “diken üstündeydi”? Ukrayna’da Batı için gerçekten çok önemli bir şey mi vardı, yoksa bu kadar öfke ve birlik göstermek için uygun bir hedef haline gelen Rusya’nın “boğazına sarılmak” için bir bahane mi bekliyorlardı?

S.V. Lavrov: Bence her iki neden de mevcut. Rusya’yı “ele geçirmek” için bir bahane ve bunu yapmak için zaman kolluyorlardı. Rusya çok bağımsız bir aktör olarak algılanmaya başladı. Çin ya da Hindistan kadar güçlü olmayan bir ekonomik güç kazanıyorduk ama yine de önde gelen ekonomiler arasında yer alıyorduk. Uluslararası arenada ciddi bir ahlaki ve siyasi pozisyonumuz var. Gelişmekte olan ülkelere yönelik kilit meselelerde, Batı’nın sömürgecilik sonrası dönemde sürdürmek istediği başkalarının sırtından geçinme ilkesine dayanan sistemi eleştiren ve adaletten yana olan bir pozisyondan sesimizi yükseltiyoruz.

Gürcistan ile ilgili bir önceki soruya yanıt vermedim. Gürcistan’daki olaylar dışarıdan “tertip ediliyor” ve aynı nitelikte. Bu, Rusya’nın sınırlarında ve mevcut hükümetin [2013’teki Viktor Yanukoviç’in Ukrayna hükümeti gibi] öncelikli olarak ülkesinin iktisadi çıkarlarını düşünen ve Rusya karşıtı yaptırımlara katılmayı reddeden bir ülkede bir “huzursuzluk” yaratma arzusu. Rusya taraftarı politikacılar oldukları için değil, Rusya Federasyonu ile iktisadi ve ticari ilişkilerin [doğalgaz tedariği, şarap, konyak, Borjomi, tarım ürünleri] Gürcistan dış ticaret bütçesine aslan payını sağladığı gerçeğinden hareket ediyorlar. Ulusal çıkarlarını feda etmek zorunda kalsalar da bundan vazgeçmek istemiyorlar. Hem orada hem de orada Rus taraftarı hükümetler yoktu, ancak kendilerine emredileni değil, kendilerini gözetiyorlardı.

Amerikalıların ne kadar ikna edici olduğundan bahsedildi: “Şöyle şöyle yapmalısınız”. “Karşılığında ne alacağız?” sorusu çoğunlukla “karşılığında sizi cezalandırmayacağız” şeklinde yanıtlanıyor. Burada eşit, karşılıklı fayda sağlayan bir alışveriş, karşılıklı bir anlaşma görmüyorum.

Rusya gerçekten de mümkün olan en kısa sürede üstesinden gelinmesi gereken varoluşsal, acil bir “tehdit” olarak ilan edildi. Bir sonraki tehdidin — şimdiye kadar “Batı’ya karşı dünyada uzun vadeli, kalıcı bir meydan okuma” formülasyonunda — Çin olduğu ilan edildi. Rusya Federasyonu şu ana kadar Batı’nın planlarında, söylemlerinde ve eylemlerinde önceliği aldı. Buna paralel olarak Çin’e karşı yaptırım savaşları başladı, özellikle de Çin’in, Pekin’in “çığır açan” kararlar almasına yardımcı olabilecek her türlü malzeme ve teknolojiye [yarı iletkenler, mikroçipler ve daha fazlası] erişimi yasaklandı. Bunun siz de farkındasınız. Çin üzerindeki yaptırım baskısının daha da artacağı kesin. İlan edildi sayılır.

Soru: Devlet Başkanı Şi Cinping, Pekin’de üçüncü dönem için yeniden seçildi. Yakın zamana kadar Washington’da Çin’in bir şekilde ABD’ye karşı daha pozitif bir yaklaşım sergilemeye başlayacağı ve ABD’nin Rusya üzerindeki baskısına daha yatkın olacağı yönünde beklentiler vardı. Çin’in eski Washington Büyükelçisinin Çin Dışişleri Bakanı olarak atanmasının, ÇHC’nin ABD’nin argümanlarını yeni bir anlayışla karşılayacağının işareti olduğu belirtiliyordu.

Şu anda Çinli liderlerin ve Çin basınının ne söylediğine bakıyorum. Her şey tersine dönmüş gibi görünüyor. ABD’nin Çin’e baskı yaparak ve sizin de söylediğiniz gibi Pekin’in “Amerikan reçetelerine göre” davranması gerektiğini, aksi takdirde herhangi bir teşvikte bulunmadan “yeterince alamadığını” alacağını söyleyerek tam tersi bir etki yarattığı ve Çin’in Rusya’ya daha yakın bir desteğe doğru ilerlemeye pek istekli olmayabileceği izlenimine sahip misiniz?

S.V. Lavrov: Amerikalılar prensip olarak kendilerine karşı dönme konusunda “ustadır”. Bunu yapmanın pek çok yolu var. Muhtemelen bunlardan en önemlisi diplomasi olarak adlandırılamayacak yöntemler. Bunlar aslında bir tür dikta ve talepler. Çin’in yeni Dışişleri Bakanı Qin Gang ile görüştüm. Yeni Delhi’deki G20 bakanlar toplantısı marjında bir araya geldik. Sözlerinde Çin dış politikasının sürekliliğini gördüm. Sadece birkaç gün önce, bu yıl 22 Şubat’ta, şu anda ÇKP Merkez Komitesi Siyasi Büro üyesi olan selefi Vang Yi Rusya’yı ziyaret etmişti. Ayrıca, Moskova’da benimle ve Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı N.P.Patruşev ile yaptığı görüşmelerde ve Rusya Devlet Başkanı V.V. Putin’in kabulünde, Çin Komünist Partisi’nin son kongresinden bu yana Çin yönetiminin koordinasyon politikası, Rusya ile işbirliği, gelecek vaat eden ikili projelerin uygulanması ve istikrarlı bir ortamın sağlanmasında Rusya ve Çin’in rolüne ne kadar bağlı olduğunu anladığımız uluslararası sahnede sorumlu ortak davranış konusundaki sürekliliğini açıkça teyit etti.

