Havadan, sudan...

16 Eyl 2013

Bugün Hrant Dink'in doğum günü. Yaşasaydı altmışına merdiven dayamış olacaktı. Öldürüleli altı yıla yaklaştı.   Ak Parti çevrelerinin bana ilişkin kafası karışık. İktidarı eleştiriyor olmamın altında ipe sapa gelmez gerekçeler arıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın iktidarına hiçbir zaman ‘karşılıksız çek’ vermemiş olduğuma, iktidarı -gerektiğini düşündüğüm yerlerde- defalarca eleştirmiş bulunduğuma dikkat etmemişler.

Eleştirilerin dozunda artış ve süreklilik, Gezi ve sonrasında söz konusu oldu. Doğru. Bunun gerekçesini bu köşede yazdım. İktidarın, polisin orantısız güç kullanımını meşrulaştırarak ‘zalim’ ve ‘baskıcı’ bir profil çizdiğini vurguladım. Tatmin olmadılar. Oysa, eleştirilerin dozunun artışı ile polisin kullandığı biber gazının dozunun artışı yani iktidar sorumluluğundaki polisin ‘orantısız güç kullanması’ arasında doğrudan bir orantı vardı.

İşin en hazin yanlarından biri, Başbakan’ın, aşırı biber gazı kullanımının insan ölümlerine, yaralanmalara ve körlüklere neden olduğu olaylarda ‘polisin destan yazdığını’ bile ilan etmiş olmasıydı.

Bakın, Türkiye’nin önemli hukuk insanlarından Ümit Kardaş, dün Taraf’ta ‘Polisin meşruiyeti ve demokratik denetimi’ başlıklı yazısında “Yurttaş olarak hukuk devleti güvencesi altında değil, polis-devlet uygulamaları altında yaşıyoruz” diye yazdı ve şöyle devam etti:

“Polisten kim sorumlu? Siyasi iktidar. Peki, polis meşruiyetini kaybedecek uygulamalar yapıyorsa ve polisi hukuk içine çekecek iktidar aksine bu uygulamaları destekliyorsa doğrudan sorumlu olmaz mı? Medeni Yıldırım ile başlayan Ahmet Atakan ile devam eden yedi gencin ölümü neyi gösteriyor? Demek ki; ister asker iktidarı ister sivil iktidar olsun orantısız güç kullanmak meşrulaştırılabiliyor. İktidara ve AKP’ye hayırlı bir uyarıda bulunmak istiyorum. İktidar derhal biber gazı silahının kullanımına son vermelidir...”

Uluslararası Af Örgütü de Türkiye’ye biber gazı satan ülkelere, ‘satışı kesin’ çağrısı yaptı. Türkiye’nin 100 biber gazı fişeği siparişi olduğunu bu vesileyle öğrendik.

Haber ajanslarının bildirdiğine göre, “Uluslararası Af Örgütü, Türk hükümeti ‘protestocuların barışçıl bir şekilde toplanma ve ifade özgürlüğü hakkını güvence altına alana kadar’ Türkiye’ye biber gazı, zırhlı araç ve diğer çevik kuvvet cephane teçhizatı sevkiyatını durdurmaları için tüm ülkelere çağrıda bulundu.

Uluslararası Af Örgütü açıklamasında, söz konusu çağrının, polisin son üç günde İstanbul ve diğer şehirlerde, bazıları şiddet içeren protestoları dağıtmak için bir kez daha fazla miktarda biber gazı ve tazyikli su kullanmasının üzerine yapıldığı belirtildi.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner, ‘Türk polisinin, gösterileri bastırmak için ihlale yönelik güç kullanımına dönmesi, bu tarz ölümlerin ve yaralanmaların tekrar yaşanmasını önleyici adımlar atılana kadar bütün ülkelerin Türkiye’ye biber gazı, zırhlı araç ve diğer çevik kuvvet cephane teçhizatı sevkiyatını durdurması ihtiyacının altını çiziyor. Hükümetlere, bir tavır takınarak, Türkiye’ye toplanma özgürlüğüne saygı duyup ihlale yönelik güç kullanımına bir son vermesi için baskı uygulamaları konusunda çağrı yapıyoruz’ dedi.”

Şimdi, ‘darbeye karşı’ Ak Parti iktidarını destekleyen ve kendini ‘demokrat’ olarak tanımlayan herkese basit bir soru:

Uluslararası Af Örgütü’nün çağrısını destekliyor musunuz?

Onlar için zor bir soru olduğunun farkındayım. Mısır’daki gelişmelerden sonra da ‘ayarları’ bozulmuştu.

Mısır’daki askeri darbenin, Ak Parti iktidarı tarafından Gezi’nin zalimce bastırılışının meşruiyetine cephane yapılmasına karşı çıkışımız ve Mursi’nin devrilmesinde ve Müslüman Kardeşler’in iktidardan uzaklaştırılmasında, Mısır halkının büyük bölümünün desteğini kendi hatalarından ötürü kaybetmiş olduğuna değinmemiz, iktidar çevrelerini akıl dışı öfkeye sevk etti.

‘Siyasal İslam’ konusunda dünya çapında en önemli uzmanlardan biri sayılan ve hiçbir vakit ‘İslamofobi’ suçlamasına hedef olmamış bulunan Olivier Roy (Oliviye Rua diye okunur) ile ‘Ilımlı İslamcı Siyasetin Geleceği Var mı?’ başlığı altında The New Republic dergisinde yapılmış çok çarpıcı bir söyleşi yayımlandı. Olivier Roy’nın bazı saptamalarını dikkatlere sunmakta yarar görüyorum.

