- Radikal
'Çözüm' olacaksa, en sonunda PKK’nın ortadan kalkacağı kesin. Bir savaş örgütü olarak oluşmuş olan PKK’nın ortadan kalkması, PKK’lıların ortadan kalkması olmayacağına göre, ‘barış ortamı’na girildiğinde, onlar ya BDP’li olacak veya ‘demokratik siyaset’ zemininde yer alacak yeni bir siyasi partide yer alacaklardır.
Ancak ‘çözüm süreci’nin sonunda PKK’nın ortadan kalkacak olmasıyla ‘süreç’i PKK’yı tasfiye etmek amaçlı olarak başlatmak ve yürütmek aynı anlama gelmiyor. Biri ‘süreç’in sonunda ulaşacağı ‘doğal durum’ iken, ikincisi ‘süreç’in gerekçesinin gerçek bir çözümden ziyade ‘PKK’nın tasfiyesi’ amaçlı olmasıdır.
‘Süreç’i başlatanların amacının bu olmadığını varsaysak bile, PKK tarafından böyle algılanması işi zora sokar. Öyle bir algı varsa, bunun aşılması, ‘süreç’in selameti bakımından zorunludur.
Bu nedenle PKK’nın kurucu liderlerinden Duran Kalkan’ın 13 Nisan’da Sterk TV’deki ‘gerilla’nın sınır dışına çekilmeye niyeti olmadığına ilişkin son açıklamasının üzerinde durulmalıdır. Çünkü Başbakan için ‘çözüm süreci treni’nin ‘istasyondan hareket etmesi’ni ‘sınır dışına çekilme’ olarak belirlemişti. Bunun başladığı ve hatta gerçekleştiği söylentileri yayıldı.
Ama işte Duran Kalkan’ın sözleri:
“O üretilen senaryoların hiçbir geçerliliği yok. Söz konusu iddiaların hiçbir geçerliliği yok. Herkes yerli yerinde ve gerilla ateşkes konumundadır. Önder Apo’nun Newroz’da yaptığı çağrı ve Yürütme Konseyi Başkanlığımızın 23 Mart tarihli talimatı temelinde gerilla ateşkes pozisyonuna çekilmiştir ve bu pozisyonunu sürdürüyor. Bu konuda ne geri ne de ileriye dönük herhangi bir değişiklik yok. Yeni bir talimat da gerilla komutanlığında yoktur. Herhangi bir talimat karargâha ulaşmamış, birliklere de öyle bir talimat verilmemiştir. Herkes mevziinde ateşkes konumunda kendini savunuyor, meşru savunma konumunda bekliyor, sürecin gelişimini izliyor...”
Duran Kalkan, bu açıklamayı, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’ın mektubunu kendilerine iletmesinden sonra yaptığına göre, “Yeni bir talimat da gerilla komutanlığında yoktur. Herhangi bir talimat karargâha ulaşmamış” sözcükleri manidar.
Abdullah Öcalan’ın ‘Newroz mesajı’nda Türkiye’de Kürt silahlı mücadele döneminin kapandığını bir ‘tarihi moment’ olarak ilan etmesi, ‘sınır dışına çekilme’nin lojistiğini de ayrıntısıyla onun belirleyeceği anlamına gelmiyor. O noktada ‘örgüt’ün devreye girmesi icap ediyor. Duran Kalkan’ın açıklamasının bir başka önemli yönü –ki, bunu daha önce Murat Karayılan da talep etmişti- Abdullah Öcalan ile doğrudan temas ve bu yolla Öcalan’ın PKK kadrolarını sınır dışına çekilmeye ikna etmesi. Kalkan’ın açıklamalarını, Kandil ve Avrupa’nın ortak pozisyonunu ifade ediyor diye okumak, ‘süreç’in ‘taktik adımları’nı belirlemek bakımından doğru olabilir.
Murat Karayılan’ın 23 Mart’ta söyleşisinin en başında Hasan Cemal’e, tek tek isim sayarak ‘hepsinin adına konuşacağını’ söylemesi, bir süre önce Karayılan, Bayık, Kalkan, Ok, Nureddin Sofi, Fehman Hüseyin, KCK Yürütmesi’nin neredeyse tam kadro, kadın yöneticilerle birlikte, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’li fotoğrafının –böyle bir şey ilk kez oluyor- ANF’de yayımlanması aynı ‘mesaj’ın verilmesini amaçlıyor. Mesaj şu: “PKK örgütü ortak hareket ediyor. Böl-yönet taktiğine başvurarak, bu oyunu oynamayın.”
Bu algı ve düşünce tarzı, Türkiye’deki iktidar sözcülerinin kimi beyanlarıyla sürekli olarak besleniyor. Örneğin, Yalçın Akdoğan’ın 12 Nisan Cuma günkü yazısının başlığı bile buna bir örnek: ‘PKK içindeki kanatlar ve riskler’.