Bir büyükelçi bir ülkede çalışmışsa ve kendi ülkesinde dışişleri bakanı olarak atanmışsa, o ülkeyle gelecekteki ilişkilere olumlu ve hatta [olumlu anlamda] önyargılı yaklaşacağı tahminine gelince… Sanırım görgülü olunduğunda böyle oluyor.

Sizin de yakından tanıdığınız Rusya’nın Washington Büyükelçisi A.I. Antonov, hem kendi düzeyinde hem de personeli düzeyinde temaslar konusunda muazzam sorunlar yaşıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı ya da diğer ABD kurumlarının çalışanlarıyla günlük olarak görüşmek istediğimizden değil, artık dünyanın geleceğiyle ilgili konuları değil, Rus diplomatların ABD’de tam olarak nasıl yaşadıkları, Amerikalı diplomatların burada nasıl yaşadıkları ve Washington’un çalışma koşullarını sıkılaştırması konularını konuşmak için. Bu insani ve ortak insaniyet açısından anlaşılabilir meseleleri aşmak bile zor.

Çin Büyükelçisi Qin Gang’ın Washington’dayken herhangi bir kapıyı açtığını duymadım. Edindiğim bilgilere göre [birkaç kez yazıldı] günlük temaslarda da zorluklar yaşadı. Kendisiyle bu konuyu konuşmadım ama görüşmelerimiz sırasında yaptığı açıklamalara ve Ulusal Halk Kongresi’nin olağan oturumunun açılış gününde düzenlediği basın toplantısına bakılırsa, Çin-Rus ikili belgelerinde belirlenen rotada herhangi bir değişiklik olduğunu görmedim. Tamamı şu anda yürürlükte. Bunların en önemlilerinden biri, Vladimir Putin’in 4 Şubat 2022’de Olimpiyatların açılışıyla birlikte Pekin’e yaptığı ziyaret sırasında kabul edilen, resmi bir BM belgesi olarak yayımlanan ve bundan sonraki tüm eylemlerimizin temelini oluşturan deklarasyon.

Soru: Yeni Delhi’de ABD Dışişleri Bakanı A. Blinken ile kısa bir görüşme yaptığınız bir toplantıdan bahsettiniz.

Çok ilginç bir andı. Dışişleri Bakanlığı daha önce kategorik olarak A. Blinken’in Yeni Delhi’deki bu etkinlikte sizinle veya Çin Dışişleri Bakanı ile görüşmeyeceğini belirtmişti. Daha önce hiçbir şey olmayacağına dair yaptıkları açıklamaların kararlılığı ile bu toplantıyı düzenlemek için gösterdikleri ilgi arasındaki tezat beni çok etkiledi. Öte yandan, eğer sizinle konuşmak gibi bir arzuları varsa, neden bunu gerçekten anlamlı konuşmaların yapılabileceği bir formatta gerçekleştiremediler? Sizce bu toplantı neden Amerikan tarafınca talep edildi? Sizin bakış açınızdan bu toplantıda neler oldu ve bizimle neler paylaşabilirsiniz?

S.V. Lavrov: Stratejik Silahların Azaltılması ve Sınırlandırılması Antlaşması ve Ukrayna meselesi bağlamında stratejik istikrar durumunu ele aldığımız her iki tarafa da bildirildi. Dolayısıyla ne konuştuğumuz konusunda herhangi bir sır vermiyorum. Bu iki konu dışında başka bir şey görüşmedik.

Soru: ABD Dışişleri Bakanlığı’nın söylediğinin aksine, mahkûm takası konusunu görüşmediniz mi?

S.V. Lavrov: Sadece stratejik istikrar ve Ukrayna meselesini ele aldık. Bu on dakikalık kısa görüşmenin nasıl gerçekleştiğinin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Prensip olarak, duyduğum her şey ABD’nin bu konuda kamuoyuna açıkladığı ve defalarca vurguladığı bilinen tavrına uyuyor. Detaylı açıklamalarda bulundum. Özellikle Stratejik Silahların Azaltılması ve Sınırlandırılması Antlaşması ile ilgili olarak detaylı açıklamalarda bulundum. Rusya’nın tutumu ve antlaşmayı askıya alma kararının zorlama niteliği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Federal Meclise hitaben yaptığı konuşmada ayrıntılı olarak açıklandı. Bu hususta da yeni bir şey söylenmeyecek.

Soru: Dışişleri Bakanı’ndan bunun Rusya ile en azından temkinli ama yapıcı bir diyalog kurma girişimi olduğuna dair bir şey duydunuz mu?

S.V. Lavrov: Yapıcı bir şekilde, herhangi bir duyguya kapılmadan konuştuk, buluşurken ve ayrılırken el sıkıştık. Normal bir görüşmeydi. ABD’nin tüm diyalog kanallarını kesmesi durumun anormalliğini ne kadar anladığını yansıtıyor bilmiyorum. Ama bir olayın “kıyısında” insani bir konuşma yapmak asla bir sansasyon değildi.

Soru: Kaba olmadan medeni bir görüşme mi oldu?

