Gazete Duvar

01 Mar 2018

Tezkerenin reddine rağmen Türkiye Irak’ın ABD tarafından işgaline yardımcı olmuş, fakat oynayabileceği etkin rolü oynayamamış, Irak sürecinden dışlanmıştır. Saddam kısa sürede yenik düşürülmüş, uzun süren bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak Irak’ta ABD’nin neden olduğu esas yıkım Saddam sonrasında başlamıştır. Buna mukabil, tezkere geçmiş olsaydı Irak’ta Türkiye’nin sürekli siyasi ve askeri bir mevcudiyeti olacak ve bu nedenle gelişmeler üzerinde söz sahibi olacaktı.

1 Mart tezkeresi (2003), Türk-Amerikan ilişkilerine, Irak’ın kaderine ve bir ölçüde de Ortadoğu bölgesindeki gelişmelere damga vurmuş tarihi bir olaydır. Farklı değerlendirmelere konu olmaya devam eden bu olaya 15’inci yıl dönümünde, o tarihlerde Washington’daki T.C. Büyükelçisi olarak geri dönmek istiyorum.

Çok özet haliyle bir görüşe göre, tezkere TBMM’den geçmiş olsaydı muhtemel sonuçları itibariyle Türkiye ve Irak için iyi ve olumlu olurdu. Karşı görüşe göre ise, tezkerenin TBMM’de reddiyle ülkenin başı çok büyük bir badireden kurtarıldı.

19 Şub 2018

 

Türkiye’nin bu denli kızdırılmasını stratejik hata olarak gören Amerikalı diplomatik çevrelerden bir kısmı bir süredir sihirli bir formül olarak iki gücü cem etmekten bahsediyor. Dillendirdikleri şeyin mantığı şu: Türk ve Kürt güçlerini Amerikan planlarına birlikte koşmak.

Diplomasiye sinen mehteran havasına bakarsanız Türkiye’nin ittifak düzeninde devrim oldu sanırsınız! Beştepe mevcut koşullarda, ABD ve NATO ile ipleri koparmayı göze alamaz. Bunun için kendini güvende hissetmesi lazım. O yüzden Osmanlı tokadı atmaktan bahseder ama iki müttefikin ‘tamam mı, devam mı’ noktasına geldiği kritik toplantıyı, içeriye tercüman ve kâtip almayarak diplomatik geleneğin yani devlet gözetiminin dışına çıkartıp, devlet sırrını şahsi sırra çevirir. Böylece kimse neyin nasıl konuşulduğunu bilemez. Tanık yok, tutanak yok, resmî tercüman yok. Dilde köklü tarih, cepte köksüz diplomasi! Yeni Türkiye’de işler böyle.

29 Oca 2018

Geçmişte El Kaide (Nusra Cephesi) ile aynı cephelerde yer almış olan bu gruplar, Fırat Kalkanı’nın kontrol ettiği alanlarda da birbiriyle çok da müttefik olamadı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye sahnesinde TSK’ye müttefik yaptığı gruplardan emin. Üstün körü ‘Özgür Suriye Ordusu’ (ÖSO) diye anılan bu gruplara “Suriye’nin gerçek sahipleri” diyecek kadar değer atfediyor. Suriye ordusunu “gerçek işgalci” olarak niteleyip “teröristlerden kurtardıkları bölgeleri bu gruplara bırakmaktan” bahsediyor.

“Bu operasyonu Allah’ın izniyle ÖSO ile birlikte kazanacağız” diyecek kadar onlardan emin. Bütün uyarılara rağmen tahliye edilmediği için Musul Başkonsolosluğu’nda IŞİD’in eline rehine bırakılan eski başkonsolos ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz’a, “Ulan ahlaksız, sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO’lar benim Mehmedim’le beraber senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar” diyecek kadar onlara kefil.

08 Eyl 2017

 

Suriye’de sahada kritik gelişmeler yaşanırken, İngiliz basınının Ortadoğu uzmanı kalemlerinden Robert Fisk ‘savaşı Beşar Esad yönetiminin kazandığını’ savundu. Fisk, The Independent gazetesinde yayımlanan makalesinde, “Batı inanmakta zorlanabilir ama Suriye savaşı bitiyor gibi görünüyor ve kazanan da Esad” ifadelerini kullandı.

Robert Fisk, “Hepimiz Donald Trump ile Kim Jong-un’un üçüncü dünya savaşını çıkarmasını beklerken, Ortadoğu’nun askerî haritasının önemli ölçüde ve kanlı bir biçimde değiştiğini fark etmedik” dedi.

Fisk’in makalesinin tercümesi şöyle:

‘ORDU GERİLLA SAVAŞINI ÖĞRENDİ’

“Geçen hafta cep telefonuma Suriye’den bir mesaj geldi. “General Hadur sözünü tuttu” diyordu. Ne anlama geldiğini biliyordum.

Muhammed Hadur’la beş yıl önce tanışmıştım. Halep’in doğusunda İslamcı savaşçıların ateşi altında bulunan küçük bir banliyöde, az sayıda Suriye askerini komuta ediyordu. Bana haritasını göstermişti. “Bu sokakları 11 günde yeniden ele geçiririm” diyordu.

