- Habertürk
DEVLET yıllarca "terör" deyip pek başka bir şey demediğine karşı "barış" demeye başlarken... Başka bir "savaş"ı şiddetlendiriyor. Bu kez, DHKP-C vesilesiyle... Yoksulların, hırpalananların, ufalananların da avukatı olanlara karşı operasyonlar ardından, sıra sendikalarda.
"Terör... Terörist" üzerine bin çeşit belge, iddia, manipülasyonla, sanki "terörle savaş"ın yanında bir nevi "sınıf savaşı" da yürüyor. "Barış süreci"nde de, bu kez başka bir gerekçeyle, "Terör ve terörle savaş" dili sürecek. Bakın, tam "Barış (Ateşkes) sürecinin en kritik günü"nde, AKP ve Adalet Bakanlığı'na roketli, lavlı saldırılar "terör"den de öte sorularla didiklenmeli. Ama öte yanda, bu tür eylemleri şemsiye yapıp altında, avukatlardan sendikalara kadar, helikopterle ve medya bombardımanıyla, genelleyerek operasyon sürdürmek, gözdağından baskıya kadar başka manalar da taşır.
"Barış, hukuktur" derken, bir "Barış dili"nin de oluşması içindi. Sürekli savaş diliyle barış konuşulmaz. Konuşsan da, Barış duymaz! Bir "terör dili"nden ötekine geçersin. Sendika zaten, devletçe de piyasaca da lanetli. Sendikasız piyasalarda, sendikasız medyalarda zaten öcü. Örgütsüz toplum, 12 Eylül'ü aştığını düşünse de, kulaklarında Evren paşasının sendikaları aşağılayan sözleri, yuva yaptığı yerde aynen oturuyordur. "Terör yuvası" damgasıyla, sığınacak işçinin limanı olmaktan çıkar... Hele, belediyelerde örgütlü olmaya çalışan sendikayı özellikle yıldır! Hiddet diliyle şiddet nasıl yok edilecek... Baskı diliyle özgürlük... Tahakküm diliyle hukuk... İtaat-biat diliyle demokrasi... Savaş diliyle barış nasıl olacak gülüm!
Camın ardına bir bakın!
ÖNCEKİ gün (bir kez daha) banka çalışanlarının maruz kaldıklarına dair yazınca... Kasa-masa köleliğinin sadece maddi değil, zihinsel prangasından biraz sıyrılan çok sayıda "beyaz yakalı işçi"den mesaj aldım. Bazen bir ülkeyi, bir sistemi anlamak için "en geri" yerlerine de bakılır. Dilerseniz "en ileri" olanlara bakın. Yeter ki bakın ve anlamaya, içindeyseniz zaten, kendinizle yüzleşmeye çalışın. Nice bankacı elbet hayatından memnundur...
Ama birçoğu da hayatının, emeğinin, haysiyetinin nasıl gasp edildiğini anlatıyor. İşsizlik korkusu, dışarıda bu işi bekleyen binler var tehdidi, bir işin var şükret baskısı, ailelerinin maddi ihtiyacı ve manevi kuşatması arasında nasıl rehin düştüklerini, köleleştirildiklerini anlatıyor. Birbirinin kurdu haline getirilişlerini, amir olanların (tabii ki iyiler hep var) alttakilere nasıl diş ve tırnak geçirdiğini anlatıyor. Saatlerce ücretsiz, yani Anayasa'ya göre suç olan angarya mesailer dışında; saatlerce sorgulamalara nasıl maruz kaldıklarını; ayakta kalabilmek için sadece birbirlerine değil, özellikle sıradan insanlara karşı nasıl "uyanık, fırsatçı" hale getirilebildiklerini anlatıyor.
Ordunun içini, şu cumhuriyetçilik, güvenilir kurum, biz bir aileyiz palavrasının içyüzünü kavrayarak anlatabilmek için o kadar yazıp durdum. İşte en modern sektörün içini de anlatıyorlar; demokratik sosyal bir hukuk devletini, cafcaflı piyasayı, ceo-Iiberalizmi, finans arsızlığını, paradan para kazanma işinin nasıl bir can ve ruh emiciliğe dönüştüğünü anlayabilmemiz için. Siz hiç, insanı insanlığından uzaklaştıran; rehin alan, köleleştiren, hem eller cebe hem eller yukarı diyen, alttakileri aşağılayan, haysiyetlerini lime lime eden yapıların ve kapıların bu yüzden operasyona maruz kaldığını gördünüz mü?
Dillerinden "Terörle mücadele" düşürmeyenler... Masaların, kasaların, yasaların, piyasaların "hayat ve haysiyet kıyımı"nı da hep bunların ardında akladı. Dün de bugün de!