S.V. Lavrov: Kesinlikle medeni bir görüşmeydi. Bu, çok taraflı diplomaside ne kadar dibe vurduğumuzu bir kez daha gösteriyor. “Kenarda” yapılan doğal bir toplantı, ki yüzlerce toplantı yapıldı, artık bir ilerleme olup olmadığını, diyaloğun yeniden tesis edileceğine dair bir umut olup olmadığını tahmin etme konusunda gerekçe olarak görülüyor. Bu talihsiz ve üzücü bir durum. Temel diplomatik temaslara ilişkin bu psikolojik algı, Batı’nın benimsediği ve durdurmaya hiç niyeti olmadığı her türlü muhalefeti bastırma politikasının bir sonucu olarak işimizi ciddi şekilde zorlaştırdığımızı gösteriyor.

Rusya’ya karşı kullanılan dil, retorik ve eylemler son derece saldırgan, özellikle de yasa dışı ve benzeri görülmemiş yaptırımlar şeklinde. Bunlar, Batı’nın bunun hakikaten de ölümüne bir savaş olduğuna karar verdiğini gösteriyor. Geçen yıldan çok önce, 2014 darbesinin hemen ardından hazırladığı bu hibrit savaş, “bu bizim nihai ve mutlak savaşımız” olarak algılanıyor. Hepsi bu kadar. Onların Batılı “enternasyonalleri” var. “Enternasyonal” adlı marşın Batı’nın “bir milim” bile taviz vermeme arzusunu nasıl yansıttığını görebilirsiniz. [En azından] onlar böyle söylüyorlar.

Başka bir açıklama daha duydunuz. CIA Direktörü W. Burns, dün yaptığı açıklamada Rusya’nın bir barış anlaşmasıyla ilgileniyor gibi görünmediğini ifade etti. Zelenskiy’in “ilgileniyor olduğu” olduğu açık mı? Yine W. Burns ile aynı anda Vladimir Putin ile asla müzakere masasına oturmayacağını söyledi. Bu ihtimal dahilinde değil. Sadece Ukrayna için “mutlak bir zafer”, diğer formatlarda müttefikleri olduğunu ve onlarla birlikte ülkesinin geleceğine karar vereceğini dile getirdi.

Müzakerelerden uzaklaşmadığımızı söylüyoruz zira müzakereler için yalvarmıyoruz. Şu anda herhangi bir müzakere ihtimali görmüyoruz. Bu konuyu, “Rusya’nın müzakere etmek istememesinin ne kadar kötü olduğu” yönündeki durmak bilmeyen açıklama dalgası karşısında vurguluyoruz. Zelenskiy’in ne dediğini okuyan var mı? Eylül 2022’de imzaladığı müzakereleri yasaklayan kararnameyi hatırlayan var mı? Bunu onlara söylediğinizde size o “mavi gözlerle” bakıyorlar ve karşılık veremiyorlar. Bu aynı zamanda psikolojik savaşın bir parçası, bahsettiğimiz uygulamanın bir unsuru ve kimsenin onları geçmeye cesaret edememesini sağlamayı amaçlıyor.

Soru: Hibrit bir savaş söz konusu, sizin de söylediğiniz gibi [eğer doğru anladıysam] neredeyse gerçek bir savaş haline gelen bir savaş var ve bir de gerçek savaş var. Ukrayna’da savaş alanında olanlardan bahsetmiyorum bile, terör eylemlerinden bahsediyorum. Ve sonuncusu, anlaşılır bir şekilde en çok dikkat çeken, Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2’nin bombalanması. Hersh’in sansasyonel makalesi yayımlandı ama ABD dışında Amerika’da olduğundan daha sansasyoneldi ve görmezden gelindi. Fakat şimdi The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post, Almanya’da Die Zeit gibi saygın yayınlarda, bu tahribatın garip bir “anonim grup” tarafından gerçekleştirildiği yönünde haberler var: Ukraynalılar ya da Rus muhalifler ya da her ikisi. Bunu organize eden kuruluşun Polonya’da kayıtlı olduğu iddia ediliyor. Saldırıyı Almanya’dan gerçekleştirmiş. İlk kez, ABD istihbarat kurumlarının operasyonu önceden olmasa da aylar öncesinden bildiği kabul ediliyor. Bunu yaparken, birileri bombalamaların sorumlusu olarak Rusya’yı işaret etmeye bile çalışmıştı. Tüm bunlar söylenirken, hala bu operasyon hakkında bilinenleri söylemeyi reddediyorlar: Kim yaptı, planlayan kimdi? Bu durum şu soruları gündeme getiriyor: ABD’nin tüm bu olaydaki rolü ne? Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2’de yaşananlardan Biden yönetimini sorumlu tutuyor musunuz?

S.V. Lavrov: Kesin konuşabilmek için objektif bir soruşturmaya ihtiyacımız var. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. S. Hersh’in gazetecilik araştırması ortaya çıkar çıkmaz ilgili soruları sorduk. Daha doğrusu, terör eyleminden hemen sonra sorular sorduk. Rusya Başbakanımız M.V. Mişustin adına Almanya, Danimarka ve İsveç’teki meslektaşlarına hem kamuoyu önünde hem de yazılı olarak müracaat ettik. Bu ülkelere çok sayıda resmi diplomatik nota göndererek bize yanıt vermelerini ve doğalgaz boru hatlarının terör saldırısına maruz kalan bölümünün teftiş edilmesine katılmamıza izin vermelerini talep ettik. Konuyu kendilerinin inceleyecekleri dışında net bir yanıt alamadık. “Bu soruşturma hala kapalı kapılar ardında devam ediyor”. “Zamanı gelince her şeyi öğreneceksiniz”. Ancak Rusya Başbakanı M.V. Mişustin’in Eylül 2022’de gönderdiği mektuplara hiçbir resmi yanıt gelmedi. Bu sadece görgü kurallarıyla ilgili bir sorun değil. Bence bu ülkelerin tavırlarının yanı sıra bir de kafa karışıklığı mevcut. Neye itiraz edeceklerini bilmiyorlar, özellikle de S. Hersh, araştırmalarının sonuçlarını yayımladıktan ve ek değerlendirmeler, ek sonuçlar yayımlamaya devam edeceğine söz verdikten sonra. Bizim için bu, şu anda görüşülmekte olan ve kesinlikle oylamaya sunacağımız BM Güvenlik Konseyi kararını sunmamızı sağlayan ek bir faktördü. Biz soruşturma istiyoruz.