22 Ağu 2017

 

Hükümetin uzun süredir genel olarak istihdamı özel olarak da kadın istihdamını arttırmak gibi bir söylemi var. Bu hedefin ne kadarını yerine getirdikleri, her ay açıklanan TÜİK istihdam verilerinden takip etmek mümkün. Son TÜİK verilerinde, standart işsizlik oranının geçen yılın Mayıs ayına göre artarak 10,2’ye ulaştığı görüldü. Öte yandan kadın işsizliği yüzde 13, tarım dışı kadın işsizliği yüzde 17,2 ve genç kadın işsizliği yüzde 25’e yükseldi. Kadın istihdam oranı da yüzde 29,5’ta kaldı. Bu durumda pek de başarılı bir istihdam politikasından söz etmek mümkün değil.

İstihdamı arttırmanın temel yollarından biri öncelikli olarak istihdam yaratacak tutarlı bir politika oluşturmaktır. Bununla birlikte çalışma saatlerini kısaltmak, kamu yatırımlarını ve istihdam olanaklarını artırmak bir başka yoldur. Bunun dışında özel önlemler alınması gereken gruplar vardır. Örneğin, kadınların istihdamını arttırmak istiyorsanız, toplumsal rollerinden kaynaklı çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi işleri kadınların üzerinden almanız gerekir.

14 Ağu 2017

‘Sovyet müziği’ denildiğinde akla gelenler, çoğu zaman Kızıl Ordu Korosu’nun marşlarından öteye gitmez. Ancak farklı bir uygarlık yaratma iddiasında olan ve yüzlerce halkı, onlarca cumhuriyeti barındıran bir yerde yaşayan insanların yıllar boyu dinledikleri şarkıların askeri marşların ötesine geçmediği elbette düşünülemez.

‘Sovyetlerin sanat alanında kısıtlayıcı ve baskıcı olduğu’ iddiası, özellikle Soğuk Savaş’ın ardından ağırlaşan ve çoğu zaman gerçek eleştirilerin dahi üzerini kapatan anti-propagandanın en kapsamlılarından biri. Bu dönemde yapılan yanlışları elimizin tersiyle itmek elbette mümkün değil. Ancak bir bölgenin sermayeden arınmış olmasının, orada üretilen eserlerin talebe göre değil de sanatsal kaygılara göre şekillenmesinde etkili olduğu gerçeği, çoğu zaman bu kara propagandanın etkisinde göz ardı etti. İşte tam da bu yüzden Sovyetler, diğer ülkelerde ve kültürlerde görmeye pek de alışık olmadığımız bir müzik arşivine sahip.

GELECEĞİN RADYOSU

30 May 2017

Önümüzde seri katil soğukkanlılığında sırıtan bir dehşet döngüsü var: Askeri ve siyasi müdahalelerle cihatçı grupların beslendiği koşulları yaratan; işler çığırından çıkınca ve şiddet kendi sokaklarına ulaştığında teröre karşı sözde uluslararası koalisyon kuran; sivil kayıplarla yeni mağduriyetler yaratan; intikam hislerini körükleyen ve coğrafyadan coğrafyaya sıçrayan bir kısır döngü.

ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘huysuz bakkal’ tavrıyla üyelerinin aidat borçlarını yüzlerini vurduğu NATO, geçen hafta Brüksel zirvesinde Suriye ve Irak’taki savaşlara katılma kararı aldı. Naiflikten sahadaki realiteyi göremeyecek kadar yüksekten uçan ‘liberal müdahaleci’ tayfa ile ‘terörle mücadele orkestrası’ pek umutlu: IŞİD’in sonu geliyor!

Keşke ama o kadar basit değil.

16 Ara 2016

 

Düşen Halep bir kurbandı. ‘Yeni Osmanlı’nın ihtiraslarının kurbanı! İran’ın ittifak ağını çözmeye çalışan Körfez’in kurbanı! Batı’nın İsrail namına Suriye’ye karşı beslediği düşmanlığın kurbanı! Ya cihatçılardan kurtarılan Halep? O da Türk-Rus ilişkilerindeki normalleşmenin diyeti!

Halep’in içindeki tufandan daha büyüğü dışarıda kopuyor. Sözün başı insani trajedi!

Söz insanilikten açılınca normalde diyecek lafımızın olmaması gerekir. Lanet olsun ki var! Evet, alınan her masum can yüreğimizi dağlamalıdır. Her savaşın insani bir boyutu vardır; bu atlanamaz, küçümsenemez, geçiştirilemez! Peki, insani duruşumuz nedeniyle aldatılmamız, aptal yerine konmamız ve sömürülmemiz kabul edilebilir mi?

İnsanı çileden çıkartan şey, kirli hesaplarla savaşı çıkartanların, vekil örgütler üzerinden ateşi körükleyenlerin, şehirlerin yağmalanmasına göz yumanların, dış müdahale için kimyasal silah kullanmak dahil her türlü oyunu çevirenlerin, cihatçı örgütleri aymazca finanse edenlerin kalkıp ‘gözyaşı ticaretini’ ustaca yapıyor olmalarıdır.

Sayfalar