“Soru: Darbe sonrası Mısır dünyasında ‘ılımlı’ İslami siyasetlerin durumuna dair ne düşünüyorsunuz ve o, bir yıl öncesine oranla nasıl değişti?

Roy: İlk şey, MK’in başarısızlığıdır. Devrilmelerindeki şartlar ne olursa olsun, görevde başarısız oldular. Seçmenlerinin büyük bölümü onları terk etti. Dolayısıyla askeri darbe olmamış olsaydı da, hükümet etmeyi beceremedikleri ortadadır. Yeraltında gizli bir askeri yapıları olmadığı da ortaya çıktı. Yeraltında müthiş bir askeri ve istihbarat örgütleri bulunduğuna dair sayısız yayın yapıldı. Hiçbir şey çıkmadı. Çok ilginçtir ki, MK’in Avrupa ve diğer yerlerdeki örgütleri hemen hemen tümüyle sessiz kaldılar. Brüksel’de, Cenevre’de, Paris’te Mısır büyükelçiliklerinin önünde hiçbir gösteri olmadı. Hiç.

Soru: İktidarda bulundukları döneme bakarak, siyasi bir örgüt olarak onlar hakkında sahip bulunduğunuz düşüncenizi değiştirdiniz mi?

Roy: Evet ve hayır. 20 yıl önce, onların devlet yönetebilme yeteneklerine ilişkin şüphelerim vardı. Ama en azından teknik know-how’a sahip olduklarını, örneğin, işlerini iyi yapan, iyi teknisyen bakanları doğru yerlere yerleştirebileceklerini sanıyordum. Hükümeti nasıl çalıştırmak bakımından tümüyle teknik boyuttan baktığınızda bile, buna sahip olmadılar. Ve buna hiç önem de vermediler. Bir tam yılı anayasa üzerinde konuşarak harcadılar. Anayasada İslam’ın rolü nedir diye. Fakat, hiçbir siyasi modelleri yoktu. Yıllar boyu, normal siyasi tabanlarının yüzde 20’den fazla olmadığını söyledim. 40’a, 50’ye ulaştıklarında, bu, Arap Baharı gibi, istisnai şartlardan ötürüydü.

Soru: Eğer onlara imkân verilse ve zaman tanınsaydı, siyasi olarak olgunlaşabileceklerini düşünüyor musunuz? Yoksa, askeri darbe olmasa bile başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûm oldukları kanısında mısınız?

Roy: İşleri herhalükârda çok zor olacaktı diye düşünüyorum. Ya bir sonraki seçimleri kaybedecekler, veya seçimlere gitmeyi reddedeceklerdi. Ama gösteriler –ordu olmaksızın- onları istifaya götürmekte yeterli olacaklardı. Ordunun müdahalesi gerekli değildi. Çok basit bir nedenden ötürü; muazzam sokak gösterilerinin altında kalacaklardı. Sorun, Müslüman Kardeşler’in efsanesidir. Hasımlarının birçoğu, özellikle Hıristiyanlar arasındakiler ama aynı zamanda da ordudakiler, onların aslında olduklarından daha güçlü olduğuna kanidirler. Müslüman Kardeşler efsanesi ile Müslüman Kardeşler gerçeği arasında derin bir uçurum var.”

Olivier Roy ile söyleşi, ABD’nin politikası, Ortadoğu’daki gelişmelerin yönü, özellikle Suriye’de bundan sonra neler beklenebileceğine ilişkin yine ilginç ve çarpıcı soru-cevaplarla sürüyor. Mısır’la ilgili yukarıda aktardığım bölümünün üzerinde Türkiye’deki ‘taraflar’ın düşünmesi iyi olur.

Başarılı bir Ak Parti deneyimini, Mısır’da Müslüman Kardeşler başarısızlığının kuyruğuna takmanın vebali üzerinde düşünülmeli. Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i, gelip Ak Parti’ye ‘Nerede hata yaptık’ diye soracaklarına, tam tersine, arkalarında ‘kraldan ziyade kralcı’ davranan, Türkiye’deki Ak Parti iktidarını buldular.

Başkası da yok.

Bu arada, Türkiye’nin Ortadoğu’da en önemli üç ülkede Mısır’da, Suriye’de ve İsrail’de ‘diplomatik temsili’ de kalmadı sayılır. Böyle bir ülkenin, bölgedeki gelişmelerde nasıl bir etkisi olabilir?

İç politikaya baktığınızda, o hatırlanmak bile istenmeyen 1990’lara ilişkin bellekleri canlandıracak biçimde, Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’ye ‘biber gazı silahı’nın satılmaması için çağrıda bulunuyor.

Ve bugün Hrant Dink’in doğum günü. Yaşasaydı altmışına merdiven dayamış olacaktı. Öldürüleli altı yıla yaklaştı. İki gün sonra cinayet davası yeniden görülmeye başlanacak. Hrant’ın avukatları ve arkadaşları, önceki gün basın toplantısı düzenlediler ve “Başladığımızdan daha geri bir noktadayız” dediler.

Bu Pazar, işte böyle ‘havadan sudan’ konuşmuş olalım.

İyi pazarlar...

paylaş