Soru: Bu soruşturma konusunda geri çevrilirseniz ne olur?

S.V. Lavrov: S. Hersh makalesini yayımladığında, ABD Dışişleri Bakanlığı basın dairesindeki kariyerinin sonunda doğrudan A. Blinken’in altında bir yere yerleşen N. Price adlı bir beyefendi makaleyi “saçmalık” olarak nitelendirdi. Yine de ABD’nin muhtemel rolüne [hatta ABD yönetimin oldukça muhtemel rolüne diyebilirim] işaret eden gerçeklerle ilgili her şey “saçmalık”, palavra, uydurma vb. olarak nitelendiriliyor. Ve bir soruşturmaya da gerek yok. Ülkelerin kendi içinde soruşturmalar yürütüldüğünü söylüyorlar, bu da yeterli sayılıyor.

Aynı günlerde ABD Başkanı’nın basın sözcüsü K. Jean-Pierre, basın toplantısında İran İslam Cumhuriyeti’ndeki okullarda meydana geldiği bildirilen zehirlenmelerle ilgili uluslararası soruşturma talep etti. Uluslararası soruşturma, her ne kadar orada kimse ağır yaralanmamış olsa da. Fakat kritik enerji altyapısına yönelik doğrudan saldırıya ilişkin soruşturmaya gerek yok. Zira İsveçliler, Danimarkalılar ve Almanlar bunu kendileri “halledecekler”. Biliyorsunuz, Batılı ülkelerde anayasalar kritik altyapıya yönelik bir saldırıyı savaş ilanıyla eşdeğer tutuyor. Bu özel durumda, eğer bir NATO ülkesine, kritik altyapısına ittifak içindeki başka bir ülke tarafından saldırı düzenlendiği tespit edilirse, o zaman şu soru ortaya çıkar: Eğer aynı anda üyelerinden birine içeriden bir saldırıya izin veriyorsa, sözde üye ülkeleri dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumayı amaçladığını ilan eden Kuzey Atlantik İttifakı’nın varlığının anlamı ne? Bu çok ilginç bir soru.

İstihbarat teşkilatlarının önceden uyarıldığından söz ettiniz. Wall Street Journal, 2022’nin haziran ve temmuz ayları gibi erken bir tarihte CIA’in Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki istihbarat teşkilatlarını Ukrayna’nın dahli konusunda, hazırlanmakta olan bu eylem konusunda uyardığını söyledi. Times gazetesi ise daha Eylül 2022’de, saldırı gerçekleştikten sonra, patlamadan bir hafta sonra ipuçlarının Ukraynalılara işaret ettiğinin tespit edildiğini bildirdi. Yani haziran ayında bunun gerçekleşeceği konusunda uyarıda bulunmuşlardı ve eylül ayında bunun gerçekleştiği tespit edildi. Biliyorsunuz, bir anlamda bu ciddi değil, olaylara olgun bir bakış açısına karşılık gelmiyor.

Soru: Birkaç ay önce Washington’dayken Kongre’nin önde gelen Cumhuriyetçi üyelerinden biriyle konuştum. Bana size iletmek istediğim bir soru sordu. Rusya’nın buna karşılık ne yapabileceğini sordu. Rusya’nın ABD için olumsuz sonuçlanabilecek herhangi bir adımı olabilir mi?

Size söylememe gerek yok [Amerika’yı ve Washington’daki siyaseti çok iyi tanıyorsunuz], genellikle Rus argümanlarının kalitesinden ziyade ABD için spesifik sonuçların ne olabileceğini merak ediyorlar. Bahsettiğiniz gibi tarafsız bir soruşturma yapılmazsa [ki bu muhtemel], Rusya’nın talepleri karşılanmazsa, Rusya’nın bir şekilde temel çıkarlarımızı etkileyen bu terör gerçeğine yanıt vermenin bir yolunu bulacağını söylemek doğru olur mu?

S.V. Lavrov: Ellerimin ne kadar kaşındığını hayal bile edemezsiniz...

Soru: Elbette biliyorum. Bu yüzden size bu soruyu soruyorum. Denemek zorundayım.

S.V. Lavrov: Ben Dışişleri Bakanlığı’nın başında çalışıyorum. Bizim kendi yöntemlerimiz var. Herhangi bir tahminde bulunmayacağım, tahmin yürütmeyeceğim.

SSCB ortadan kalktıktan sonra Amerika’da Sovyetoloji de ortadan kalktı. Siz muhtemelen bu bilimin devamcısı olan en parlak mastodonlardan birisiniz.

Soru: Ölmekte olan bir mesleğin mensubu.

S.V. Lavrov: Evet, Sovyetologlar [aynı zamanda Rusologlar] bir dereceye kadar talep görmeye devam etmeliydi. Bu olmadı. Şimdi anladığım kadarıyla konseylere ve istişarelere geri çekiliyorlar.

Sovyetologların bilmesi gereken pek çok Rus atasözümüz var: “İki kere ölç, bir kere kes”, “Ruslar ata yavaş biner ama hızlı sürer”. Kimseyi tehdit etmek ya da korkutmak istemiyorum. Hiçbir şey ima etmek istemiyorum. Bu vahşi terör saldırısının soruşturulmadan kalmayacağını biliyorum. Soruşturma engellenmez, objektif, tarafsız, şeffaf olursa [ki bu İsveçliler, Danimarkalılar ve Almanların “bir şeye karar verildiğini” söylemeye indirgenmeyecek, nihai karar olsun], elbette Batı’ya bu doğrudan saldırıya, mülkümüze yönelik bir teşebbüse [büyük ölçüde] nasıl yanıt vereceğimizi düşüneceğiz.