Yalçın Akdoğan, yazısında bana da atıfta bulunmuş: “Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı raporda PKK’nın şahinleri olarak Duran Kalkan, Cemil Bayık ve Mustafa Karasu sayılıyordu. Bunların Alevi-solcu kimliğinin öne çıktığı, Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun gibi isimlerin de bu anlayışın temsilcisi olduğu söyleniyordu. Doğrudan silahlı unsurların başında olan Sofi Nurettin ve Fehman Hüseyin gibi isimlerin Oslo Süreci’nde sergiledikleri tavırlar, onları da bu kategorinin tartışılmaz isimleri olduğunu gösteriyor.”
28 Şubat’tan beri karşılaştığım en hayasızca ‘kişilik katli’ kampanyasına, Ak Parti iktidarının şu son aylarında hedef yapıldım. Geniş bir yelpazede çeşitli kişiler, bana dair gerçekleri çarpıtarak, söz konusu kampanyada rol aldılar. Bu bakımdan, iktidar çevresinin önemli bir şahsiyetinin, kendi pozisyonunu doğrulamak amacıyla bana atıf yapması, beni referans alması ilginç.
Ne var ki, yanıltıcı. Bu vesileyle kafa karıştırdığı anlaşılan bir-iki hususu açıklığa kavuşturayım. Haziran 2011’de yayımlanan ve benim kaleme aldığım TESEV Raporu’nda ‘PKK’nın ‘Şahin’ Kanadı’ndan isim sıralayarak ilk ben söz ettim. (s. 38) Fakat, bu sıfatı ben icat etmedim. Devlet yetkilileri ve kimi Kürt çevrelerinin bana aktardıklarına atfen kullandım.
Ayrıca, PKK’nın kurucu ve yönetici kadroları içindeki sol-Alevi unsurun etkisine, sadece bir tespit ve PKK’dan 2004’te kopmuş olan eski yönetici kadrolarının iddiası olarak yer verdim. (Alt başlık: PKK’nın Kurucu Kadrosu ve ‘Sol’ Arka Planı, s. 39) Buradan hareketle ‘Alevi karşıtı’ bir söylem üretmek doğru olmaz. Ayrıca, Alevi karşıtlığına kesin olarak karşıyım.
En önemlisi, PKK’nın sözü edilen yapısal özelliklerinden hareket ederek Abdullah Öcalan ve söz konusu unsurlar arasında ‘çatlağa’ oynamanın, yani ‘böl-yönet’ politikası izlemenin vahim sonuçlar doğuracağını raporun 43. sayfasında şöyle ifade ettim:
“... Abdullah Öcalan ile PKK’nın ‘şahin kanadı’ içinde sıralanan isimler arasında ideolojik arka plan ve temel siyasi yaklaşımlar bakımından fark bulunmamaktadır. Bu durumda, üzerinde spekülasyon yapılan farklılığı, pratik eylem çizgisinde atılacak adımların niteliğinde ve zamanlamasında aramak isabetli olacaktır. Dolayısıyla ‘dağdan iniş’ ve ‘PKK’nın silah bırakması’ doğrultusundaki çözüm girişimlerinde Abdullah Öcalan ile ‘PKK’nın şahinleri’ arasında farklılıkları öne almanın hiç isabetli olmadığı da anlaşılmalıdır. Böyle bir ayrımın yapılması ve buna göre hareket edilmesi, Abdullah Öcalan başta olmak üzere, PKK yönetiminde örgütün ‘tasfiyesi’ girişimleriyle eşanlamlı algılanmakta ve örgütün bir ve bütün olduğunu kanıtlamak ve bunu sağlama almak için, tam tersi yönde, silahlı çatışmaların tırmandırılmasına yol açmaktadır.”
Bu değerlendirmem bugün de geçerliliğini koruyor. ‘Süreç’e ilişkin iktidar çevrelerinin sakınması gereken yanlışlık da burada;
yani ‘süreç’in ‘böl-yönet’ yaklaşımıyla sürdürüldüğüne dair Kürtlerde oluşacak bir algıyı önlemeleri gerekiyor.
Tabii bunu yapabilmeleri, kafalarının gerisinde gerçekten ‘böl-yönet’ bulunmaması ile mümkün olabilir.
Bir iyimser not: Nelson Mandela hapiste ve örgütü ANC’nin liderliği komşu Zambiya’da iken, bizdeki ‘süreç’e ilişkin zorlukların daniskası, Güney Afrika’daki ‘süreç’ için söz konusuydu. Hepsi aşıldı. Bizde de aşılır.
Doğru değerlendirmeyle doğru politikayla...