Soru: Başka bir Rus atasözü daha var. Sizi kışkırtmak istemem ama bu durum için geçerli olabilir. Uymazsa söyleyin: “Borç ödenirken kırmızıya çalar”.

S.V. Lavrov: Tabii ki. Kesinlikle.

Soru: Daha hoş bir konuya gelelim. Hindistan. Washington’da Rusya’ya uygulanan cezalandırıcı ve boğucu yaptırımlardan duyulan memnuniyetsizlik ifade edildiğinde, ilk olarak Çin’den duyulan memnuniyetsizlik dile getiriliyor. Ancak bu daha öngörülebilir oldu. Rusya ile ticaretini genişleten ve yaptırım baskısına boyun eğmeyi reddeden Hindistan’ın tutumu özellikle hayal kırıklığı yarattı. Öte yandan Hindistan’ın kendi çıkarları var. Öncelikle ABD ile de değil, Avrupa Birliği ile. Hindistan’ın Rusya ile ilişkilerinde, özellikle de Ukrayna krizi bağlamında izlediği yolu nasıl tanımlarsınız?

S.V. Lavrov: Hindistan her normal ülke gibi kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Batı’nın, Çin’e paralel olarak Asya’da yükselen bir güç olarak Hindistan üzerinde artan bir baskısı olduğu kesin, zira dış politika stratejilerini birilerine karşı ilan eden Batı. Bizde böyle bir şey yok. Biz her şeyin çok kutuplu bir dünya içerisinde, çıkarlar dengesi, uluslararası hukuk vs. temelinde olmasından yanayız.

Batı, dış politika rotasının Rusya ve Çin’i çevrelemeye, diğer ülkeleri Rusya ve Çin’e karşı harekete geçirmeye yönelik olduğunu açıkça ilan ediyor. Bu, mevcut tarihsel aşamada Batılı meslektaşlarımızın çarpıcı bir özelliği, karakteristiği. Tarihin her aşamasında da bu şekilde hareket ettiler. Hindistan her yönden destekleniyor. Sınır anlaşmazlıkları da dahil Delhi ile Pekin arasında uzun süredir devam eden sorunlar göz önüne alındığında, Çin’e karşı bir denge unsuru olarak görülüyor. Biz Rusya Federasyonu olarak bu sorunların çözülmesine ve tüm farklılıkların aşılmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Bu amaçla yirmi küsur yıl önce büyük selefim Y.M. Primakov, RHÇ troykasını [Rusya, Hindistan, Çin] oluşturma teşebbüsünde bulundu. İşte o zaman çok kutuplu dünya kavramı formüle edilmişti. Bunun diplomatik somutlaşması RHÇ’nin oluşturulmasıydı. Şu anda bu konu üzerine pek konuşulmuyor zira BRICS, RHÇ baz alınarak oluşturuldu. Şu anda yeni güç merkezlerinin ortaya çıkışını izleyenlerin tüm dikkatini başka yöne çekiyor. Fakat RHÇ işlemeye devam ediyor. Şimdiye kadar on sekizden fazla dışişleri bakanı toplantısı yapıldı, diğer bakanlıklardan uzmanlar tarım, yüksek teknoloji, enerji, uzay ve diğer pek çok alanda bir araya geliyor. RHÇ aracılığıyla Hindistan ve Çin’e yardımcı olmaya çalışıyoruz. Onlara BRICS’in yanı sıra Hindistan’ın Pakistan ile birlikte tam üye olduğu ŞİÖ gibi ek bir platform sunuyoruz. Ne kadar çok iletişim kurarlarsa, bunun herkes için o kadar faydalı olacağını ve bu iki büyük gücün, iki büyük medeniyetin tüm sorunlarını çözmelerinin daha iyi olacağını düşünüyoruz.

Batı ise tam tersi bir tutum sergiliyor ve Hindistan ile Çin’i karşı karşıya getirmeyi amaçlıyor. Hintli dostlarımız bunu çok iyi anlıyorlar. Bize açıkça bu teşebbüslerin farkında olduklarını, Avrupa-Atlantik’ten sonra Hint-Pasifik bölgesini de sorumluluk alanı olarak ilan eden NATO’nun gerçek hedeflerini bildiklerini söylüyorlar. Kuzey Atlantik İttifakı, AUKUS blokunun oluşturulması yoluyla dünyanın bu bölgesine kancayla ya da sahtekarlıkla nüfuz ediyor. Şimdi bu üç Anglosakson ülkeye Japonya ve Güney Kore’yi de ekleyerek ittifakı genişletmek istiyorlar. ASEAN’ı bölmeye çalışıyorlar. On ASEAN ülkesinden beşini bu tür “hamlelere” daha yatkın olarak belirlediler. Deniz güvenliği de dahil tüm bölge için evrensel olan mekanizmaların yerine başka pek çok şey hayata geçiriliyor. Doğu Asya zirvelerinde [tüm ASEAN, Rusya, Çin, Hindistan, ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Kore, Japonya] tüm bunlar tartışıldı.

Şimdi, örneğin deniz güvenliği konusunu bu [tüm aktörlerin müzakere etmesi gereken] evrensel formattan ayırmaya ve Çin, Rusya veya diğer bazı ülkeleri içermeyen dar bir formata sokmaya çalışıyorlar. QUAD’ı [Hindistan, ABD, Japonya, Avustralya] oluşturdular ve Hindistan’ı davet ettiler. Bu konuyu tartıştığımızda Hintli meslektaşlarımız QUAD’a sadece iktisadi projeler için katıldıklarını söylüyorlar. Elbette tüm bu “ziyaretlere” [ABD bunu saklamıyor] Hindistan’ın Rusya aleyhindeki yaptırımlara katılmaya ikna edilmesi eşlik ediyor, Rusya’nın Batı yaptırımlarını aşmak için Hindistan’ın kaynaklarını ve lojistiğini kullanmasına fırsat vermemek için. Hindistan buna yanaşmıyor.

Şimdi Batı’da yeni bir histeri dalgası var. Rusya’nın bu koşullarda bile dış ticaretini arttırdığını söylüyorlar. Bu “düzen dışı” bir durum. Yaptırımları delecek her türlü yolu tıkamak için yeni stratejiler geliştiriyorlar. Yani bizim açıkladığımız ve sizi de aynısını yapmaya çağırdığımız şey sadece Rusya’ya yönelik yaptırımlar değil. Bu zaten bağımsız olma yasağı. Geçen gün Beyaz Saray Sözcüsü K. Jean-Pierre’e, iki İran donanma gemisinin Rio de Janeiro limanını ziyaret etmesi konusunda ne düşündüğü soruldu. Bunun elbette kaygı verici olduğunu ancak her egemen ülkenin kiminle iletişim kurmak istediğine karar verebileceğini ifade etti. Doğru. Bu harika bir nokta. O zaman bu ilke yaptırım uygulamak istemeyen tüm ülkelerin Rusya ile ilişkileri için neden geçerli değil? Neden Rusya Federasyonu ile tamamen yasal yollardan iş yapmaları yasaklanıyor? Ekonomide, yatırım alanında, ulaştırma projelerinin uygulanmasında. Bu herkes tarafından görülebiliyor ve fark edilmiyor değil.

Çoğu ülke Batı ile açıktan çatışmaya girmek, onlarla polemiğe girmek istemiyor, ancak sesler yükselmeye başladı. Şimdi Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeydi ve Devlet Başkanı F. Tshisekedi ona Afrika kıtasındaki ortaklarla, tarihsel olarak yeni bağımsız olmuş olsalar ve daha önce Fransız sömürgeleri de dahil sömürge olsalar bile, nasıl kibarca konuşulacağını anlattı. Batı diktası ve hegemonyasının bir sonucu olarak biriken bu negatif yükün kendiliğinden nasıl dağılabileceğini tahayyül edemiyorum.

Soru: Şu anda Ukrayna’daki durumun nasıl çözülebileceğini öngörmek zor. Fakat tarihten biliyoruz ki çatışmalar ya askeri tırmanışla ve bir tarafın zaferiyle sonuçlanır [ki bunu öngörmek oldukça zor] ya da şu veya bu şekilde uzun bir süre devam eder ve resmi bir barışla olmasa da yeni bir dünya düzeninin kurulmasıyla sona erer. Bunun pek çok örneği var. Bu düzen illa ki çatışmanın taraflarının umduğu bir barış düzeni olmayabilir.

Ukrayna’nın önemi, Batı’da [özellikle Washington’da] Rusya’nın bağımsız politikasından duyulan memnuniyetsizlik bir yana, sadece jeopolitik anlamda değil, kültürel ve medeniyet anlamında da Batı egemenliği üzerine kurulu bir dünya düzeninin gelişiminde bir çıkmaza girdiğimiz algısı mevcut.

Bir dışişleri bakanı olduğunuz ve medeniyet meseleleri üzerine “serbestçe dolaşan” spekülasyonlara girmek istemediğiniz için bunun yanlış bir soru olduğunun farkındayım ama komple bir “çöküşün”, tüm uluslararası politik sistemin yeniden inşasının eşiğinde olduğumuz hissine kapılıyor musunuz?

S.V. Lavrov: Ukrayna krizinin sonuçlarından ve olası küresel boyutlarından bahsederken “çöküş” kelimesini kullanmak oldukça yerinde olur. Konuşmalarımda birçok kez çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin şekillenmekte olduğundan bahsettim. Bu süreç hızlı bir şekilde sona ermeyeceği gibi, tamamlanması da bütün bir tarihi dönemi alacak. Ben buna ikna olmuş durumdayım.

Batı, küresel konumunu önemli ölçüde zayıflattı ama aynı zamanda iktisadi, teknolojik ve askeri alanlarda önemli bir etkiye sahip. Konumlarındaki bu göreli zayıflamayı, özellikle siyasi-askeri alanda saldırganlıklarını keskin bir şekilde arttırarak ve rakiplerini gayri meşru yöntemlerle bastırarak telafi etmeye çalışıyorlar.

Bu, Batı’nın hesap verebilir dünya düzenini dayandırmak istediği “kurallarla” ilgili. Gürcistan’da göstericilerin her şeyi yapmalarına izin verilirken Moldova’da hiçbir şey yapmalarına izin verilmiyor. İran okullarındaki zehirlenmeler uluslararası bir soruşturmanın konusu yapılmalıyken Kuzey Akım boru hattındaki patlama ise saçmalık ve soruşturulmasına gerek yok. İran gemilerinin Brezilya’daki bir limana uğraması kötü ama egemen ülkelerin ortaklarını seçme hakkı var. Neden bu ilkeyi Hindistan, diğer ülkeler ve Rusya arasındaki ilişkilere de genişletmeyelim?

En “yeni” emsal. J. Cleverly adında bir politikacı var. Kendisi şu anda Birleşik Krallık’taki Finansal Yönetim Otoritesi’nin (FCA) başında. Geçen gün Falkland Adaları’nın Birleşik Krallık’a ait olduğunu, zira bölge sakinlerinin bu yönde görüş bildirdiklerini ifade etti. Kırım’da yaşayanlar yeniden Rusya’nın bir parçası olmak istediklerini dile getirmediler mi? Bunun pek çok örneği var.

Bu nedenle Amerikalı, Avrupalı ve İngiliz meslektaşlarımıza soruyoruz: Her yere “kurallara dayalı dünya düzeni” yazdıklarına göre, “kurallar” nerede? Göremiyoruz. Kiev’in Buça banliyösünde 3 Nisan 2022’de Rusya’yı suçlayarak cesetleri teşhir edilen kişilerin isim listesini de göremezsiniz. Bu “kisve” altında derhal yaptırımlar uygulandı. Daha hala bu isimlere ulaşamıyoruz. Kimse herhangi bir soruşturmadan söz etmiyor. Odessa’da 2 Mayıs 2014’te 50 kişinin diri diri yakıldığı olayla ilgili bir soruşturma da yok. Bunu yapanların video görüntüleri var.

Hiç kimse 2018’deki Salisbury olayıyla ilgili soruşturmanın sonuçlarını [en azından şeffaf hale getirmeyecek] ve A.A. Navalnıy’ın iddia ettiği 2020 tarihli “zehirlenme” hikayesini doğrulayacak belgeleri sunmayacak. Almanya veremeyeceğini belirtti. Çok ilginç bir açıklama vardı. Sivil bir kliniğe getirildiğinde hiçbir şey bulunamadı ama askeri klinikte bulundu. Analizi görmek istedik. Almanlar bunu yapamayacaklarını, zira o zaman biyolojik güvenlik alanındaki bilgi düzeylerini öğrenebileceğimizi söylediler.

Bu tür emirlerle, bu tür kurallarla, Sovyetler Birliği’nin son günlerinde söyledikleri gibi; “Böyle yaşanmaz”.

Soru: Moskova’nın gerilimin tırmanmasını istemediğinden, Ukrayna sorununa Rusya’nın temel çıkarlarına dayalı makul bir çözüm bulunmasını istediğinden eminim. Bu mümkün olsa ve gerçekleşse bile, bunun hiçbir şekilde Soğuk Savaş sonrası dünyaya geri döneceğimiz ve Rusya’nın temelde farklı bir dünya düzeni için ısrar edeceği ve zorlayacağı anlamına gelmeyeceği konusunda haklı mıyım?

S.V. Lavrov: Eski yöntemlere geri dönüş söz konusu olamaz. Batı da “her zamanki gibi iş yapmanın” mümkün olmadığını söylüyor. Bu konuda ikna edilmemize gerek yok. Biz kendimiz için tüm sonuçları uzun zaman önce çıkardık. Geçen yüzyıldaki iki dünya savaşı arasındaki tarih dünyaya hiçbir şey öğretmedi. Bizler, liderlerimiz, Hitler’i yenmemizi sağlayan ittifakı resmi düzeyde tek bir kelime ya da ima ile bile olsa asla sorgulamadık.

Birçok araştırma, akademisyen, politikacı ve muhalif yazar, Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu’nun bize pek yardımcı olmadığını, Sovyetler Birliği’nin tek başına kazanacağına ikna olduklarında ikinci bir cephenin açıldığını yazdılar. Molotov-Ribbentrop Paktı’ndan önce bile Fransa ve Britanya’nın Hitler ile bir saldırmazlık anlaşması müzakere ettiklerini, onu doğuya çevirmeye çalıştıklarını ve daha fazlasını anımsattılar. Tarih bilimi bunu inceliyor. Fakat biz hiçbir zaman, liderlerimizin hiçbir konuşmasında [Rusya Devlet Başkanı’nın 9 Mayıs’ta Kızıl Meydan’da yaptığı konuşma da dahil] bizi Hitler’e karşı bir araya getiren ittifaka gölge düşürülmesine izin vermedik.

Ukrayna’daki mevcut olaylardan çok önce, Batılı meslektaşlarımız resmi düzeyde tam olarak bunu yapmaya başladılar ve Sovyetler Birliği ile Hitler’i eşit derecede suçladılar. İddiaya göre Molotov-Ribbentrop, Paktı İkinci Dünya Savaşı’nın “tetikleyicisi” olmuş. Paris ve Londra’nın aynı şeyi bir yıl önce Hitler ile imzalamış olduğu gerçeğinden hiç söz edilmiyor. Münih Anlaşması, Polonya’nın bu anlaşmadaki rolü tabu. İkinci cephe uzun zamandır tarih ders kitaplarında İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olarak geçiyor.

Amerika’da 2020’de Zafer’in 75. yıldönümü kutlanırken [belki görmüşsünüzdür], faşizme karşı kazanılan zaferin anısına bir hatıra parası bastırdılar. Üzerinde üç bayrak işlenmiş: Amerikan bayrağı, İngiliz bayrağı ve Fransız bayrağı. Sovyet ya da Rus bayrağı yok. Ve bu üç ülkenin yanı sıra “başka birinin” de A. Hitler ile savaştığı yazmıyor.

Güncel olaylardan çok önce Almanya için de aynı şeyi söyleyebilirim. Alman ortaklarımızla çeşitli düzeylerde yaptığımız görüşmelerde şu mesaj çok net bir şekilde ortaya çıktı: “Sevgili dostlar, Almanya uzun zaman önce her şeyin bedelini ödedi. Artık kimseye bir şey borçlu değiliz”.

Geriye dönüp bakıldığında, bunlar sadece münferit, istisnai olaylar değil. Anıtların yıkılması, Baltık ülkelerinde Waffen SS gazileri onuruna yapılan gösteriler, Ukrayna’da Nazi şiltleri taşıyan açıktan neo-Nazi ve Nazi birlikleri. Bunlara bakılması, kınanması ve faşizmin yeniden canlanmasının önlenmesi için yaptığımız tüm çağrılar tamamen görmezden gelindi. Şimdi çıkardığımız sonuçlar kaçınılmaz olarak, Avrupa’nın Nazizme ya bize karşı kullanmak ya da Rusya’yı çevreleyerek bağımsız bir güç olmasını engellemek için yeniden ihtiyaç duyduğu ihtimalini de dikkate almalı.

Yeni dünya düzeninin ne olacağını bilmiyorum. Hâlâ sadık olduğumuz ilkelerin yazılı olduğu belgeleri içtenlikle imzaladık. Fakat bu ilkeler Batı tarafından ayaklar altına alındı. Güvenliğin bölünmezliği, başkalarının güvenliği pahasına kendi güvenliğini güçlendirme teşebbüslerinin kabul edilemezliği ve herhangi bir ülke ya da örgütün uluslararası arenaya hâkim olma iddiasında bulunduğu bir durumun kabul edilemezliği. Tüm bunlar 1999’dan bu yana AGİT’te imzalanmış olan hususlar. Daha sonra bunların üzerine tükürüldü, ayaklar altına alındı ve “siyasi bir taahhüt” olduğu söylendi. Evet ama bunlar devlet başkanları, şansölyeler, başbakanlar tarafından imzalandı. Güvenliğin bölünmezliği, çıkarlar dengesi ile eş eş anlamlı; burada birilerini her ay size kiminle ticaret yaptığınızı, herhangi bir yasağı ihlal edip etmediğinizi göstermeye zorlamadan, tek bir ticari küresel sistem içinde çalışarak nasıl yaşayacağınız konusunda anlaşmanız gerek.

Neden şimdi Dünya Ticaret Örgütü’nde reform yapmak istiyorlar? Çünkü örgütün dayandığı ve başta Amerikalılar, İngilizler ve müttefikleri tarafından formüle edilen ilkeler artık tatmin edici değil. Çin bu ilkeler temelinde Batı’dan çok daha fazlasını başardı. Onları kendi kurallarıyla yendi. Şimdi DTÖ’nün çalışmaları engelleniyor. Amerikalılar, Çin mallarına karşı ayrımcı tedbirler uyguluyor. Çin, anlaşmazlıkların çözüm organına tamamen geçerli davalar açıyor. Amerikalılar yıllardır bu organın çalışmasına imkân tanımıyorlar Karar yeter sayısı için gerekli kişilerin atanmasını engelliyorlar. “Küçük holiganlık” ne kadar da basit. Şimdi de Hindistan’daki G20 zirvesinde [hepsi kayıtlarda var] Dünya Ticaret Örgütü’nün reforme edilmesini talep ettiler. İşe yaramıyorsa reforma kim karşı çıkabilir ki?

Yeni dünya düzeninden, mimariden bahsederken şöyle sesler işitiyorum: DTÖ’de ne işimiz var? On yedi yıl boyunca, henüz çok gelişmemiş sanayilerimizin, hizmet sektörümüzün korunması için kan ve ter içinde “pazarlık” yaptık. Şimdi bize DTÖ kuralları çerçevesinde ticaret yapma, satma, satın alma hakkımız olduğu söyleniyor ama örgütün bir maddesi var, o da bir ülkenin herhangi bir durumu kendi güvenliğine tehdit olarak görürse istediğini yapabileceği. Bu yüzden mahkemelere gitmenin bir faydası yok.

Bretton Woods kurumları ile ilgili olarak hükümet, ekonomi ve finans alanındaki meslektaşlarımızla benzer bir durumu değerlendiriyoruz. Bu da ABD’nin “eseri”. Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının ardından dünyadaki konumumuzu yeniden düşünürken, görevlerimizden biri de uygar toplumun yapısına “uyum” sağlamaktı. Şimdi bu yapı, IMF ve Dünya Bankası ile katkılarımızı, sermayemizi “dondurdu”. Buna karşı ne yapacağımızı anlama çabalarımız şimdiye kadar pek başarılı olamadı. İyi bir amaç uğruna, özellikle de Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere yardım etmek için pek çok programı olduğu için, bunu bırakmaya muhtemelen hazırız. Ancak mevcut donmuş haliyle Dünya Bankası’ndaki Rus paraları bu amaç için bile kullanılamaz. Ortada adalet diye bir şey yok.

Özel askeri harekatın başlatılmasından bir yıl sonra Çin yönetiminin yaptığı açıklamalara dikkat edin. Çin barıştan yana. BM Şartına saygı gösterilmesi yönündeki çağrılarını takdirle karşılıyoruz. Biz de aynı tutumdayız. Şartı seçici olarak değil, halkların kendi kaderlerini tayin hakkının ihlalinin kabul edilemezliği de dahil bütünüyle yorumluyoruz.

Son yıllarda Çin, küresel manzaraya bağlı olarak güvenliğin bölünmezliği ilkesini vurgulamaya başladı. Sadece Avrupa’da değil, 1999’da ilan edildiği gibi felsefi olarak bizim yaklaşımımızla kesinlikle örtüştüğünü düşünüyorum. Çinli dostlarımızla birlikte uluslararası alandaki koordinasyonumuzu, güvenliğin bölünmezliğinin yasal olarak bağlayıcı metinlerde yer alması gerektiği temelinde geliştireceğiz. Prensipte böyle bir metin mevcut. Bu metin BM Şartı. Devletlerin egemen eşitliğini güvence altına alır. Fakat pratikte yetersiz şekilde uygulanıyor.

Bu bağlamda sadece tüm ülkelerin BM Şartının amaç ve ilkelerinin köklerine dönmesini sağlamakla kalmamalı, aynı zamanda BM’nin sekretarya yapıları, özel teşkilatları, fonları ve programları aracılığıyla attığı adımlarda fazlaca “altın milyarın”, yani küresel azınlığın etkisinde kalmak yerine, çok kutuplu bir dünyanın gerçeklerini yansıtmasını sağlamalıyız.

paylaş